Merhaba GazeteBilkent okurları !
Bildiğiniz üzere, GazeteBilkent yazarı olmayanların “misafir yazar” olarak içeriklerini bizlerle paylaşması mümkün. 1 Eser 3 Üniversitesi yazı dizimiz de tam olarak bu konseptten yola çıkarak oluştu. Bu noktada, farklı üniversitelerde okuyan öğrencilerin ortak çalışmalarının ürünleri nasıl olur sorusu bizlere ilham verdi. Böylece kültür ve sanat konularıyla ilgili olan her okurumuz için onların da yazabilecekleri yeni bir içerik hazırlamaya karar verdik.
Süreçten bahsetmem gerekirse, öncelikle yeni yazı serimizde 3 farklı üniversitede okuyan öğrenciler tanışıyorlar. İlgi alanlarından, zevklerinden, sanata dair düşüncelerinden bahsediyorlar. Devamında, öğrenciler ortak beğenilerinden yola çıkarak birlikte yazacakları kültür sanat içeriğine karar veriyor. Sonrasında karar verdikleri içerik onlarda nasıl karşılık buluyorsa bireysel olarak yazıyorlar. Dilerlese, akademik bir üslup dilerlerse lirik bir dil. Hem biz GazeteBilkent ailesine hem de siz değerli okuyucularımıza yeni bakış açıları sunabilmeleri tek kriterimiz. Yani bizim için önemli olan, kendilerini ifade etmeleri.
Yazı serimizin ikinci grubunda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Asya Nur Hasgül, Bilkent Üniversitesi’nden Güvenç Arman Arı, Boğaziçi Üniversitesi’nden Merve Bozdoğan yer alıyor. Eksprsyonizm hakkında yazdılar. İlgileri için ve ortaya çıkardıkları bu güzel yazı için onlara teşekkür ederim.
Kültür Sanat birimi yazarlarımızdan Sena Aydın, Güvenç Arman Arı ve Çağın Eroğlu’na yazı dizisindeki destekleri için tekrar teşekkür ederim.
Asya Nur Hasgül, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Resim
MATİSSE
Huzurla dolu olduğunu sandığın
Ve hiçbir şey yokmuşçasına gülen
Tek başınalık vardı
Tek başına ve asla yalnız olmaksızın
Dans ettik
Dünya için ve tüm soğuk kalpler için
Onlar varlardı
Davete icabet etmek gibi
Zorlasan daha çok kaçan…
Renkler vardı
Çok fazlaydılar ve doyurdular bizi bir akşamüstü
Biz hiç doymayız oysaki
Biz ki yetemeyen onlara
Şairler, resimler ve şarkılar vardı
Biz hep dinledik
Ücra köşelerde bir çocukluk anısı gibiydiler
Biz vardık
Hiç yoktuk, Olmadık
Biz baktık göremedik
Onlar gördüler
O gördü
Ben hiç görmedim oysaki
Renkler vardı
Dokunamam asla
Günah gibiydiler dokunamadılar
Bir ışık vardı
Göründü
Tenimizi bir bir yıkadı ve gitti
Görüyorum artık
Hiç görmediğim kadar
Sevmek bu sevmekten öte
Gördüysen doymuşsundur
Hiç görmediği kadar görüyor ve görmekten öte…
Asya Nur Hasgül
Merve Bozdoğan, Boğaziçi Üniversitesi, Ekonomi
FIN DE SIÈCLE’DEN BUGÜNE YOĞUN DUYGULAR: KLIMT VE SCHIELE
*Ekspresyonizm, empresyonizme karşı olarak 1900lü yılların başında doğmuş bir sanat akımı.
Latince “expressio”yani ifade kelimesinden gelen ekspresyonizm, dış dünyanın olduğu gibi yansıtılması fikrine karşı çıkarak insanın iç dünyasına yönelmesi yönüyle diğer akımlardan, birincil olarak ise empresyonizmden farklılaşır. Bu yöneliş, dış dünyada görülenin insana hissettirdiklerinin, izlenimlerinin ve sezgilerinin; kısacası “gördüğünün” iç dünyasında bir tür ruhsal süzgeçten geçtikten sonra yansımasıdır. Akımı en iyi anlatan sözlerden birisi Amerikalı ekspresiyonist Jackson Pollocka aittir: “Something in me knows where I am going”yani “içimdeki bir şey nereye gittiğimi biliyor”. Bu akımda sanatçı herkes tarafından görüleni değil, sanatçının kişisel duygularını ve deneyimlerini yansıtıyor. Bu tarz bir yaklaşım sanatçının yaratıcılığıyla doğrudan ilişkili olduğu için her ne kadar eserlerin eleştirilebilirliğini arttırsa da sanatçının iç dünyasındaki bu yolculuk, insani duyguların yansıtılması konusunda bizim fikrimizce çok önemli bir adım.
