Üç tarafı denizlerle çevrili iki kıtada toprağı olan medeniyetler beşiği Türkiye!

Mezopotamya’dan Antik Yunan’a, Anadolu uygarlıklarından Roma İmparatorluğuna, İslam Rönesans’ından batı Aydınlanma çağına kadar dünyayı etkilemiş en büyük medeniyetler ve kültürler bu topraklarda derin izler bıraktı. Felsefe tarihinin en büyük filozoflarından bir kısmı Ege’nin bu tarafında doğdu, zamanın ilk büyük kültür ve ticaret şehirleri bu kıyılarda yükseldi, Amazon kadınlarına ait efsanelerden İncil’in kitaplaştırılmasına kadar her şey bugün Türkiye’nin bulunduğu bu topraklarda gerçekleşti. Türkiye’yi oluşturan , buraya kimliğini kazandıran her şey aslında o kadar geniş yelpazeli ve uzun soluklu bir kültür birikiminin sonucu ki bu bölgenin yerlileri olan bizim de karakterimiz doğal olarak bu bölgeyi etkileyen kültür mirasından çokça etkilendi. Türkiye olarak her şeyin tam ortasındaydık. Anadoluluyduk belki ama Anadolu neydi? Batı mıydı? Doğu muydu?

19.Yüzyılda Gülhane Parkında ilan edilen Tanzimat Fermanından beri Türk aydınını en çok meşgul eden konu başlıklarından biri oldu bu soru. Garplı mıydık yoksa Şarklı mıydık? Bu soruların üstünden 150 yıldan fazla geçti belki ama hala soruyu yanıtlayamadık. Orhan Pamuk’un Nobel ödülü kazanmış Kara Kitap adlı eserinden aklımda kalan bir bölüm var ki bence bu bölge insanın arada kalmışlığını metaforik olarak çok güzel yansımakta. O pasajda başkarakter Galip, İstanbul’un eski tünellerinin içinde eskimeye bırakılmış binlerce balmumu heykeli görür. Bu mankenler Türk insanını en olağan haliyle yansıtması amacıyla yapılmış balmumu heykelleridir. Normalde vitrinlerde, mağazalarda olan bu eşyalar gittikçe çok Doğulu göründüğü ve günümüz insanını yansıtmadığı için bir bir duvarlardan kaldırılır ve bu tünellere yerleştirilir. Artık insanımız o mankenler gibi kalkıp oturmuyordur çünkü. Fakat bu mankenlerin yerine gelen ithal mankenler de bizi yansıtmamaktır. Sokaktaki insanla vitrindekinin alakası yoktur. Ne batılı mankenler bizi taklit etmektedir artık ne de doğulu.

Daha okumakta olan bir genç olarak belirtmekteyim ki son 150 yıldır sorulan bu Doğulu muyuz yoksa Batılı mıyız sorusu Doğuyla Batının ne olduğunu anladığım yaştan beri benim de kafamı kurcalamakta. Batıya gittiğimizde Doğulu olarak kabul görürken Doğu’ya gittiğimizde de Batılı olarak düşünülmekteyiz. Kendi aramızda ise kimse bu konuda oy birliğine varamamakta. Ne denilirse densin kendimizi ne tam olarak doğuya ait hissetmediğimiz gibi tam olarak batıya da ait hissetmiyoruz. Bunu en çok görebildiğimiz alanlardan biri belki de sanat. Batı sanatıyla tanışıklığımız daha yeniyken ve daha bu tarzlarda gelenek geliştirmiş batılılar kadar ileri değilken kendi geleneklerimizi geliştirdiğimiz doğu sanatlarını da ,artık eskisi kadar ilgimizi çekmediği için belki de, çok uygulamıyoruz. Fakat bu iki sanat türünden de tam anlamıyla kopamadığımız gibi ne ikisinden birinde diğerine oranla daha iyi oluyoruz ve onu daha çok tercih ediyoruz ne de uyumlu bir şekilde onları birbirine entegre edebiliyoruz. Özellikle Müzik konusunda tipik bir Türk insanının çalma listesinde hem Batıda doğmuş ve gelişmiş türlerin müzik parçaları bulunurken hem de Doğu müzik geleneğinden gelen parçalar yer alıyor. Belki iki çeşit müzik de ruhumuza dokunuyor fakat bu bir gerçek ki ikisi de ruhumuzun farklı kısımlarına erişebiliyor. Birinden aldığımız tadı asla diğerinden alamıyoruz. Bu yüzden bu kadar konuşmamın sebebi aslında kendisinden son 1 yıl kadar haberdar olduğum ve ruhumda hem doğunun müziğinin hem de batının müziğinin dokunabildiği yerlere aynı anda erişebilen müzikler yapan bir sanatçıdan bahsetmek.  Tamino ya da tam adıyla Tamino Amir Muhammed Fuad. Google’a adını yazarsanız en fazla 2 senedir piyasada yer alan bir sanatçı olduğunu ve müzik piyasası tarafından Jeff Buckley’nin veliahdı olarak anıldığını görürsünüz.

sanatçının instagram hesabından alınmışır. @taminoamir

Birazcık araştırma yaptığınızda ise sanatçı bir aileden gelen Mısır-Lübnan-Suriye kökenli bir Belçikalı müzisyen olduğunu ve Mısır sinemasının Altın Çağının yakınlarda vefat etmiş en ünlü oyuncularından Muhammed Fuad’ın torunu olduğunu okursunuz. Belçika’da çıktığı bir televizyon programı sonrası ilk şarkısı “Habibi” ile ünlenen ve 1 yıl sonra çıkardığı büyük ses getiren ilk albümü Amir ile de geniş bir çevrede tanındığını da öğrenebilirsiniz. Bütün bu genel bilgilerin dışında kendisinin beni yakın zamanda çok etkilemiş müziğine gelirsek, Tamino  “Amir” adlı albümünü oluştururken bu batı/doğu zıtlığına karşı olarak bu kültürlerin müziklerini birleştirmek adına Avrupa’daki Ortadoğu kökenli, çoğu Irak’taki ya da Suriye’deki savaştan kaçmış mülteci ve müzisyenlerle çalışmış. Onların da yardımıyla oluşturduğu albümünde İndie ve Alternatif rock stilini doğu müziğinin klasik ezgileriyle dengeli bir şekilde bir araya getirdi. Belki doğu arka planıyla batıda büyümesinden ve günümüz şartlarının bu iki arka planı birden insanın üzerinde taşımasına rahat rahat izin vermemesinden ötürü arada kalmışlık hissini anlayan Tamino , aynı durumu hissedebilecek daha birçok insana yardımcı olmak için garpla şarkı birleştirdiği müziğini ortaya çıkarıyor. Haberler, mülteci krizi, zenofobi ve genel olarak insanlık tarihi sanki bize devamlı doğunun ve batının harmonik bir bütün oluşturamayacağını bir kişinin hem batılı hem doğulu olamayacağını hissettirirken, Tamino örnekleri az olan bir şekilde doğu ve batıyı bir üstünlük ilişkisi olmadan uyumla bir araya getiriyor ve bunda da başarılı oluyor! Daha 23 yaşında olan ve sadece 1 albümü olan bu genç müzisyenin; dünyada kendini doğu ve batı kültürünün değerleri, sanatı ve yaşamı arasında kalmış kimlik krizi yaşayan herkes için ilaç niteliğinde olduğunu düşünüyorum.

Sanatçının instagramından alınmıştır. @taminoamir

 

Leave a Reply