Polonya Gliwice’deki FIVB Dünya Şampiyonası Çeyrek Finalinde milli takımımızın ABD’ye 3-0 yenilmesiyle, Filenin Sultanları 2022 yaz sezonunu kapatmış bulunuyor. Haziran ayında grup maçlarının bazılarının ve finallerin Ankara’da oynandığı VNL’22’den beri hız kesmeden sahalara çıkan ve senelerdir galip de olsa mağlup da olsa “Gönüllerin Şampiyonu” olan Sultanlar bu sefer aynı coşkuyla eve dönmeyecek gibi görünüyor.
Yazın başından beri Sultanları gerek ailemiz ve dostlarımızla televizyon ekranı başında, gerekse ülkemizde oynanan maçlarda tribünleri doldurup coşkuyla, tezahüratlarla sahada yalnız bırakmadık. Her sayılarında salonları alkışlarla inlettik, her mağlubiyetlerinde sırtlarını sıvazlayıp “Kızlarımız!” dedik. Ancak sezon bittiğinden beri büyük bir voleybol taraftarı ve Sultanlar’ın ilham verdiği bir kadın olarak içimde bir yarım kalmışlık, bir burukluk var. Geçen sene yazın koltuğumuzun ucunda her sayıyı hayretle alkışladığımız, dünya klasmanındaki takımları korkusuzca devirdiğimiz maçların yanında bu seneki yaz deneyimine iliştirebileceğim tek sıfat “sönük“.
Yorumlarıma başlamadan önce bir noktaya değinmek istiyorum. Türkiye tıpkı sloganda da söylendiği gibi hala bir “voleybol ülkesi”. Sultanların bu yazki performansına gelen “Gördünüz mü? Çok abarttınız elinizde patladı. Derece bile alamamışlar!” gibi yorumları orantısız buluyorum. Bu takım ve kadro 2019’dan beri kitlelerle büyük bir bağ kurmuş, Neslihan Demir’in sözleriyle “Cumhuriyet tarihinin en büyük kadın hareketidir.” (NTV Spor). Filenin Efeleri’nin de iyi bir yaz geçirdiği aşikar ve ülkemizin voleybola yatırımları her geçen gün artıyor. VNL’22’nin grup ve final maçlarına ev sahipliği yapan Ankara, 2021’den sonra bu sene de Kulüpler Şampiyonası’na da sahne olacak. Yani bu yazıdaki eleştirilerim aslında Türk voleyboluna olan inancım ve bu takımın gerçek potansiyelini bilmemdendir.
Haziran ayında Ankara’da başlayan VNL’22 grup maçlarına doğru voleybol dünyasındaki atmosferi hatırladıkça üzerinden birkaç ay geçmiş olmasına rağmen içim nostaljiyle doluyor doğrusu. Bu sezondan beklentilerimizle yaşananlar arasındaki farkı en yetkin spor yorumcuları, sektörün en derinlerindekiler bile tahmin edemezdi diye düşünüyorum. A Milli Kadın Voleybol Takımımız uzun süredir dünyada kayda değer sıralamaları elde ediyor ve bizleri gururlandırıyor. Türkiye ismi senelerdir voleybolda efsaneleşmiş Sırbistan, İtalya ve Brezilya gibi isimlerle beraber anılıyor. Eda Erdem gibi efsaneleşmiş oyuncularımızın rüya takımlarda art arda yer almasının yanı sıra Ebrar Karakurt ve Zehra Güneş gibi genç yıldızlarımız da geleceğimiz için umut vadediyor.
Sultanlar bu yazın heyecanla beklenen iki şampiyonasından önce dünya sıralamasına 4. sıradan giriş yapmıştı. Bunda 2021 CEV Avrupa Şampiyonasındaki kayda değer performansımızın büyük rolü olduğu aşikar. Geçen seneki milli takımın hırsı ve kararlılığı özellikle pandemi sonrasında, yarı finalde Sırbistan’a karşı mağlubiyetimizle bile lekelenemeyecek kadar güzel ve ilham vericiydi. Takımın ve oyunun büyük bir takipçisi olarak, kızları canlı izleyebilmek için Romanya’ya bile gittim ve hem oyuncuların hem de teknik ekibin kan, ter ve gözyaşıyla sezonu kapattığına kuşkum yok. Yılın sonlarına doğru yapılan kulüpler şampiyonasında da hem VakıfBank ve Fenerbahçe Opet’in madalya alması, hem de oyuncularımızın bireysel başarıları 2021’i Türk voleybolu için mutluluk verici denebilecek yıllar arasına soktu.