1900’lü yıllarda Viyana, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu hâkimiyetindeki son zamanlarını yaşarken Gustav Klimt önderliğinde, çoğunluğu Viyanalı olan Avusturyalı sanatçılar tam da böylesine büyük bir siyasi değişimin neden olduğu çalkantılı zamanlarda, sanatta her yerde ve herkes için ideal bir devrim buldular. Toplum ve coğrafya hemen her bakımdan “çöküşün” bir sonucu olarak karmaşık ve yıpranmış olsa da Avusturya (ya da Viyana) ekspresyonizminin görücüye çıkması için daha iyi bir vakit kollanamazdı. Söz konusu değişimin eşiğindeki 1900’lü yıllar, hem toplum için bir tür uyanış niteliğinde olup hem de bir yüzyıla kapıları kapadığından fin de siècle (yüzyılın dönüşü) ismiyle sayısız defa anıldı. Böylece eskide kalmış, demode her şey gibi sanat da yenilenmiş olacak ve toplumdaki estetik algısı “yeniyle” yoğrulup şekillenebilecekti. Eskide kalan dışlanmamalıydı ve okutulmalıydı; fakat sanat, toplumun yeni rejimle birlikte yeniden oluşacak düşünce yapısını her koşulda ifade edebilecek bir platform arz etmeliydi.
Bu bağlamda sanat akımlarını dönemin şartlarından ve daha önceki akımlardan bağımsız incelemek hiç şüphesiz imkânsız olduğundan öncelikle ekspresyonizmin ortaya çıktığı dönemin ortamına göz atabiliriz. Hareketin ortaya çıktığı fin de siècle dönemi ekonomik çöküntülerin tüm dünyada yoğun yaşandığı bir dönem ve dönemin hızlı çıkış yapıp hızlı tanınması, burjuvaziye tepkileri de beraberinde getiriyor. Avusturya ekspresyonizmi de bu atmosferden etkileniyor ve burjuvazinin tepkilerini kışkırtmakla yakından ilgileniyor. Tabii ki akımın oluşumu yalnızca bundan ibaret değil, 20.yy başlarında sanat dünyasında görülen perspektif değişimi ve geleneğe karşı çıkış Viyana’yı da etkisi altına alıyor ve sanatçılar yeni akımlara yöneliyorlar. Bu noktada Egon Schiele, Gustav Klimt ve Oskar Kokoschka, Avusturya ekspresyonizminin öncüleri olarak anılıyor.
The Kiss, Gustav Klimt
Bu üç sanatçı akımın gelişim sürecinde dönemin ahlaki baskısı ve cinsel ikiyüzlülüğüne cesurca tepki koyuyorlar, bu yüzden eserlerinde ölüm, erotizm, şiddet ve özlem gibi temaları işliyorlar. Böylece Klimt, aralarında mimarların, ressamların ve illüstratörlerin bulunduğu çevresini sanatın yeni bir kulvarına, yepyeni bir dönemine doğru bir nevi kanalize ediyor. Mahremiyetin, sakıncalının ve gizlinin olabildiğine saf ve dosdoğru; fakat özgünce aktarıldığı bu yeni dönem, farklı disiplinlerden kendi orijinal çizgilerinde eser verecek birçok sanatçıyı içerisinde barındırıyor. Avusturya ekspresyonizminin yükselişi, sanatçının özgürlüğüne öylesine yoğunlaşıyor ki “La démocratie dans l’art” yani “sanatta demokrasi” ifadesi bu dönem anlatılırken sıkça karşılaşılan kalıplardan.
