14.yüzyılın ortalarında bir gün, doğudan bir gemi bir İtalyan limanına yanaştı ve bir daha hiçbir şey aynı olmadı. Bugün Kara Veba ismini verdiğimiz hastalık ilk kez 1330’ların başında doğuda baş gösterdi. İlk çıktığı yer konusu tartışmalı, zira kaynaklar Çin, Hindistan, Orta Asya gibi çeşitli coğrafyaların hastalığın kaynağı olduğu iddiaları ile dolu. Lakin nereden çıktığının çok bir önemi yok. Zira nereden çıkarsa çıksın, hastalık ayrım göstermeden bütün Avrasya’yı vurdu. Hastalık doğudan ticaret yollarıyla batıya geldi. Önce İran ve Kafkaslar, sonra Anadolu ve Ortadoğu hastalıktan kırıldı. Lakin buralarda hastalık her ne kadar ölümcül olsa da, Avrupa diğer bölgelerden çok daha sert darbe yedi. Hastalığın Avrupa ayağı Kırım’dan Sicilya’ya gelen Ceneviz gemileri ile başladı. Hastalığı beraberinde getirmiş olan gemiciler sayesinde kısa sürede hastalık tüm adaya yayıldı ve daha sonra Kuzey İtalya’da Pisa ile başlayarak salgınlar çıkmaya başladı. Hastalık o dönemde dünya ticaretinin merkezi olan Kuzey İtalya’dan bir iki yıl içinde İzlanda dahil bütün Avrupa’ya yayıldı.
Peki nasıl bir şeydi bu hastalık? Tıbbi bir açıklamadan önce hastalığı Decameron’un yazarı ve Kara Veba’nın canlı şahidi Boccaccio’dan dinleyelim: “Hastalık kadın erkek ayırt etmeksizin çirkin kafasını ilk kez kasıklar ve koltuk altlarında ortaya çıkan tümörler(hıyarcıklar) ile gösterdi. Bu tümörler bazen bir yumurta kadar bazen ise bir elma kadar büyük oluyordu. Bu tümörlerden bir süre sonra ölümcül bir sıvı tüm vücuda yayılıyordu. Bundan sonra hastalık şekil değiştiriyordu. Koyu renkli yaralar vücudun her yerinde baş göstermeye başlıyordu. Bu yaralar oldukça büyük olabildiği gibi küçük de olabiliyordu, sayıları ise çok fazlaydı.” Bu semptomlar genellikle yüksek ateş ve kan kusma tarafından takip ediliyordu ve hasta ortalama olarak enfeksiyonu takip eden 4 gün içinde ölüyordu. Her ne kadar hıyarcık Kara Veba’nın marka semptomu haline gelmişse de, Kara Veba kendini tek formda göstermiyordu. En yaygını yukarıda bahsettiğimiz hıyarcıklı veba olmakla beraber eşzamanlı olarak pnömonik veba ve septisemik veba da ortaya çıkmıştı. Pnömonik veba isminden de tahmin edilebileceği üzere ciğerleri enfekte ediyordu ve genellikle kendini aşırı öksürme, kanlı öksürme ve yüksek ateş ile gösteriyordu. Septisemik veba ise kendini yine yüksek ateş ile ve derinin kararmasıyla, yani bir diğer deyiş ile kangren ile gösteriyordu. Pnömonik ve septisemik vebada hıyarcık semptomunun görülmemesi ise bu hastalıkların çok hızlı ilerlemesiydi, zira hıyarcıkların ortaya çıkması için belli bir zaman geçmesi gerekiyordu. Özellikle septisemik veba bazen o kadar hızlı ilerliyordu ki semptomlar dahi görülmeden hastanın öldüğü oluyordu. Veba çeşitlerinin ölümcüllükleri de hızları ile doğru orantılıydı. Hıyarcıklı vebaya yakalananlarda ölüm oranı yaklaşık %80 iken bu oran pnömonik vebada %90 üstünü, septisemik vebada ise %99’u buluyordu.
