Almanya dünyanın en büyük ekonomisine sahip dördüncü ülkesi. Konu böyle güçlü bir ülke olunca o ülkenin başındaki kişinin ünvanı da o derece büyük oluyor. Angela Merkel, Almanya’nın ebedi şansölyesi, Avrupa ve dünya basınında “Avrupa’nın Kraliçesi” olarak tanınıyor. 16 yıldır sürdürmekte olduğu başkanlığı boyunca verdiği savaşlar ve elde ettiği başarılar dolayısıyla dünyadaki en güçlü kadınlardan biri olmasının yanı sıra dünyadaki en güçlü isimlerden biri. İktidarda olduğu süre boyunca sadece Almanya’ya değil aynı zamanda dünyanın en büyük ekonomi birliği olan AB’ye de liderlik etti. Şimdi ise Berlin’deki Başbakanlık Ofisi’ne ve koltuğuna veda etmek için gün sayıyor.
Angela Merkel, yanlıları tarafından sağduyulu, uzlaşmacı, mütevazı ve ağırbaşlı olarak nitelendirilirken karşıtları, ki sayıları oldukça fazla, tarafından hantallık, vizyonsuzluk ve duygusuzlukla suçlanıyor. İktidarda olduğu dönemde izlemiş olduğu mülteci politikası yüzünden vatandaşları ve muhalifleri tarafından sıklıkla eleştirilirken, ekonomik kararları eleştirenleri tarafından kulis arkasında sevenleri tarafındansa sahne önünde alkışlanıyor. Avrupa’nın Kraliçe’sinin tacının devir teslim törenine geçmeden önce politik hayatına hızlıca bir göz atmakta fayda var.
Angela Dorothea Kanser, Soğuk Savaş sırasında Temmuz ayında Hamburg’ta dünyaya geldi. Doğu Almanya’da yaşamasından kaynaklı olarak çok iyi Rusça öğrendi. Bununla da yetinmeyip ve babasının da isteğiyle genç yaşta komünist örgütlere üye oldu. Politika ile genç yaşta tanışan Angela, Berlin Duvarı’nın yükselişini ve etkilerini tüm gençliği boyunca yaşadı. Fizik ve Kimya eğitimi aldıktan sonra üniversitede tanıştığı ilk eşi olan Ulrich Merkel ile evlendi. 5 sene süren evliliklerinin ardından boşanmalarına rağmen soyadını değiştirmeyi reddetti ve hayatının bundan sonraki döneminde Angela Merkel olarak tarihe geçti. Kuantum Kimyası üzerine tez yazıp Almanya’nın en prestijli akademilerinden biri olan Adlershof Pozitif Bilimler Akademisi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlamasına rağmen politikaya olan ilgisine yenik düşüp Merkez Sağ aktivistlerden oluşan Demokratik Uyanış partisine üye oldu.
Hayatı boyunca giyim ve yaşam tarzını oldukça minimalist ve sade tutan Merkel, halka ve tabana yakın bir imaj çizmeye hep özen gösterdi. Gösterişli kıyafetlerden ve abartılı mimiklerden kaçındı. Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinin ardından kendine amaç olarak belirlediği birlik halinde bir Almanya ideali için dönemin en büyük partisi olan Hristiyan Demokratlar’a (CDU) katıldı. Erkek egemen ve muhafazakar temelli bu partide Doğu Almanya kültüründe yetişmiş bir kadın olarak yer alması çok fazla tartışmaya yol açtı. Parti lideri ise Merkel’i Doğu ve Batı’nın birleşebileceğini gösteren bir sembol olarak gördüğünden partisinde yer vermekle yetinmeyip halka “Küçük Kızım” olarak tanıtmayı tercih etti.
Ataerkil ve ilkel bir anlayışla halka tanıtılan ve sevdirilen Merkel, kadına en uygun görülen “Kadın, Gençlik ve Spordan Sorumlu Bakanlığı’nın başına getirildi fakat hırsı ve çalışkanlığı sayesinde bir süre içinde parti liderinin gözüne girmeyi başaran Merkel 1994 yılında kabinedeki tek kadın olarak Çevre Bakanlığı’na atandı. Dönemin erkek siyasetçilerinin hükmedici ve emredici didaktik tarzından çok farklı bir yaklaşım izleyen Merkel kısa sürede pek çok başarıya imza attı.
Eylül 2005 senesindeki genel seçimlerde yalnızca yüzde 1 farkla rakibi Schröder’i geçen Merkel, büyük bir koalisyon devleti kurarak Almanya’nın ilk kadın şansölyesi ünvanına sahip oldu. İktidarının ilk yıllarında piyasa yanlısı olması ve özgürlükçü ekonomi anlayışıyla ünlenmesine rağmen gençliğinde aldığı sosyalist idealizmin ışığında sendikaları ve sosyal devlet anlayışını destekleyen yaptırımlar uyguladı. İşçi ve iş verenin kanun önünde eşit olucağı düzenlemeler yapılmasına ön ayak oldu.
Siyasi hayatının başında nükleer enerji yanlısı politikalara sahipken Japonya’da yaşanan felaket sonucunda açığa çıkan ve ivme kazanan yeşil hareketinin geleceğini öngörerek ülkesindeki tüm nükleer santralleri kapattıracağı açıklamasını yaptı. Bu örnek gibi sayısız sefer kullandığı adapte olabilme yeteneği ve öngörüsü ile başka dünya liderleri tarafından çokça takdir edildi, edilmeye de devam ediliyor.
Merkel, iktidar sürecinde daha ılımlı ve Avrupa ile bağları kuvvetli bir Almanya yaratma amacına uygun bir yol izlerken ketum ve mütevazı tarzından hiçbir zaman ödün vermedi. Apartman dairesinde kendisi gibi kimyager olan ikinci eşiyle beraber normal bir aile gibi kendi alışverişini kendi yapan, gerektiği koşullarda ekonomi uçan, kendini halktan soyutlamayı reddeden bir dünya lideri oldu.
Başkanlık görevini 2021 yılının Eylül ayında yapılan seçimlere kadar sürdürdü. 16 yıllık muhafazakar parti yönetiminin ardından Almanya vatandaşları Hristiyan Birlik Partileri’ne (CDU) tarihinin en düşük oy oranını, %24,1 ile ikinci olarak, aldırarak partinin 16 yıllık liderliğini Sosyal Demokrat Parti’ye (SDP) bıraktı. Almanya’da kurulacak yeni hükümet için koalisyon görüşmeleri halen devam etse de Merkel için koltuğunda geçireceği son saatlere çoktan girildiği biliniyor.
Peki Almanya’nın ileriki yıllardaki politik dalgalanmasında; Merkel’in izlemiş olduğu politikalar sebebiyle giderek artan mülteci nefreti ve aşırı sağ partinin (AfD) 84 milletvekili çıkararak ülkede en güçlü dördüncü parti konumuna yükselmesi mi yoksa 16 sene sonra iktidar partisi olmayı başararak Sosyal Demokrat Parti mi daha etkili olucak? Bu sorunun cevabını şimdilik sadece zaman gösterecek. Yine de İspanya ve Fransa’dan sonra şimdi Almanya’nın da eklenmesiyle Avrupa’da giderek artan sol tabanlı partilerin iktidarının birkaç sene içinde nasıl bir Avrupa profili çizeceği merak konusu.