Sanatta demokrasiye en tipik örnek Klimt’in önemli eserlerinden La danseuse (Dansçı kadın). Eserde birçok rengi barındıran süslemelerle ve çiçeklerle bezenmiş bir elbise giyen kadın, elbisedeki aynı desen ve düzendeki arkaplana bir nevi uyum sağlıyor, hatta ve hatta arkaplana (ve yanındaki masanın üstündeki vazoya) kamufle oluyor. Bu açıdan, resmedilen yumuşaklık ve duyarlılığın yanında figürün henüz açığa çıkarılmamış yanları, mahremiyeti de kendini hissettiriyor. Bu yönüyle, eskiden kalmış empresyonist tarzdan henüz tamamıyla arınılmasa da farklı ve cüretkâr olanın bir nebze denenildiği anlaşılıyor. Önceden tamamıyla çıplak tasvir edilen tipik kadın figürü, savaş sonrası Viyana’sının psikolojisiyle soyut da olsa bir elbiseyle sıkı sıkı giydiriliyor. Sanatçı karanlık, izbe ve erotik nüansları otantik üslubuyla geleneksel güzellik algısıyla harmanlıyor, böylece sorgulanması bir zamanlar mümkün dahi olmayan akademik sanat anlayışını, bir yandan insanın bilinçaltını da yoklayarak sorgulamış oluyor. Zaten sözkonusu sanatçıların dönemde en çok eleştirilen eserlerine baktığımızda bu eserlerin toplum tabularına asla ve asla uymayan eserler olması, yapmak istediklerini başardıklarının önemli bir göstergesi. Bu noktada, bütün bu modern (hatta liberal) düşüncelere ek olarak 20. yy Viyana sanat dünyasında Freud etkisi ve Freud yanlısı düşünce tarzı da ayrıca yadsınamaz olup kendini belli ediyor.
La Danseuse, Gustav Klimt
Çokça ismi geçen, dönemin belki de en ünlü sanatçısı Gustav Klimt tahmin edebileceğiniz gibi Viyana’da ekspresyonizmin öncülerinden ve ekspresyonizmden önce Viyana’da Art Nouveau eserleriyle isim yapmış bir sanatçı. Yeniye ilişkin düşünceleri sanat akademisinde oluşuyor. Klimt’in özellikle ekspresyonist eserleri asla tek yönlü ve kesin sonuçlu olarak incelenemiyor, çünkü sanatçı (akımın doğası da gereği) kendine göre olanı anlatıyor. Bu yüzden de eserlerinin her biri sanatsevere kişisel, benzersiz ve farklı bir deneyim sunuyor. Bu, tam anlamıyla ekspresyonizmin sanatçıya daha fazla yaratıcılık alanı açmasının bize sunduğu bir nimet. Klimt’in en önemli tablosu olarak görülen The Kiss‘in farklı sanat eleştirmenleri tarafından onlarca farklı şekilde yorumlanması ise bunun bir kanıtı. İşte tam da bu yüzden Gustav Klimt, gelenekselleşmiş ve yalnızca akademide öğrenilen ile sınırlı sanattan sıkılmış, ekspresyonizmi doyasıya keşfetmek isteyen sanatçıları Secession akımı fikrini ortaya atarak çevresinde topluyor.
Klimt’in kurucusu olduğu Secession akımının binası için hazırladığı Beethoven Frizi’nden bir kesit.
Death and Life, Gustav Klimt (Albertina Müzesi)
“Freudcu” düşünce tarzının toplumda yarattığı geniş çaplı etkiden söz etmiştik. Klimt de her okur yazar insan gibi Freud’un o dönemlerde ortaya çıkardığı ego, alter ego ve id gibi kavramlarından oldukça etkileniyor ve eserlerinde insanın en çiğ duygularını ortaya çıkarmaya çalışıyor. Onun yorumunda bu duygular cinsellik, tutku, özgürlük gibi kavramlar olarak ortaya çıkıyor. Tablolarının merkez sujesi kadın vücudu ve bunu farklı konulara uyarlıyor. Burada ana sujenin kadın figürü olması sadece bunu resmettiği anlamına gelmiyor, sujesini farklı temaları işlerken başrole koyuyor aslında.
