Belfast. Kuzey İrlanda’nın başkenti, tipik Britanya iklimini kuşanmış ve ikiye bölünmüş bir şehir ve Kennet Branagh’ın otobiyogrofik filmi. Kadrosunda Jude Hill gibi hayran olunası oyuncuların yanı sıra Caitriona Balfe ve Jamie Dornan gibi yetenekli isimleri de barındıran film, bu yıl kazanacağı ödüllerden çok daha fazlasını izleyicisine hissettirebilecek bir yapım.
İşçi sınıfı bir ailenin 60’ların sonlarında yaşadığı başlıca ekonomik mücadeleleri beyaz perdeye aktaran Branagh, yalnızca dönemin Protestan-Katolik çatışmalarını başarıyla doksan yedi dakikaya sığdırmakla kalmamış, eğer belki de haddi aşan bir empati yapacak olursanız, hastalık, arkadaşlık, aşk, korku ve aile kavramlarının küçük bir çocukta bulabileceği tüm karşılıklara yer verme cesaretini gösterdiğini anlayacaksınız. Bir ailenin ekonomik zorluklardan, toplumsal ve politik nedenlerden ötürü değişen hayatlarını Branagh’ın siyah beyaz kamerasından izleyeceklerin yaşayacakları hisleri zedelememek açısından detay vermekten kaçınacak, “Kalanlar için… ayrılanlar için… ve tüm kaybolanlar için” diyerek biten bu filmi sadece size tavsiye etmekle yetineceğim.
Tabii ki bunlar filmin kusursuz olduğu anlamına gelmiyor ve şimdi bu kusurdan bahsettiğimde bunun Akademi’nin mi yoksa film yapım ekibinin kusuru mu olduğuna lütfen siz karar verin. Filmde, protestanların ve Katoliklerin birbirlerini katlettikleri, ırkçılığın, mezhepçiliğin zirveye çıktığı 60’larda bir sınıf ilkokul öğrencisi görüyoruz. Bu sınıfta pek çok etnik gruptan insan birlikte bulunuyor. Dikkatsiz bir izleyicinin gözünden kaçabilecek önemsiz bir sahne belki bu, ama biraz tarih bilgisi olan ve o dönemin atmosferine hakim birisi için odaklanmayı zorlaştıran, izleyiciyi filmin etkisinden bir anda çıkaran bir sahne. Akademi’nin son yıllardaki ayrımcılık karşıtı şartlarının toplumsal farkındalık için yararlı olup olmadığı tartışılabilir, ancak bu şartların özellikle dönem filmlerinin atmosferlerini baltaladığını kolaylıkla iddia edebilirim. Bugün dahi Belfast pek çok farklı kimlikten insan için oldukça tehlikelidir. Ne Katolikler ne Protestanlar için bitmemiş savaş, bedenleri intikam hırsı ile beslemeyi sürdürerek Belfast sokaklarında dolaşmaya devam eder. Silahlar dahi herhangi bir otoriteye teslim edilmemiş, bahçelere gömülmüştür. Belki günümüzün ekonomik istikrarı çatışmalardan ağır basıyor ancak yüzlerce yıllık bu yara henüz kabuk dahi bağlamamıştır. Durum böyleyken, otobiyografik, gerçeklikle bağı kuvvetli bir filmin dokusunu bozan gerçeklikten uzak bu türden sahneler bana kalırsa filmin sanatsal değerine zarar veriyor.
Her şeye rağmen gerek sinematografisi, gerek başarılı oyunculukları ve filmi tamamlayan Van Morrison şarkıları ile Belfast’in son yıllarda çekilen en önemli yapımlardan biri olduğunu düşünüyor, tekrardan tüm sinemaseverlere tavsiye ediyorum.