“Burası Aydınlıkevler ve babaannem Amerika’ya karşı!!!”
Aydınlıkevler tiyatrosu yer yer güldüğünüz yer yer de düşündüğünüz oyunlardan biri olmaya oldukça güçlü bir aday. Propaganda dönemi Türkiye’sini anlatan oyun bu konuyu dramatik bir şekilde ele almaktansa oldukça komik bir şekilde ele almayı tercih etmiş desek yanlış olmaz çünkü böylesine ciddi bir konu özellikle Demet Akbağ’ın oynadığı yaşlı babaanne Zühre karakteri veya Salih Bademci’nin oynadığı deli Süreyya karakteri hikayeyi kıkırdayarak izlemenize sebep oluyor ve bu ikisinden birinin olmadığı sahne yok denecek kadar az. Peki beni etkileyen olaylar ve düşüncelerim neler bu tiyatro hakkında ?
Tiyatronun bendeki etkilerini iyi bir şekilde aktarmak için sizi tiyatronun en başına götürüyorum ama merak etmeyin hikayeye dair ‘spoiler’ yok bu yazıda , bunu okuduktan sonra da gönül rahatlığıyla gidebilirsiniz Aydınlıkevler tiyatrosuna. Tiyatro başladığı zaman sahnenin ortasına kurulmuş siyah üstünde şu anki yılı yazan bir ekran karşılıyor sizi ve bu yıldan propaganda döneminin yaşandığı 1975 yılına kadar geri sayıyor, 1975 yılına gelindiğinde ise ekran kararıyor ve usta oyuncu Demet Akbağ sahneye çıkıyor. Demet Akbağ’ın oynadığı Zühre karakteri ise babası Mehdi Efendi’ye sık sık atıfta bulunuyor çünkü Ankara’da bulunmaktan memnun değil ve eski yaşadığı zenginlik dolu hayatı burada , torunu okulunu okuyabilsin diye geldiği Ankara’da bozulmuş ve eski hayatına duyduğu özlem ve Ankara’da bulunmanın getirdiği memnuniyetsizlik ve fakir hayat tarzı ilaç bağımlılığına sebep olacak bir stres yaratmış bünyesinde , hoş ilaç bağımlılığına değinen sahneler geldiğinde hep kendimi kıkır kıkır gülerken buldum çünkü torunu ilaçları saklamaya çalışırken Zühre ilaç bulduğu her an şeker bulmuş bir çocuğa dönüyor. Salih Bademci’nin oynadığı Süreyya karakteri ise esasen umutsuz aşık bir ressam , sevdiği kız bırakın onu sevmeyi onunla görüşmek bile istemiyor , Süreyya’nın oyun boyunca tüm çabası da kızla yani sülünle görüşebilmek o nedenle. Ah bu arada başka önemli oyuncular da var elbette Sinem Ünsal ve Burak Dadak gibi , onlar da önemli ama bence ciddi bir konuyu mizahi bir şekilde işlemek bu tiyatronun en can alıcı kısmı ve bu kısmı sadece Demet Akbağ ve Salih Bademci başarmış gözüküyor , karakterlerinin özelliklerinden dolayı.
Karakterleri böyle tanıttıktan sonra tiyatrodaki olaylara geliyor sıra. Oyunun ilk perdesi mizahi bir hava taşıyor ve esasen komik bir tiyatro izliyor seyirci , Süreyya’nın Sülün onu sevsin diye çabalarını , Zühre ve torununun fakir bir hayata adapte oluş şeklini ve yer yer Süreyya ve Zühre’nin beraber bulunduğu sahneleri izleyip komedi tiyatrosuna gelmiş hissine kapılıyor seyirci . Lakin ilk perdenin sonuna gelindiğinde son perde boyunca işlenecek ana sorun olay akışına dahil oluyor ve biz son perdede yeni yapılmış Amerikan üssünde yapılanların Aydınlıkevler sakinlerinin evlerine nasıl zarar verdiğini izliyoruz. Doğal olarak tepki çeken bu duruma Zühre’nin torunu da dahil olunca babaannemiz tepkisini Amerikan üssünde ortaya koyuyor ve bilmeden bir eylem başlatmış oluyor. Bütün mahallenin eşlik ettiği bu eylem Zühre’nin yurt genelinde ün kazanmasına sebep oluyor ve babaannemiz evine ve kendi torununa zarar veren bu üsse karşı oldukça önemli bir başarı elde ediyor. Bu olaydan sonra ise zamanın çarkları 3 sene sonrasına yani 1978 yılına götürüyor ve seyirciyi son sahneyle buluşturuyor. Bu sahnede okuyabilsin diye onca çileye girdiği torunu onu çok önemli bir başarısıyla sevindiriyor ve tam da o arada son sahneye kadar akıbetlerini tahmin edemediğimiz Süreyye ve Sülün’den haber alıyor Zühre ve torunu ve hikaye mutlu bir şekilde sonlandırılıyor.
Geçtiğimiz hafta Ankara’da oynanan bu oyunu fırsatını bulan herkesin uygun oldukları bir vakitte gitmesini kesinlikle öneririm , özellikle propaganda dönemi Türkiye’sini anlamak için oldukça güzel ve eğlenceli bir oyun.