İnsanlık, 20. yüzyılın ilk yarısını iki büyük emperyalist paylaşım savaşı, emperyalizmin yıkımı ve nükleer tehditler ve bunlara karşı kazanılan ulusal kurtuluşçu ve ilerici devrimlerin patlak vermesiyle geride bıraktı. 1. Savaşa karşı verilen iki büyük cevap 1917 Ekim Devrimi, 1923 Türk Devrimi; 2. Savaş sonrasında anti-emperyalist damarın güçlenmesi, ‘üçüncü yol’ çizgisi, ulusal kurtuluş fikirlerinin Ortadoğu’dan Güney Amerika’ya, insanca paylaşım değerlerinin Doğu Avrupa’dan Uzak Asya’ya kadar olan bir etki alanına ulaşması emperyalizmin, sermayenin ve komprador burjuvazinin kötü yıllarıydı. Bu süreç 1968’e gelindiğinde devrimci yolcu fikirlerin pratiğe dönüşeceği bir rüzgara dayanmıştı. Sermaye ve burjuva 1968’deki devrimci atağı göğüsledikten sonra tehlikenin boyutunu kavrayarak karşı atağa geçti. Dünyada tarihin aklına uygun şekilde ilerleyen ülkelerde karşı devrim süreçleri hızlandı.
Avrupa’da yükselen, o zamanın ifadesiyle ‘yeni sol’, daha kapsayıcı bir ifadeyle ‘neoliberal sol’un doğum süreci kabaca budur. Sistem içi sol dalga, devrimci pratikten arınmış sol örgütler idare-i maslahatçı söylemlerle (sosyal demokrasi, yeni Troçkist söylemler, turuncu devrimler, devrim ithal etme fikirleri vb.) ortaya çıkmaya başladı. Buradaki asıl sorun ise; sol yapmış olduğu en kudretli tespiti, asıl çelişmenin kaynağının emperyalizm olduğunu, unutmaya başladı. Bu süreçte solun yaşadığı dönüşümün en büyük meyvesi -iktidar olsun ya da olmasın- küresel sermaye ve büyük burjuvanın muktedir kalmasını sağlamak oldu. Sol varlık sebebiyle temelden çelişen bir dönüşüm yaşadı. Avrupa’nın 1968 sonrası yaşadığı bu rüzgarı Türkiye 1980 sonrası yaşadı ve Türk solunda ciddi dönüşümler oldu.
Emperyalist bir saldırı ile karşı karşıya kalan ülkeler, sol paradigmalara göre, bu saldırıya karşı anti-emperyalist ve geniş cephede karşı koyması gerekir. Ama artık sol siyaset temel aldığı emperyalizm çelişmesini silikleştirmiş, göz ardı etmeye başlamıştır. 1991’de SSCB’nin dağılması ile emperyalist atağın hızlanmasına karşı sol işte bu yüzden çaresiz kalmıştır.
Marksizme göre emperyalist çelişmenin temeli sınıfsaldır. Zaten tarihteki tüm savaşların kaynağı ekonomik sınıfların çekişmeleridir. Fakat neoliberal rüzgar çelişmeyi sınıfsal temelden koparıp kimlik, yaşam tarzı gibi liberalizmin siyasi-sosyal okumalarını yaptığı terminolojiye sıkıştırmaya çalıştı. Türkiye’de de sol siyasetin giderek kimlikçi söylemler kazanması 12 Eylül’ün üstünden dozer gibi geçtiği devrimci yolcu sol çizginin silikleşmesi yaklaşık 10 yıl gecikmeli de olsa dünya ile uyumlu şekilde yaşandı. Tabi burada konuyla doğrudan ilintili NATO ve Süper NATO kavramlarına bir parantez açmak zorundayız. Özellikle 1991’de SSCB kalesinin de düşmesi ile neoliberal ataklar bu kurumların tetiklemesiyle hızlandı.
Burada dikkat çekmek istediğim iki şey:
- 1991 sonrası dayatılan tek kutuplu dünya düzeni ve küresel jandarma misyonu edinen NATO‘nun son 25 yılda yaptıkları (NATO misyonunun yenilenmesi, Yugoslavya’ya NATO müdahalesi, 1. Körfez Savaşı, Arap Baharı ile Ortadoğu halklarına müdahale gibi)
- Türkiye’de Süper NATO dinamikleri sonucu hazırlanan Amerikancı 1980 darbesi ve sonuçları (24 Ocak kararları, Fethulahçılığın gözle görülür yükselişi, neoliberalizm ve küçük ABD olma hevesleri)
Türkiye’deki resme biraz daha eğilecek olursak; 1980 öncesi hem sokakta hem de sandıkta başarıya yaklaşmış gerek devrimci yol pratiği gerekse milli demokratik devrim tezleri Amerikancı darbe ile dağıtıldı. Kimlikçilik artık SHP, HADEP gibi partilerle solda ön almaya başladı. Tabi burada PKK’nın ortaya çıkışı toplumun sınıfsal olarak dünyaya bakışının engellenmesinde belirleyici oldu. PKK’nın ortaya çıkışını bu konuda hem sebep hem de sonuç kısmında değerlendirebiliriz. Türkiye’yi küçük ABD yapma hedefinde olanları iktidara taşıyan 1980 NATOcu darbesi önce Süper NATO ile darbe dinamiği hazırladı.Amerikancı darbeye ortam hazırlamak için kaşınan olayların artması ile Türkiye kimlikçi politikalara hazır hale geldi. Başbağlar, Maraş gibi mezhepçi zorbalıkların üstüne PKK etnikçi terörü, Madımak katliamı gibi olaylar eklenerek arttı ve Türkiye’de toplumun siyasete bakışı etnik kimlikler ve mezhepler üzerinden şekillenmeye başladı.
