Bu yazımda Avrupa Tarihi’nin önemli bir şahsiyetinden bahsedeceğim. Eğer bugün Almanya isminde bir devlet tarih sahnesindeyse ve 20. yüzyılda özellikle dünya savaşları boyunca dünya siyasetinin merkezinde yer aldıysa, Otto von Bismarck bu konuda en büyük pay sahibidir.
Günümüzde Almanya’ya ait olan topraklarda 1800’lü yılların başında küçük parçalar halinde birçok Alman devleti bulunuyordu. Hepsi aynı ırktan olmalarına ve büyük oranda aynı dili konuşuyor olmalarına rağmen bölgede birleşik bir Alman devleti bulunmuyordu. Viyana Kongresi, Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun yerine çok devletli bir Alman Konfederasyonu’nu devreye sokmuştu. O dönemin en çok öne çıkan ve gücünü hissettirebilen Alman devleti Prusya’ydı. 1815 yılında Schönhausen’da dünyaya gelen Bismarck, 1848’den itibaren Meşruti Monarşi’yle yönetilen Prusya’nın birleşik Almanya ülküsünü gerçeğe dönüştüren devlet adamı olacaktı.
Aristokrat bir aileye mensup olan Bismarck annesinin isteği doğrultusunda Hannover’de hukuk ihtisası yaparak devlet adamı olma yolunda ilk adımını attı. İyi bir öğrenci değildi, eğlenceye düşkündü. Annesinin ölümünden sonra ekonomik zorluklar yaşayan babasının yanına yerleşti. Fıtrat olarak politikaya yatkın değildi, babasının yanında şehirden uzakta yaşadığı hayatı her zaman özlemde andı.
Fransa’da Talleyrand’ın Fransız Devrimi’ne yakın duruşunun aksine Bismarck 1848’deki devrime oldukça mesafeli yaklaştı, hatta acımasızca eleştirdi. O dönemdeki aşırı muhafazakâr görüşleri gereği Prusya’nın çoğunluğunu oluşturan köylü ve zanaatkârlardan yana tavır aldı, devrimin eğitimli orta sınıfı koruduğunu savundu. Aynı zamanda, Alman milliyetçiliğine de uzak bir tavrı vardı, Prusyalılığı savunuyordu. Ancak, zaman içinde bütün bu konularda önemli fikir değişiklikleri yaşadı. Özellikle Frankfurt’ta üstlendiği Alman Konfederasyonu Prusya Temsilciliği görevi sırasında orada gördüğü Avusturya etkisi onu Alman milliyetçiliğine yöneltti.
Hayatındaki en önemli dönüm noktalarından biri, Johanna von Puttkamer’le evlenmesiydi. Eşinin inancı olan Lutheranizm’i benimsedi, inancında yaşadığı değişim devlet görüşünde de etkili oldu. Devletin Hristiyan bir kimliğe bürünmesi gerektiğini savundu. Katı bir muhafazakâr altyapıya sahipti ve siyasi kariyeri boyunca liberal ve sosyalist çevrelere mesafeli durdu. Kraliyete yakın duruşuyla ise kariyeri boyunca kralların sevdiği bir devlet adamı oldu. Nitekim, Prusya Kralı I. Wilhelm’in onu 1862’de başbakan olarak ataması bu duruştan kaynaklandı. Bu yetkiyi eline aldıktan sonra Almanya’nın birleşmesi fikrini pratiğe dökmesi hızlanmış oldu.
Bismarck’ı döneminden farklı kılan en önemli özelliği, Paris’te büyükelçi olarak bulunduğu III. Napoleon zamanında gördüğü yönetim örneğinden etkilenmiş olmasıydı. Böylece artık eski muhafazakârlığından farklı olarak eğitimli ve varlıklı orta sınıfın da önemini kavrayan bir devlet adamı olmuştu.
