“ Biz kadınlar cins olarak eziliyor ve sömürülüyoruz.
Erkek egemen toplum ve bu toplumun geliştirdiği bütün baskı aygıtları yani devlet ve himayesindeki aile, hukuk, sağlık, eğitim, bilim, güvenlik kurumları bu egemenliği örgütlüyor.Biz kadınlar ev içinde yaşamaya, ev işine ve analığa mahkum doğuyoruz. Ev dışındaysa, ancak ucuz ve statüsüz işlerde ücretli çalışabiliyoruz. Doğurma hakkımızı ancak evlilik içinde kullanabiliyoruz. Bir kez evlenince doğurmama hakkımız yok. Buna karşılık doğum kontrolünden sadece biz sorumlu tutuluyoruz. Doğurduğumuz ve büyütme yükünü yalnız çektiğimiz çocuklar da babaların sayılıyor.
Resmi tarih, bilimler, sanat ve estetik, din ve dil erkekler tarafından, erkekler için, erkeklere göre üretiliyor. Biz bu alanların öznesi olmuyoruz; bu alanlara girmemiz engelleniyor.
Kadınlar üzerindeki egemenlik aşktan şiddete her türlü yöntemle sürdürülüyor. Bu şiddet, dayaktan, sarkıntılık, tecavüz ve öldürmeye kadar çeşitli biçimler alıyor.
Biz feminist kadınlar, kaderimizi biçimlendirme hakkımızı kullanarak bedenimize, emeğimize, kimliğimize, tarihimize, geleceğimize sahip çıkmak istiyoruz.
Bedenimize, emeğimize, kimliğimize, tarihimize ve geleceğimize el konuyor.
Ev içinde ve dışında emeğimize erkekler ve sermaye tarafından el konulurken, tek tek kadınlar olarak aile kurumu içinde ve dışında erkeklerin vesayeti altında tutuluyoruz.
Ev içinde ve ev dışında (tarım ve küçük üretimde) emeğimiz yok sayılıyor; boğaz tokluğuna çalıştırılıyoruz.
Cinselliğimiz bizim dışımızda tıp, pornografi, sanat, kitle iletişim araçları, din ve toplum bilimleri tarafından tanımlanıp belirleniyor; bedenimize yabancılaştırılıyoruz.Cinselliğimiz evlilikte ve fuhuşta satın alınıyor; evlilik dışında gayrimeşru sayılıyor ve evlilik içine hapsolunuyor.
Kadınların baskı altına alınması eğitim eksikliği ve geleneksel toplumun kalıntısı gibi gösterilerek, kurtuluş mücadelemiz engelleniyor.
Bedenimize, emeğimize, kimliğimize el konuyor. Böylece erkekler bizim sırtımızdan yaşıyorlar, bakılıyorlar; besleniyorlar; bilgi ve sermaye biriktirdiklerinde bunu da bizim sırtımızdan yapıyorlar, yani toplumun tüm iktidar mekanizmalarını denetliyor, bize tahakküm ediyorlar.
Bütün kadınları ezilmişliğimizi fark etmeye, ezilmişliğimize karşı tavır almaya, dayanışmaya, örgütlenip çıkarlarımız için mücadele etmeye çağırıyoruz. “
KADINLAR KURTULUŞUMUZ İÇİN EL ELE!
Kadınların Kurtuluşu Bildirgesi
Feminizm, kadınların kurtuluş mücadelesi, toplumsal adalet projesidir. Kadınlık ve erkeklik arasına çizilen ayrıma dayanmakta, toplumsal cinsiyet kavramını sorunsallaştırmaktadır. Bu mücadele, cinsiyet rollerinin üretmiş olduğu ikiliklere saldırmakta ve aralarındaki iktidar ilişkilerini yıkmaktadır. Modernitenin ürünü olan bu ikilikler, kadın-erkek kimliklerinde, rasyonel düşünen-duygusal olan, aktif-pasif, baba-anne, içerde olmak-dışarda olmak vb. olarak görülmektedir. Bu ikiliklerin yarattığı rollerden bir kısmı değersiz görülürken bir kısmına daha fazla değer atfedilmektedir. Erkeklikle ilişkilendirilen roller değerli, kadınlıkla ilişkilendirilenler değersizdir. Feminizm bu ikilikleri yıkmaya çalışırken yine bir ikiliğin içine hapsolmaktadır. Kadını özgürleştirmek için kurulan adalet projesi, erkeklik ve kadınlık ikiliği üzerinden kurulan bir siyaset kurgusudur.
