Bedelli taze çıktı.
Bekleyenlere müjde niteliği taşıyan Davutoğlu’nun yaptığı açıklamayı da “bizim savunduğumuz vicdani ret hakkıdır” eleştirisini getiren Demirtaş‘ı da takip etme fırsatım oldu. Hatta kelli felli gazetelerin troll web koordinatörleri sağolsun Gülben Ergen ile Ceza’nın twitter atışmasından dahi haberim var. Herkes farklı düşünceleri ifade ediyor olsa da esas soruyu sorabilen yok gibi henüz. En azından yıllardır cevabını merak ettiğim iki soruyu sorana rastlamadım. 1-”Bu vatan borcu nedir?” 2- “nasıl hesaplanır?” Öyle ya devlet bedeli karşılığı belli bir grup borçludan nakit yolla tahsilat yapıyor, bir grup vatandaş ne zamandır bu takası bekliyor, bir diğeri şehit er fotoğrafı paylaşıp “bedelini ödeyemediler” diyerek ama sayısal yetersizlikten ama yüksek hassasiyetten askerlik görevine bedel biçemiyor. Bir şekilde herkes ortada bir borç ya da yükümlülük olduğunu kabul etmiş. Demiyor ki kardeşim kimin kime borcu var, sen bu hesabı nasıl yaptın?
“Kardeşim ne diyorsun sen, abuk subuk konuşma” diyen olursa diye, -ki olur, izah edeyim. Uzaktan falan değil, her gün gördüğüm insanlardan örnek vereceğim.
Çocuğun anası babası yememiş artırmış özel okula gönderiyor çocuğu. Mecbur! Devletin okulu çoktan geriye düşmüş yarışta. Ana-baba çocuğu geri kalsın istemiyor. Oluru varsa, borç harç da olsa yolluyor. Kolej havası yarıyor, basketbol, müzik ve tiyatro ile meşgul oluyor çocuklar. Dersler de maşallah. Spor ve bir çok diğer sosyal faliyet imkanları da olunca işler harika gidiyor. Her güzelliğin bir sonu var lafının şarkıya konu olması tesadüf degil. Gün geliyor, sınav var diyorlar. Sınav senesi her şey bir kenara dursun. Metinler, spor çantası, gitar falan kaldırılıyor dolaplara. Bu yıl çok önemli! Daha 13-14 yaşında çocuklar her şeyi bir kenara bırakıp üç yanlışın bir doğruyu götürdüğü bir sınava hazırlanıyorlar. Neden? “Çünkü iyi lise, iyi üniversitenin anahtarı!” Çocuklardan bu engeli aşanlar Fen ve Anadolu liselerine yerleşiyor. Daha ilk beden eğitimi dersi uyanıyorlar ne yazık ki davaya; spor salonu falan yok. Devlet derece yapmış evladını şehire saat başı otobüsün kalktığı, damı akan, tuvaleti kokan bir okula yolluyor. Ne de olsa kitapçıkta görseller yok. E haliyle basketbol falan yalan oluyor. Şehire saat başı otobüsü olan bir okulda haftada 3-4 gün idmana gitmek mümkün değildi zaten, spor salonunun olmayışı da mum dikiyor. Tiyatroyu falan konuşmuyorum bile, bırak hocasını, salon niyetine kullanılabilecek büyükçe bir toplantı odası falan varsa şükret. Hepsini koy bir kenara, girdin de iş bitiyor mu? -Yok! Daha üniversite kazanacaksın. 4 yıl eşekler gibi çalışıp girdiğin okulda çalışıyorsun üstüne. Çalışacaksın elbet, devlet üniversitesinde ingilizce eğitimi kelek, vakıf üniversitesine gideceksin. Onlar da burslu girmeye kalktın mı derece ister. Memleketin evladı onu da hallediyor çok sükür (Hepsi değil elbet! Neticede bu sıralamaya bağlı bir yerleştirme sınavı. Devlet de nitelikli eğitim almış insan sayısı ile kapitalizmin bekası arasında bir tercih yapıyor haliyle.) Burslu yerleşiyor en kapsamlısından. Bitti mi? Yoook! İyi ortalama şart. Ikinci yabancı dili de öğrenmek lazım.”İngilizceyi artık herkes biliyor”. Onunla da bitmiyor bu devirde. “Artık herkes üniversite mezunu”. Sizi neden tercih edelim sorusuna verilecek en iyi cevap yüksek lisanstır. Onu da yapıyorlar artık, ne yapsın.Yaş oldu 25! Hele bir de doktora yapmaya falan kalkar akademisyenliğe falan niyetlenirse yaş oldu 30-32! En çok özlenen, en verimli kabul edilen yaşlar ellerde dershane klasörleri ile geçmiş oluyor bu şekilde.