Örneğin Viyana Üniversitesi’nin büyük salonu için Klimt’ten 4 farklı akademik alanı yansıtacak eserler istendiğinde 4 eserinde de anlatmak istediklerini kadın vücudu temalı resimler üzerinden yansıtıyor. Bu noktada onun sujesini kanvasa anlatış biçiminde, çizdiği kadınların kişiliğini ve duygularını da aktardığını görebiliriz. Klimt’in üniversite için hazırladığı bu 4 eser o zamanlarda cinsel aşırılık ve muğlak çağrışımlar gibi suçlamalara maruz kalıyor ve Klimt sonrasında daha fazla sansür istemediğini dile getiriyor. Gustav Klimt zamanının değeri bilinir, benzersiz ressamlarından olsa da onun “temel insani duygular” kavramını uyarlayış biçiminin dönem burjuvazisinde aşırılık olarak tabir edilmesi, aslında Secession‘un, Fin de Siècle‘in ve elbette ekspresyonizmin hedef aldığı tabuları oldukça net bir biçimde ortaya koyuyor.
Klimtin üniversite salonu için resmettiği Medicine(Tıp) ya da Hygieia eseri.
“Benim hakkımda bir şeyler anlamak isteyen biri resimlerime baksın ve kim olduğumu, ne istediğimi onlarda görmeye çalışsın.” -Gustav Klimt
Güvenç Arman Arı, Bilkent Üniversitesi, Tercümanlık
Gustav Klimt’i işledikten sonra kadim dostu Schiele‘ye değinelim. Klimt’in çevresinde en dikkat çeken ressamlardan biri -hatta belki de en dikkat çekeni Egon Schiele. Klimt’ten oldukça küçük olmasına karşın yeteneğiyle başta Klimt’in çevresinde fazlasıyla dikkat çekmiş bir sanatçı. Öyle ki Klimt’e sorulduğunda Schiele için “Yetenek mi? Yetenek onda fazlasıyla var.” diyor.
Yine başka bir diyaloglarında, Schiele Klimt’e birkaç çizimini gösterip gösterdiği tüm çizimler ile Klimt’in yalnızca bir çizimini takas etmek ister. Klimt de bu teklife gayet razı görünür. Ardından Schiele sorar: “Neden bu güzel çizimlerini benimkilerle takas etmek istiyorsun?”. Klimt yanıtlar: “Çünkü sen, benden daha iyi çiziyorsun”. Bu konuşma 1910’da yaşanır. 1918’de ikisinin de ölümünden sekiz yıl önce. O zamana kadar Klimt, Schiele’nin fersah fersah dalgalarına sarıldığı sanat deryasındaki kaptanı olur. Kâh Klimt’in açtığı sanat okulunda onun öğrencisi olur Schiele, kâh korkusuz çizgileriyle öğretmenine yeni bakış açıları kazandırır. Sanat adına iki arkadaşın birbirlerine kattıkları çoktur. Klimt’in bir zamanlar modeli olan Wally, zamanı gelecek Schiele’nin de modeli ve kız arkadaşı olacaktır. Hatta, Viyana’daki Belvedere Müzesi’nde Klimt ve Schiele’ye ayrılan kısımdaki çizim ve eskizler yakından bakıldığında büyük ahenk içindedirler. Aralarındaki ilişki, öğretmen-öğrenci ilişkisinden çok daha fazlasıdır; öyle ki Klimt’in dönemin toplumuna tanıtıp onlara mal ettiği Viyana ekspresyonizmi’nin fovizm ve kübizm gibi akımlarla tanışıp bu akımların gelişimini hızlandırmasında Schiele’nin payı büyüktür.
Schiele’nin üç eseri, Albertina Müzesi
Önceleri yüksek mertebeden insanların eleştirilerine açık olmadığını hisseden Schiele, sokak çocuklarını ve hayat kadınlarını resmederek başlıyor çizim serüvenine. Modellerine daha önce görülmemiş abartılı pozlar verdirmesine ve çizgilerini oldukça keskin, belirgin kullanmasına rağmen çizimlerinin son derece sıcak, akıcı ve davetkâr olması zaman zaman tepki toplamış olsa da döneminde her kesimden insanın beğenisini de toplamış.