Böylesine pozitif bir sürecin ardından hem taraftarın hem de federasyonun güveninin Sultanlar’ın arkasında olmasından doğal bir şey yok elbette. Bu başarıların medyaya ve halka yansımaları zaten popüler olan kızların marka değerlerinin yerel ünlüler arasında yer bulmasını da sağladı. Milli takımdan isimler gündelik dilin olağan bir parçası haline geldi, Eda Erdem “Kaptanımız!” Ebrar Karakurt “deli kızımız” oldu. Belki de bu yüzdendir bu yazki performansın bizi bu denli derinden üzmesi.
VNL’22 grup maçlarından aklımda kalanların başında Çin maçımız geliyor. Ankara Arena tıklım tıklım yanınızda konuşanı duyamayacağınız bir gürültüyle inliyor, birçok siyasi veya yerel figür locaların parmaklıklarına tutunmuş heyecanla maçı takip ediyor. O noktaya kadar yaptığımız maçlar zaten tavan olan özgüvenimizi cilalamış, hem taraftar hem takım ışıl ışıl parlıyor adeta. Çin maçı bu yönde bir kırılma noktası oldu bence hepimiz için. Taraftarlar sevgi ve tezahüratla, takım da evde oynamanın coşkusu ve desteğiyle yenebileceğine gerçekten inanmıştı. Filenin diğer tarafında ise otele tüm takımlardan önce giren, antrenman sahasını ilk açtıran ve pandemiden beri uluslararası sahalarda gözlerimizin aradığı yepyeni Çin duruyordu. O maçı Hande’nin servisinde topun fileye takılışıyla kaybedişimizi asla unutamam. Her ne kadar voleybol severler “Kazanmak da var kaybetmek de! Sporda böyle şeyler olur! Çin senelerin efsanesi!” gibi yorumlarla havayı yatıştırmış olsa da, takımın önlerindeki turnuvalara olan bakışındaki ilk değişiklik bu maçtan sonra oldu bence. Ankara seyircisi suskunlaşmadı belki ama Sultanların ve Başantrenör Guidetti’nin evdeki rahatı bozuldu. Gruptan nispeten başarılı çıkmamıza rağmen güçlü takımlara olan mağlubiyetlerimiz, milli takımı Ankara’da oynanan finellerde Sırbistan’a yine bronz madalyayı kaptıracak kadar hırpalamıştı.
Yakın zamanda sona eren Dünya Şampiyonasında ise inanılmaz performanslar gösterdiğimiz, VNL’de yenildiğimiz Kanada’ya karşı galibiyetimiz ve her iki milletin de coşkuyla takip ettiği Polonya maçımız vardı. Ancak oyuncuların her geçen maçta daha da bitkin hale geldiğini, manşetlere çıkmadıklarını ve rallylerin kısaldığını görmek zor değildi. Milli maçların mücadelesinden, kızların kararlılığından beslenirken, “3-0 vermesek bari.” der hale geldik.
Filenin diğer yüzünde ise tek başına ABD’ye karşı 33 puan alan Eczacıbaşının kaptanı Sırp Boskovic; ve ayağıyla bile top çıkaran VakıfBank’ın kaptanı, taraftarların deyimiyle “Savunma Bakanı” Brezilyalı Gabi Guimaraes voleybolun nasıl bir oyun olduğunu gözler önüne seriyordu. Kulüplerde bizim oyuncularımızla paslaşan, kendi kızlarımız gibi sahiplendiğimiz bu isimlerin korkulu rüyamız hale gelmesi de ayrı bir trajediydi.