1860lı yıllarda ortaya çıkan savaşlar Bismarck’ın Almanya’yı kurma serüveninde kilometre taşı oldu. Prusya ve Avusturya’nın Danimarka’yı mağlup ederek Schleswig ve Holstein’ı ele geçirmeleri Prusya’daki liberal muhalefetin ordu harcamaları üzerindeki vetosunu kaldırmasa da, Bismarck’ın elini güçlendirdi. Bismarck bu dönemde Prusya Kralı I. Wilhelm’in parlamentoya dayatmaya çalıştığı askeri harcamaları artırma planının da silahşörlüğünü yapmak durumundaydı.
Avusturya, Orta Avrupa’nın en büyük gücüydü ve güçlü bir Almanya için Avusturya’nın etkisinin güneye çekilmesi gerekiyordu. Bismarck bunu gerçekleştirebilmek için Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun içindeki Macarların milliyetçi ayaklanmalarını destekledi. İtalya’yla dostluk anlaşması imzaladıktan ve Rusya’nın saldırmayacağından emin olduktan hemen sonra Prusya, Avusturya’ya verilen Holstein’ı işgal etti. Avusturya ve yanında savaşa giren küçük Alman devletleri mağlup edildi. Bismarck akıllı bir hamleyle Avusturya üzerine olan yürüyüşü erkenden durdurarak barış yaptı, böylece bir dünya savaşını engelledi, ancak Prusya’ya karşı savaşa giren küçük devletlerin tamamını ilhak etti. Almanya’nın birleştiğini gören Prusyalı liberallerin Bismarck’a destek vermesiyle 1867’de Kuzey Alman Konfederasyonu kuruldu. Bu, sadece bir adımdı.
Bismarck’ın Güney Almanya’yı ikna metodu çok daha farklıydı: Fransa’ya karşı körüklenen bir savaşla Alman milliyetçiliğini bir tutku haline getirmek. Bu ihtimal dışında güneydeki Almanların Kuzey Konfederasyonu’na kendi istekleriyle bağlanması mümkün görünmüyordu. İspanya tahtının 1869’da Prusya Kralı’nın kardeşine sunulması fitili ateşledi. Fransa Prusya’ya bunu reddetmesini teklif ettiyse de I. Wilhelm kendi bildiğini okudu, tahta ortak olmama sözü vermedi. Fransa İmparatoru III. Napoleon bunu bir tehdit olarak algıladı ve Prusya’ya savaş ilan etti. 1870’de yapılan savaşta Fransa’nın uğradığı ağır yenilgi Almanya’nın yolunu açmış oldu. Alman İmparatorluğu, güneydeki devletlerin katılımıyla Ocak 1871’de kuruldu. Bismarck, Almanya’yı tek devlet haline getirdi ve üç büyük zafer sonucunda Avrupa’nın en güçlülerinden biri olmasını sağladı.
Fransa’yı uzun süre Almanya’yı tehdit edecek şekilde kendine düşman eden Otto von Bismarck, yeni imparatorluğun şansölyesi sıfatını aldı. Uzun vadede stratejik planlar yaptı. Barışı Almanya’nın tanınması için ilk şart olarak görüyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla Balkanlarda filizlenen Habsburg-Rus çatışmasını Almanya, Avusturya-Macaristan ve Rusya arasında yapılan bir üçlü anlaşmayla dindirmek istese de 93 Harbi’yle bu anlaşma bozuldu. Bismarck, Berlin Konferansı’nı topladı ve Rusya’yı dizginleyerek barışı mümkün kılan taraf oldu.
Otto von Bismarck, 19. yüzyılın sonlarında Almanya’yı birleştirmesiyle 20. yüzyılın Avrupa’sını şekillendirdi. Birinci Dünya Savaşı’nın birincil sebebi olan gizli anlaşmalardan birkaçında parmağı olsa da kendi döneminde işine yarayacak derecede bir barışın Avrupa’da hüküm sürmesini sağladı. Alman milliyetçiliğini uyandırdı ve dünya savaşlarının iddialı Almanya’sını besleyen fikrin mimarı bir devlet adamı olarak akıllarda ve tarih kitaplarında yer etmeyi başardı.
[box_dark]KAYNAKÇA[/box_dark]