Rusya’ya geldiğimizde, enerji sektöründe Sovyetlerin son dönemi ve şu anki konjönktürde, gerek üretimi, gerek ihracat ve pazarlama potansiyeli gerekse de fiyatlara dolaylı olarak etki edebilme kabiliyetiyle adeta bir enerji merkez ülkesidir. Sattığı enerji emtiaları sayesinde ülkenin gelişimine artan bir ivme kazandırmıştır.
Sovyetler ekonomisinin en son zirve noktası, 1987 yılı yani Perestroyka’nın içerisindeki en parlak zamanı olarak bilinir.
Müteakip zamanlarda geçiş ekonomisiyle birlikte sürekli bir geri gitme evresi ve şok terapisi süreci vardır. Buradaki yalpalamanın asıl nedeni ise devlet ekonomisinden pazar ekonomisine geçişin kontrollü sağlanamaması, sisteme yabancı olunmasıdır. Daha açık olmak gerekirse, toplum ve kurumlar bazında sosyalist sisteme alışmışlık, kapitalist normlara nasıl uyulacağı sorununu ve ayrıca buna dönük fikri altyapının zaafını da beraberinde getirmektedir. Başka bir deyişle devlet inşası (state building) ve ulus inşası (national building) konseptleri bu süre zarfında etkin bir şekilde sağlanamamıştır. Dolayısıyla enerji sektörü de bundan fazlasıyla nasibini almıştır. Örneğin Sovyetler döneminde devlet; sosyal güvenliği, eğitim masraflarını sağlamaktaydı. Buna ek olarak özel mülkiyet olmadığından buna bağlı olarak gelecek kaygısı da bulunmamaktaydı. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise bir anda her şey değişti yani gelecek kaygısı, para ihtiyacı, sosyal güvenlik ve iş devlet tarafından sağlanmadığı gibi bir ihtiyaç olarak da giderilme garantisi yoktu. Haliyle birçok ölüm, sosyal kaos ve bunalım da beraberinde gelmekteydi. 2000’li yıllara gelindiğinde ise Putin yönetimiyle birlikte belirgin bir şekilde kalkınma görülmektedir.
Enerji kısmına baktığımız vakit doğalgaz, tüketilen birincil kaynak konumunda yani Rusya enerji ihtiyacının yarısından fazlasını doğalgazdan sağlamaktadır. Petrol ise yüzde 20 civarındadır. Dahası hidro karbona dayalı bir ekonomi mevcuttur. Buradaki ilginç nokta ise yapısal olarak trendlerin oturduğunu gösteren enerji tüketim oranlarının yıllara nazaran değişmemesidir. Başka bir ilginç konu ise Rusya’nın siyaset ve ekonomisinin enerji alanından doğrudan etkilenmesidir yani biri diğerinden ayrı olarak düşünülemez.
Rusya’nın gelirlerinin yaklaşık %40’ı petrolden ,ki petrol fiyatları arttığında bu oran %60’lara kadar çıkmaktadır, %10’a yakını doğalgazdan sağlanır.
Doğalgazın düşük olmasına kısaca değineceksek petrol uluslararası bazda daha fazla ekonomikleşmiş bir konumdadır, doğalgaz ise petrolden ayrı olarak siyasi bir emtiadır. Ulusal ekonomiler için uygundur ve sanayide kullanılır. Petrolde ise işlenmesi ve katma değerin eklenmesiyle birlikte kapitalleşme durumu vardır. Bu bağlamda Rusya için diyebiliriz ki ülke ekonomisi doğal kaynaklara göbekten bağlıdır. Bu da bize şu çıkarımı sağlamaktadır: Rusya’daki siyasi izlemi ve izlenceyi, güç ilişkilerini ve siyasi yapıyı anlamak için enerji kaynaklarının hangi kesimler tarafından bölüşüldüğünün, kimin buraya hakim olduğunun bilinmesi lazımdır.
Bugün Rusya Federasyonu’nun 11 milyon varil günlük üretim kapasitesi vardır. Bunun yarısını ham petrol olarak ihraç etmektedir diğer yarısının yarısını içeride rafinaj edip işleyip içerde tüketmektedir, diğer yarısını da işleyip ihraç etmektedir. İşleyip ihraç edilen petrol ürünü daha büyük marjinal karlara da tekabül etmektedir.
Rusya federayonunun petrol konusunda ciddi başarılara imza atmasının temel sebebi rafinecilikte gelişmesidir.