Anne-babayı borç harç özel okula mecbur eden,
Çocukları çok değil, doğduktan sekiz sene sonra dershaneye gönderen,
Spor çantalarını, gitarları, oyun metinlerini dolaplara kaldıran, -ve elbet son samurayı Arda Turan olan milli takımdan, duzenlenen balo vb etkinliklerde dans etmeyi bırak bir kenara ritim duygusundan bile yoksun olduğu ortaya çıkan doktorlar, mühendisler ve akademisyenlerden sorumlu,
Derece yapan evladını fiziki imkanları yetersiz, basit betonermelere kapatan,
İnsanı adam akıllı aşık olmaktan bile alıkoyan,
Yıllarca uğruna çalışılan üniversitesinde adam akıllı ingilizce eğitim vermekten bile aciz devlet!
İşte bu devlet nihayet bir iş bulup çalışacak, üç beş kuruş alacağı maaşıyla göz karartıp kartlaşmaya yüz tutmuş lise aşkıyla evlenecek, şükür SGK’ya kavuşturana deyip çocuk falan yapacak adam diyor ki: HOP! Vatan borcu!
Bir diğer deyişle “çürüttüğün yıllar yetmedi. Sen elin ekmek tutmadan, ev-bark almadan altı ay ya da bir sene daha gel” diyor.
Kimin kime borcu var kardeşim? Nasil yapıyorsun sen bu hesabı demezler mi adama? Demiyorlar vesselam. Ortada bir borç olduğu hususunda hemen hemen herkes mutabık. Hatta vatandaşın iliğine, işverenin bilinçaltına kadar işletilmiş bu sozüm ona borç. Askerlik yapmayana kız verilmiyor, mülakatlarda elli soruyu geçse de askerlik yapmamiş adamı kimse istemiyor.
Bu anlattığım hikaye şanslı bir çocuğa ait üstelik.
Mazotun fiyatından mütevellit tarlada eşek gibi çalışmaya gebe, bırak spor salonu olanına okula gidemeyen, aşık bile olmadan evlenen, gün görmeden ölen bir dünya insan var bu memlekette. Bu adam tutup da “yahu ben bir sene askere gidecegim gitmesine de tarla ne olacak? İlacı var, hasadı var. Üç kuruş kalıyor zaten elimize onu da tuttuğumuz adama mı vereceğiz?” diyecek olursa, devlet o halde borcun 18 bin lira sevgili kardeşim diyor.
Babası yok, hasta anası ile iki kardeşine dallamanın birinin büyük para dediği asgari ücretle bakan adamı da alıyorlar askere.
En acı olan şey ise bu vatandaşına insan olduğunu öylesine unutturmuş ki devlet, bir hiç olduğu fikrini öylesine yerleştirmiş ki kafasına, vatan aşkı ya da milliyetçilik gibi mottolar eşliğinde askere gitmeye en gönüllüler de bu vatandaşlar oluyorlar.
O sebepten bu bedelli meselesinde borcun ederinden, gerekliliğinden, kapsamından, ülkeyi bölme potansiyelinden ziyade konuşulacak çok husus var. En öncelikli olanı ise bu borcun neye binayen tahsil edildiği ve nasıl hesaplandığı. Haliyle husus Atlas bebeğin annesi, sabah programlarının efsanesi Gülben Ergen’i de en son topitop reklamında oynadığını anımsadığım Ceza’yı da aşacak gibi duruyor. Gerçi yeni devlet sarayının maliyeti ve ihtişami kavga konusu olmuşken, -ki son olarak TOKİ maliyetin açıklanmasının ülkenin ekonomik çıkarlari aleyhine olacağını belirtti, vatandaşı rahatlatmanın Hülya Avşar’a kaldığı memlekette, bedelli konusu Gülben Ergen – Ceza polemiğine dönmüş ne çıkar.
Dediğim gibi sokak mokak yok artık çocuklara. Gol atan kaleye devri bitti. Slalom çalımları görüp görebileceğin son topçular bunlar. Bırak bedellinin onsekiz binini sen, varsa 18 liran ve elbet pasoligin git maç seyret.
Murat gitar kursunu bırakmış, Neşe tiyatro atölyesine sınava kadar ara vermiş, Orhan felsefeden mezun olduktan üç ay sonra piyade tüfeği tutmuş ne var. Olur böyle şeyler.