Sezonun taze bittiği bu günlerde hatamızın nerede olduğunu kendi kendime düşünmeden, voleybol forum ve gruplarında diğer taraftarlarla tartışmadan duramıyorum. Oyuncularda hata aramanın ne kadar makul olduğunu söylemek zor. Günün sonunda ben bir voleybolcu veya teknik çalışan değilim, yalnızca izlediğimi ve duyduğumu yorumlayabiliyorum. Zaten hem VNL’de hem de Dünya Şampiyonası’nda rotasyonlardaki oyuncu değişikliklerinde ciddi hatalar olduğunu söylemek için de profesyonel olmak gerekmiyor.
İlk olarak Tuğba Şenoğlu’nun bu sezonda takımdaki eksikliği çok büyük bir smaçör problemimiz olduğunu ortaya koydu. Ne voleybol severlerin favorisi, servis ve defansta başarılı Hande Baladın, ne normalde sahada görmeye alışık olmadığımız ve Dünya Şampiyonası’nda Guidetti’nin inatla kenarda bırakmadığı Saliha Şahin, ne de “Çok şans bulamıyorum. Bugün çok iyi oynamam bir şeyi değiştirmedi.” (TRTSpor) sözleriyle benchte geçirdiği sezonu özetleyen Derya Cebecioğlu smaçlarımızı kurtarabildi.
Bunun sebebi tabii ki takım oyunundaki eksiklik ve teknikten aranan desteğin olmaması. İstikrarlı bir şekilde aynı hataları yapan oyuncuların üst üste maçlarda aynı paternde oynatılması, gerekli oyuncu değişikliklerinin kaybedilen setlerin son 5 sayısında panikle yapılması, her umutsuz seriyi kırmak için Meryem’in servise girmesi, “Herkes defans yapsın!” mentalitesiyle 1.96’lık Ebrarı’ın manşetlerde iki büklüm kalması… Saysam Aralık ayındaki Kulüpler Şampiyonası’na kadar konuşuruz.
Demem o ki ters giden sürecin oyunculara mal edilmesi inandırıcılığını kaybetmeye başladı. Zaten dünyanın en rekabetçi yerel liglerinden birinden çıkan oyuncularımızın 4 aylık aralıksız bir idman sürecine geri sokulması ve diğer takımların yedeklerini çıkardığı grup maçlarına bizim inatla sakat as kadromuzla çıkmamız da eleştiri konusu olan noktalardan biri. Hem yedekler sahadan uzak kalıp oyunu unuttu, hem de aslar her kapıya kendileri koşmaya ve kendi meşgalelerini boşlamaya başladı. Öyle ki, turnuvaların final istatistiklerine bakılırsa seneye sahaya Ebrar’ın libero, Cansu’nun da smaçör olarak çıkması bizi kurtarabilir.
Bu yazın başında heyecanla Ankara Arena’ya Sultanları görmeye giderken bana dünya sıralamasında dördüncü sıradan yediye düşeceğimizi ve benim “Sultanların Fetret Devri” başlığıyla bir yazı yazacağımı söyleseydiniz doğrusu yüzünüze gülebilirdim. VNL’de şampiyon olan İtalya ve Dünya Şampiyonası’nın kupasını kaldıran Sırbistan ile tekniğimizin, takım uyumunun ve kararlılığımızın arasındaki uçurumları görmek zor değil. Mağlubiyetlerimize ve hatalarımıza rağmen hala oyuncularımıza ve taraftarımıza olan inancım ve desteğim sonsuz. Sporun barışın en büyük silahı olduğunu ve son yıllarda ülkemizi ve dünyayı sarsan trajedilerin yanında insanları birbirine bağladığını asla göz ardı edemem. Bu yüzden en büyük temennim zaten dünya klasmanında oyuncular yetiştirdiğimiz ve halkın gönül bağı kurduğu bu dalın düşüşe geçmesine izin vermememiz.
Galbiyette de mağlubiyette de “Biz sizinleyiz!“
Kaynaklar ve önerilerim:
NTV Spor, Kırılma Anı 59. Bölüm “Neslihan Demir”: https://www.youtube.com/watch?v=R7Vs8Um-_Ik
TRT Spor: https://www.trtspor.com.tr/haber/voleybol/milli-voleybol-takimlari/sultanlar-ceyrek-finalde-262975.html