Diğer bir tabirle petrol de endüstrileşmiş bir haldedir ve batı tipi bir üretim mevcuttur. Bunlardan ayrı ve ilginç bir bilgi olarak, Rusya’nın petrol piyasasının odak noktası Avrupa iken şu an Çin’in küresel politik ekonomideki dominasyonu sayesinde Asya Pasifiğe kaymaktadır. Buradaki temel espri ise dünya ekonomi merkezinin transatlantikten Asya Pasifik’e kaymasıdır. Rusya da endüstriyel üretim manasında batıya ayak uydururken sadece Avrupa odaklı kalmayıp ekonomik değişime yani konjöktüre göre hareket ederek piyasasını o kısma taşımaktadır.
Çin ekonomisinin satın alma gücü bakımından dünyanın en büyük ekonomisi olması, Rusya’nın da yeni bir kapı olarak bu enerji talep eden yerlere pazarlarını götürmektedir. Burada görmekteyiz ki batı sistemiyle yaşadığı politik sıkıntılar ve ekonomik yaptırımlar, Rusya’yı Çin’e daha da yakınlaştırmakta, finansal sistemlerde çektiği zorluklar da Çin’in desteği sayesinde telafi edilebilmektedir.
Rusya esasen sağlıklı bir ekonomik yapıya sahip değildir çünkü hammadde yoluyla ve doğal kaynaklarıyla dünya ekonomisine eklemlenmiştir. O zaman iç siyasete dönük şu yorum yapmamız zannımca hatalı olmayacaktır: Rusya yönetimininde söz hakkı bulunan batıcı, Avrupa Birliğine yakın seyirdeki güruh Çin’in kararlarını taleplerini dayatmasıyla birlikte spontane bir şekilde tasfiye olacaktır.
Rusya batının yarı sömürgesi bir sistem içerisinde kendine yer edinirken şimdi Başta Çin olmak üzere doğuya kayarak Uluslarası düzlemde hayatta kalmaya çalışıyor.
Rusya’nın yarı sömürge olmasının detaylarına inersek, Sovyetlerde petrol ve gaz bakanlığı vardı ve piyasa ekonomisine göre değil de ülkedeki ihtiyaca göre şekillenen bir yapılanmaydı. Ayrıca, dikey bütünleşmiş şirketler, hiçbir şekilde yoktu. Rafine işlemleri de halkın ihtiyaçlarına göre şekil almaktaydı. Sovyetler çöktükten sonra bu kaynaklar Rusya’nın müthiş bir ekonomik girdisi olarak karşımıza çıktı ve özellikle enerji piyasasında yoğun bir şekilde özelleştirme furyası olarak belirdi. Yeni yetme oligarklar ve yabancı sermaye, bu özelleştirmeyi peyderpey ele geçirmeye ve gerçekleştirmeye başladılar. Bu özelleştirmenin kökenine baktığımızda, devletin vatandaşlara oturdukları evi özel mülkiyet olarak tahsis ettiği ve benzer şekilde fabrikalarda çalışan işçilerin sayısı kadar fabrikadan hisse verdiği görülmektedir. Örneğin bir fabrikada bin kişi çalışıyorsa, her birisi binde bir hissesi vardır. İşte bazı oligarklar o hisse belgelerini cüzi bir fiyat karşılığında toplayıp ve o fabrikanın sahibi olmaktadır.
Petrolde bu gelişim rahatlıkla gözlenebilir. 90’lı yıllarda petrol endüstrisinin çok büyük bir kısmı Kodorkovski, Abrahamoviç gibi oligarkların eline geçti. 1996 seçimlerinde bu oligarklar bir yıl içerisinde ödeyemediği takdirde çok büyük varlıkların sahibi olmaları karşılığında devlete borç vermiştir. Bu demek oluyor ki 5 yıl önce kamu malı olan varlıklar beş yıl sonra oligarkların eline geçmiş bulundu. Enerjiyi ele geçiren Rusya’da siyaseti de ele geçirmiş olur haliyle Yeltsin de mecbur onların güdümünde oluyor idi. Bu arada halk feci şekilde mudarip olmuş ve çok tepki göstermiştir. Sonuç olarak, Yeltsin 2000 yılına gelindiğinde görevi Putin’e devretti. 90’lı yoıllarda ekonomik özet olarak bu şekildedir.
Devletin ekonomiye katkısı % 30’lara kadar düşmüş, siyaseten otoriter liberalizm var ve oligarkların ve dolaylı şekilde kapitalist batı sermayesinin güdümünde işlemektedir.