Üçüncü Dalga Feminizm, kadın-erkek ikiliğine, ikiliğe indirgenmiş farklılık sorununa feminist hareketin öznesini değiştirerek çözüm aramıştır. Üçüncü Dalga Feminist Hareket’in öznesi sadece kadın değildir, antimilitarist ve ekolojist gruplar hareketle ilişkilidir. Üçüncü Dalga’da, öznellik vurgusu öne çıkmakta, İkinci Dalga’daki kadınların öznelliği tartışması bireysel ya da grupsal temelde tanımlanan öznellik ekseninde devam etmektedir.
[box_dark]Üzgünüm Beyaz Kız kardeşim, SIRA BENDE![/box_dark]
Üçüncü Dalga Feministleri, 70’lerin ikinci yarısından itibaren, kendilerini “anneler nesli” olarak tanımlanan Birinci Dalga’dan ayırmak için “kız kardeşlik” ortaklığını kullanan İkinci Dalga feministlerine “anneler” adını vermiş, kendilerini onların devamı olarak gördükleri için “kızlar” demişlerdir. Feminist harekette, “kızları”, “anneleri”nden ayıran farklılıklar bulunmaktadır. Üçüncü dalga feministlerin, “kızların”, temel argümanı kadın hareketi hak taleplerinde ya da aktivizm içerisinde devam ettirildiğinde, mücadelenin ulus-devlet sınırlarının ötesine geçememesidir. Sınırlara sıkışmışlığı, beyaz kadın deneyimi gözler önüne sermektedir. Bu anlamda, feminist hareket kazanımlarını Anglo-Amerikan ve Batı Avrupa dünyasında belirli bir sınıftan ya da etnisiteden kadınların hakimiyeti altında ve onların hakimiyeti üzerinden, zaman zaman diğer kadınların taleplerini dışlaması üzerinden edinmiştir. Üçüncü Dalga’da, bu tek tip kadınlık anlayışı yıkılmış, mücadele beyaz kadınların tekelinden çıkmış, ögrütlenme biçimi amorf bir yapıya dönüşmüştür.
Amorf yapılanma, post-kolonyal çalışmaları da içeren bölük pörçüklük, dağınıklık üzerine kuruludur. Üçüncü Dalga’daki çok kimliklilik, parçalılık, öznellik toplumsal yapının analizini ve eleştirisini buna bağlı olarak yapıya karşı bütünsel bir muhalefet stratejisi geliştirmeyi zorlaştırmaktadır. Harekette çeşitlilikle birlikte muhalefet örülmeye çalışırken ortaklıkta sorunlar yaşanmıştır. Kadın hareketi iç çatışmalarla, anlaşmazlıklarla sekteye uğramış, zaman zaman, ortak seste buluşamamışlardır.
[box_dark]Geri Tepme: Türkiye’de Vajina Bekçiliği[/box_dark]
Üçüncü Dalga’nın ortaya çıkışıyla beraber, İkinci Dalga’nın ve kazanımlarının görünmez hale gelmiştir. Susan Faludi’nin, “geri tepme” (backlash) olarak kavramsallaştırdığı bu durum, kazanımların tersi yönünde politika oluşturma gereğinin politikacılar, karar alıcılar tarafından dile getirilmesiyle, medyada feminizm algısının gittikçe olumsuzlaşmasıyla belirginleşmiştir.
Kadın hareketi içerisindeki kadın haklarını savunarak feminist olmama argümanlarının yaygınlaşması feminizm açısından bir geri tepmedir. “Ben feminist değilim, ama tabii, kadın haklarını savunurum” söylemi Türkiye açısından kadın mücadelesinin, dönemlerin geri tepmesi anlamında açık ve yaygın bir örnektir.
Türkiye’de feminist söz hiçbir zaman yaygın ve kabul edilebilir olmadığı için geri tepmenin feminist kazanımlarda değil de, kadın
haklarında olduğu söylenebilir. Türkiye’de “Kadınlarımızı sevmeliyiz,” –Nesli tükenen pandalardan söz ederken de aynı ifade kullanılıyor- söylemi, kadın haklarının tanınması gerektiği nüfusun %90’ı tarafından kabul edildiği ancak AKP iktidarında algının değiştiği görece “devlet feminizm”i ortadan kalktığı için bu konuda bir geri tepmeden söz edilebilmektedir. Bu geri tepme, “Kadın, erkek eşitliği diye bir şey yoktur,” cümlesinin doğrudan karar alıcılar ve kanaat önderleri tarafından dile getirilmesine kadar ileri gitmiştir.