Bu senaryo içerisinde 1980 öncesi eski solcu, kamuoyundaki isimlerin çoğu liberalleşmeye, Marksizmi suçlamaya başladı. Onlar da tek kutuplu dayatmayı kabullenerek ulusal kurtuluş mücadelesinin sol pratikteki yerini çöpe atmaya çalıştı. (Bu yıllarda yaşanan bu tehlikeli dönüşüme karşı çıkan isimler de oldu elbette: Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy gibi aydınlar solun köklerini ısrarla hatırlattı. Maalesef katledildiler. İlhan Selçuk bu aydınlar arasında solun özünü, anti-emperyalist çizgiyi savundu, gerici kumpas sonucu hayatını kaybetti. Attila İlhan, keza, sol terminolojiyi ısrarla savunan ve milli kurtuluş safhasının altını çizen bir aydın olarak o süreçte mücadeleler verdi.)
Neoliberal sol içeride ve dışarıda fonlanarak güçlenmeye, küreselleşmeci şemsiyenin solunda kendine yer bulmaya başladı. İngiltere’de Tony Blair ekolü, Türkiye’de sosyal demokrasi (SHP) ve radikal demokrasi (HDP) tezleri adı altında kimlikçilik solun göbeğine oturabildi. Bu dönüşümde sol kendi dilini çaldırdı. Anti-emperyalist cephe unutuldu. Milli demokratik devrim tezlerini bırakın ‘milli’ kelimesi sol mahallelerden dışlandı. Devrimci yol pratiğini yenilmeye mahkum olan Troçkist argümanlar aldı. İşte solun yakın geçmişinde ve geldiğimiz yerde yaşadığı sıkışmışlık budur. Bu sıkışmışlıkta sol iktidar olsa dahi çözüm getirecek muktedir pozisyona geçemedi, sistemi sarsamadı. İşte İngiltere’de Tony Blair iktidarları, işte Yunanistan’da yapay Syriza rüzgarının tıkanmışlığı, işte Fransa’da Hollande’ın çöpe attığı umutlar, işte Türkiye’de DSP’nin göbeğinde olduğu koalisyon… Sol şunu hatırlamak ve doğal mevzisine geri dönmek zorunda: Çelişmenin kaynağı emperyalizmdir! Bugün Türkiye’de Amerikan karşıtlığı %72’ye ulaşmıştır ve dünyada bu tavırda olan birkaç ülkeden biridir. Türk halkı ABD’ye kaşını gözünü beğenmediği için mi karşı çıkıyor? Bayraklarını çirkin buldukları için mi karşı çıkıyor? Türk halkı ülkesinde darbe yapmaya çalışarak insanları öldüren, kendisini sokaklarında katleden terör örgütlerine silah veren, bölgede emperyalist tavırlar sergileyen bir ülkeye karşı çıkıyor. Halk anti-emperyalist olmuş ama sol siyasetçiler/örgütler anti-emperyalist tavrı sergileyemiyor. Ülkede beka sorunları var, sol terminolojinin tam ortasında olan ‘vatan’, ‘milli’ gibi mefhumlara sol siyaset sahip çıkmıyor. Ulusal kurtuluş mücadelesinin demokratik örgütü CHP ‘illiberal demokrasi’ geliyor korkusunu dışarıya pazarlayarak güçlenmeye çalışıyor, Neoliberal solun en güncel versiyonu HDP etnikçi, radikal demokrat tezlerin arasında sıkışıp PKK terör örgütüne kuyruk oluyor. Karşıda ise can korkusuyla pro-ulusçu refleksler göstermek zorunda kalan sağcı bir iktidar var ve bu sola karşı seçimleri kazanıyor.
Öz ve sade şekilde söyleyelim: Türkiye’de solu paramparça eden Süper NATO dinamikleri, Fethullahçılık vb tasfiye edilmeye hazır haldeyken sol yeniden silkelenip büyük bir rüzgar yakalayabilir. Türk solu batırıldığı yerde debelenmeye devam edemez, devrimcilik toplumun hangi tarihsel süreçte olduğunun tespitini yapıp ilerici tavır sergilemektir. Bugün Türk solu ulusal kurtuluşçu, milli ve demokratik tavra bürünmek, 1923 ilerici devrimini sonuna kadar savunmak ve köklerini hatırlamak zorundadır. Sol milli burjuva demokratik devrimini dahi tam anlamıyla tamamlamamış bir ülkede tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir fikri savunur. Neoliberalizm buhran yaşarken neoliberal sol çizgide ısrar etmek iktidarı elinin tersiyle itmektir. Anti-emperyalist, ulusçu, cumhuriyetçi, halkçı bir sol kimlikleri savunmak zorunda bırakılan, yaşam tarzına indirgenmiş siyasetten hep daha ilerici tavırlar sergileyecektir. İşte 1923, 1968, 1974… Hem bu küreselci tavırla iktidara gelinse, The Guardian’a verilen liberal demokrasi taahhütlerini yerine getirmek amacıyla seçim kazanılsa, bir terör örgütüne tavır koyamadan kimlikçi tezlerle meclise girilse ne olacak? Bugünkü tablo sol için büyük fırsatlar barındırmakta, solun önündeki engel solun geldiği çizgiden başkası değil.
Kaynakça
- http://www.muasir.org/2016/12/20/dili-caldirmak-can-ali-cetin/