Belki Schiele’de genç Klimt’i gördüklerindendir, eleştirmenler çoğu zaman bu iki eşsiz sanatçının işlerini birbirlerine bağdaştırır. Schiele de Klimt gibi binbir türlü insan figürü tasvirinden, binbir türlü bedenden ve bu bedenlerin konumlanmalarından eserlerini inceleyenlere gerçek güzelliği göstermeyi amaçlıyor. Eserde model her ne kadar absürt konumlanmış olsa da, modelin sergilediği tutum her ne kadar cinsel içerikli, iğrenç ve rahatsız edici olsa da; insanın içindeki saflık ve o el değmemiş hamlık, Schiele’nin anlatmak istediği yegâne kavram. Freudcu düşünceye göre yorumlandığında ise Schiele’nin işleri, insanın Öz’ünde bulunan üç ayrı kısmın (id, ego, süperego) her birinin zahmetsizce ve ustalıkla birleşimini temsil eder. Ne var ki fin de siècle döneminde eleştirmenler Schiele’nin işlerindeki id‘in temsiline gereğinden fazla kafa yormuş, çoğu eserin asıl amaçladığını keşfedememiş ve ne yazık ki eserleri yer yer sapkınlık veya pornografi olarak yorumlamıştır.
Klimt (solda) ve Schiele’nin (sağda) eserleriyle ekspresyonistlerin ilgisini kübizm ve fovizme yoğunlaştırdığı olmuştur.
Klimt’in resmettiği kadın sujeleri, Schiele’nin resmettiklerine göre daha içe dönük ve hayalperest gözükür. Savaş sonrası psikolojinin de etkisiyle kadınların sineye çekilmiş, pasif ruh halleri dikkat çeker. Genellikle etraflarında onlar için desenlerden oluşturulmuş bir çeşit korunak görmek pek mümkündür. Hangi yöne baktıkları belirsizdir, genelde sanatçının onları resmettikleri doğrultudan farklı yönlere bakarlar. Öte yandan Schiele’nin resmettiği kadın sujeleri çoğunlukla cinsel kimliğinin farkında ve dominanttırlar. Tereddüt etmeksizin sanatçının, ya da eseri inceleyenlerin gözlerine bakarlar. Bu karşılaştırma, savaşı görmüş ve sonrasında hem gelenekselliği tatmış hem de kendi yolunu çizmiş bir sanatçı ile (Klimt) onun yanında gelenekselliği tüm benliğiyle reddedip yalnızca kendi bildiği yolda ilerlemiş diğer bir sanatçının (Schiele) şaşırtıcı benzerliklerinin yanı sıra farklılıklara da sahip olduklarını gözler önüne seriyor.
Sonuç olarak Klimt, Schiele ve diğer ekspresyonistler hissettirebilme kavramını doruğa çıkartanlar olmuştur. Karşıtlıkları en basit içsel duyguları temel alarak yansıtmış, bunu yaparken de fazlasıyla benzersiz ve kişisel ama aynı zamanda sanatseverlerin kendilerinden bir şeyler bulabileceği, her daim evrensel yapıtlarla ruhumuzun bazen bencil ve utangaç, bazen ise öfkeli ve arzulu taraflarına dokunmayı başarmışlardır. Bu sanatçıların özgür ve sınırsız dünyalarında yolculuklara çıkabiliyor olmak ise biz sanatseverler ve okuyucular için çok büyük bir şanstır.
“Yeni şeyler görmeli, onları soruşturmalıyım. Karanlık suyun tadına bakmak, çatırdayan ağaçları ve vahşi rüzgarları görmek istiyorum.” –Egon Schiele
Death and the Maiden, Egon Schiele
Water Serpents II, Gustav Klimt (solda)
Woman with Baby, Egon Schiele (sağda)/ Albertina Müzesi
Not: Albertina Müzesi’nde fotoğrafladığı görsel kaynakçalar için Sinem Duygu Yılmaz’a teşekkür ederiz.
Kaynakça:
https://www.ft.com/content/1498fae6-dd0e-11e8-9f04-38d397e6661c
https://www.royalacademy.org.uk/exhibition/klimt-schiele
https://www.claudinecolin.com/fr/977-klimt-et-vienne.-un-siecle-d-or-et-de-couleurs
http://www.rfi.fr/europe/20101011-democratie-art-vienne-1900-klimt-schiele-leur-temps
Rivenbark, Melissa Ann. Austrian Expressionism and Leading Artists: Gustav Klimt, Egon Schiele and Oskar Kokoschka (2012).
https://www.moma.org/s/ge/curated_ge/styles/austrian_expressionism.html
Görsel Kaynakça:
https://www.legendarte.com/en/gustav-klimt/the-kiss-klimt.html
https://www.flickr.com/photos/griffinlb/3350015288
https://www.overstockart.com/painting/the-tree-of-life-stoclet-frieze-1909
https://www.1st-art-gallery.com/Gustav-Klimt/Medicine-Hygieia.html