Özellikle 98 krizi sonrası ekonomik veriler 3. Dünya seviyesi konumuna düşme tehlikesi potasına düşme tehlikesinde olduğunu söylemektedir. Dağılmayla birlikte dış politika da büyük sorunlar yaşanmıştır. Daha açık olmak gerekirse, Sovyet diplomasisi Sosyalist temelliydi ve blok ülkeleri odaklıydı. Blok çökünce diplomatik temayülün ve dilin nasıl olacağı, yapılanma sürecinde dış politikanın nasıl belirleneceği tam bir belirsizlik içerisindeydi. Özellikle Kosova müdahelesinde Belgrad’ın bombalanması sonucu Rusya dış politikada ağır darbe almasıyla ciddi anlamda aşağılanma hissetmiştir. Tahmin edileceği üzere, Putin’in yönetime gelmesiyle birlikte dış politikada bütün seyir değişmiştir. Hatta Rusya’nın tarihi emeli olan sıcak denizlere de Putin’in Suriye müdahalesi sayesinde inilmiş ve orada en az 50 yıl kalınacağının taahhütünü veren anlaşma da geçtiğimiz yaz imzalanmıştır.
Putin’in olumlu görünen durumları sonrası iç politikada bazı ilginç kısımlara bakmakta fayda var. Putin, başından beri aslında bir koalisyonu yönetmektedir yani hem batıcı hem de devletçi grupları idare edip bir arada yönetmektedir. Bazı kurumlar vardır ki ülkerinin kaderi ve gidişatı açısından son derece önemli rol oynarlar.
Rusya’da ise bu kurum istihbarattır çünkü haddizatında bir güvenlik devletidir.
Bu olgu Çarlık’tan beridir kesintisiz süregelmektedir. Putin’in de İstihbarat başkanı olması ve sonrasında devlet başkanlığına gelmesi şaşılacak bir durum değildir çünkü enerji kurumlarının başında da istihbarattan gelme yöneticiler vardır. Putin başa geldiğinde bu oligarkları alt etme yoluna girmiştir. Varlıkları teslim etmelerini, kendisinin belirlediği şartlarda ticaret ve yatırım yapabileceklerini aksi de takdirde ülkeyi terk etmelerini dikte etmiştir. Kodorkovski gibi bazı oligarklar mücadeleye girişmiş lakin galip çıkan Putin olmuştur. Sonrasında varlıkların devlete geçirilmesi ve büyük bir tasfiye süreci başlamıştır. Şu anki Rusya’da tahmin edileceği üzere yönetim ve ekonomi sistemi ‘Boss Kapitalizm’dir yani devlet kapitalizmidir. Devletin ekonomideki payı %70’leri bulmaktadır. Eleştireye açık bir konu görünse de Rusya adına olumlu olan bir şey vardır; o da Putin’le birlikte devletin güç ve nufüz uygulama bağlamında kendine gelmesidir.
Doğalgaza gelirsek ilginç olan konu ise 2000’li yıllara kadar hiçbir özelleştirme yapılmamıştır. 2008’lere kadar Gasprom’un üretim ve tüketimdeki payı % 90’ların üstündedir çünkü gaz siyasi bir emtiadır ve petrolü özelleştirmek rantı ortaya çıkarmaktadır fakat doğrudan doğruya hane halkını etkilememektedir. Doğalgazda ise özelleştirme yapıldığı takdirde fiyatlar serbest olur sübvansiyon da uygulanmazsa hane halkı doğrudan doğruya bu külfetten etkilenir ki bu da toplumsal huzursuzluğu da beraberinde getirir. Siyasetçiler ve bilhassa yönetim bununla karşı karşıya gelmek istemez. Daha doğrusu halkın genelini karşılarına almak istemez. Benzer şekilde Türkiye’de de gaz fiyatları serbest değildir ve çapraz sübvansiyon uygulanmaktadır. BOTAŞ maliyetinden bu şekilde ucuza satmaktadır.
Unutulmamalıdır ki özel sektör gaz ticaretini yürütse idi maliyetin üstüne kârını da koyacağı için çok daha yüksek fiyatlarla ısınmak zorunda kalacaktık.
Bu bilgiler ışığında şu eleştiriyi de Volkan Özdemir eklemektedir. Rusya’da üretim ekonomisi çok zayıf bir seviyededir, Rus ekonomisi, esas itibariyle tüketim ve enerjiye dayanmış vaziyettedir. Ayrıca Rozneft ve Gazprom’un hisselerinin sadece 51’i devletin elinde. geride kalanlar ise yabancı sermayedir. Pozisyon itibariyle ise yarı sömürge konumunda bir devlettir.
Bir sonraki yazılarda konu devam ettirilecektir.