[box_dark]Queer ve Cinsiyet Tanımları[/box_dark]
Queer, kimliğin eleştirisi ve o kimliğin nasıl kullanılacağına ilişkin bir düşünce pratiğidir. Queer teorisi, kadın-erkek eşitliğini vaadeden feminizmin sunduğu gibi bir gelecek ütopyası sunmamaktadır. Queer’in temelinde, belirsizlik, muallaklık vardır. Queer geleceğe yönelik bir niyettir ama o gelecekte ne olacağının bilinmezliğini içerisinde barındırmaktadır. Queer hareket, akışkan kimlik modelleri oluşturmaktadır. Toplumsal cinsiyet ve biyolojik cinsiyet ayrımını, Üçüncü
Dalga hareketi kapsamında keskinleştirmiştir. Queer, vajinaya ya da penise göre girilen kadınlık ve erkeklik rolleriyle toplumsallaşmasının, cinsel organlarla- toplumsal cinsiyet roller arasındaki ilişkinin çarpıklığını gözler önüne sermiştir. Bu yalan ilişkinin kırılabilirliğini savunmuş, cinsiyetin toplumsallaşmanın ürünü olduğunu göstererek çok çeşitli kadınlık ve erkeklik tanımlamalarında bulunmuştur.Queer hareketi, feminist politikanın interseks bireylerle, transeksüel bireylerle, trans kadınlar ve erkeklerle ilişkili olmasını sağlamış; cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsellik kavramlarını yeniden tanımlamıştır. Kadınların erkeklikleri ya da erkeklerin de kadınlıkları arzulayabileceğini ve bu rolleri alabileceğini savunarak, toplumsal cinsiyeti sökmeye çalışan Üçüncü Dalga’nın kadın-erkek tanımlarının arasına bir spektrum eklemiş, feminist hareketi özgürleştirmiştir.
Queer hareketi, feminizmden farklı olarak porno üretiminine-kadın cinselliğini erkeğin arzusunu tatmine hizmete etmeye odaklayan erkek egemen pornolar dışında- karşı çıkmamıştır. Porno marjinalleştirilmiş, dışlanmış ve norm dışına düşürülmüş cinselliklere yer veren bir alan olarak cinselliği konuşma, şimdiye kadar norm olan cinsellikleri eleştirme ve onları yıkma aracı olarak görülmüştür.
Porno, bu anlamıyla, hem cinselliği konuşmayı, hem de yaşamayı belirleyen engellerin hepsine karşı isyan içeren, bunları değiştirip, dönüştürüp, yıkmaya ve cinselliği değişik, özgür şekillerde yaşamanın önünü açmaya yarayan bir araç haline gelmektedir.
[box_dark]Son Dalga: Ortak Olmasa Da Yaraları Var Hepimizin[/box_dark]
Üçüncü Dalga Hareketi, feminizmi siyasal bir talep olmaktan çıkarıp, bir kimlik arayışına, akademik ve teorik bir uğraşa dönüştürmüştür. Çoğullaşma, akılcılık, çapraz kimlik kavramları iktidar-güç ilişkileri bağlamından uzakta tartışılmaktadır. Kapitalizm, ileri kapitalizm, neoliberalizm, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, giderek merkezileşen bir iktidarın, T.C. kimlik numaralarıyla bütün hayatımızı sürekli izleyen ve kontrol edebilen, varlığı düşünüldüğünde, bu yapılanmanın karşısında ortak hareket edebilme alanına sahip olmakta zorlanan bir mücadele haline gelmiştir.
Üçüncü Dalga hareketi, öznelleşmiş feminizm anlayışıyla ortaklıkları kısıtladığının farkındadır. Queer teorisi, kimliklerin sürekliliğini, farklılıkların ayırt ediciliğini reddederek mücadeleye çıkış yolu sağlamıştır. Herkesin bir yarası vardır; yaraların farkına varıldıkça onlar, Kürt’ün yarası, lezbiyenin yarası olmaktan çıkıp sosyal adalet üzerinden ortaklaşarak hareket edebilme alanları sağlayacaktır.
Bu yüzden “Hepimiz Hrant için mücadele etmeliyiz!”
Bu yüzden “Velev ki ibneyiz!”
Bu yüzden “Jîn şer Naxwazin, aşitî dixwazin!”
Ve Üçüncü Dalganın tüm olumsuzluklarına, yarattığı tüm çatışmalara rağmen
YAŞASIN FEMİNİST MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!