1346’dan 1350’lerin ortasına kadar Hristiyan ve Müslüman coğrafyasında hüküm süren veba, pek tabii çok yüksek ölüm oranlarına sebep oldu. Mezopotamya bölgesinde halkın yaklaşık üçte biri, Mısır’ın ise beşte ikisi hastalığa kurban gitti. Floransa, Venedik, Cenova gibi büyük İtalyan şehirlerinin nüfusu yarıya indi. Paris’in 100.000 nüfusunun 50.000’i öldü. Frankfurt, Hamburg, Bremen gibi büyük Alman şehirleri yüzde 60’a yakın ölüm oranlarıyla karşılaştı. İngiltere’de de o zaman yaklaşık 5 milyon olduğu tahmin edilen nüfusun 1,5-2,5 milyon civarı bir kısmı vebadan can verdi, Londra, Winchester ve York gibi büyük şehirler daha da büyük oranlarda kayıp verdiler. O zamanki nüfus sayım prosedürlerinin yeterince gelişmiş olmamasından(bazen de hiç olmamasından) ötürü tam olarak kaç kişinin öldüğünü söylemek mümkün değil, ama Avrasya’da toplam 100 milyondan fazla kişinin, Avrupa’da ise yaklaşık 30 milyon kişinin vebaya kurban gittiği tahmin ediliyor. 100 milyon o dönem Avrasya nüfusunun yaklaşık dörtte birine, 30 milyon ise Avrupa nüfusunun yaklaşık yarısına denk geliyor. Tek başına bu sayılar bile başka hiçbir bilgiye gerek kalmaksızın hastalığın ne kadar korkunç ve ölümcül olduğunu gösteriyor.
Bu kadar büyük bir nüfus erimesinin tabii ki pek çok alanda şiddetli, hatta evrimsel etkileri oldu. Döneme hakim olan feodal üretim sistemi tarıma ve dolayısıyla insan gücüne dayanıyordu. Halkın çok önemli bir kısmının çok kısa bir sürede telef olması feodal sisteme büyük bir darbe vurdu. Tarlalarda çalışacak adam bulmak feudal lordlar için oldukça zorlaştı, bulunan adamlar da artık eski fiyatlara çalışmayı kabul etmiyordu. Köylülerin eline tarihte hiçbir zaman olmayan bir pazarlık kozu geçmişti. Dolayısıyla Kara Veba’yı takip eden süreç özellikle İngiltere’de sıradan insanların güç kazanmasını ve politik arenaya ilk kez çıkışını gördü. Kara Veba sayesinde tetiklenen 1381 Köylü İsyanı ile ilk kez sıradan insanlar diğer bütün sınıflardan bağımsız olarak güçlerini gösterdi ve kraldan taleplerde bulundu. Her ne kadar isyan sonunda başarısızlık ile sonuçlansa da İngiltere ve dünya tarihinde bir dönüm noktasını oluşturdu. Kara Veba aynı zamanda toplumsal ve dini yaşamda da önemli değişikliklere sebep oldu, özellikle Kara Veba’nın hala hüküm sürdüğü yıllarda yani insanların dünyanın sonunun geldiğini sandığı yıllarda insanların davranışları, reaksiyonları çok büyük bir sosyal deney olarak gerek tarihçilere gerek sosyolog ve psikologlara ve ilgili bilimlere büyük faydalar sağladı. Sonraki yazımda bu konuları irdeleyerek hastalık hakkında genel bir bilgi vermeyi amaçlayan bu yazının aksine Kara Veba’nın gerçek bir tarihi tartışmasını yapmaya çalışacağım.
Kaynakça
Aberth, John. From the Brink of the Apocalypse. New York: Routledge, 2002.
Horrox, Rosemary. The Black Death. Manchester: Manchester University Press, 1994.
https://www.healthline.com/health/plague