Seçimlere bir gün kala, seçim arabalarının sustuğu ama olayların ve çığlıkların bir türlü susamadığı yerden tempoyu düşürmeden cılkı çıkana bunalana kadar konuşmak ve yine konuşmak gerek gibi geldiğinden seçimi -keza yazıyı da- yine bunun üzerine kuralım ve seçimin pek konuşulan bir parçasının kısa tarihçesini anlatalım dedik: Seçim barajı.
Seçim barajı, bilindiği üzere, seçimlerde kanunlarca belirlenmiş oy oranlarına göre, meclise girecek siyasi partilerin belirlenmesini sağlayan bir uygulamadır. Bu uygulama en basit haliyle ülke çapında ve seçim çevresi düzeyinde barajlar olmak üzere ikiye ayrılarak kategorize edilir. Ne var ki seçim çevresi düzeyinde baraj uygulaması farklı pratikleri de beraberinde getirmiş ve kesin bir tanımı hep zorlaştırmıştır. Bu pratiklerden bir tanesi 1961 ve 83 yılları seçimlerinde karşımıza çıkmaktadır. Bu basit seçim çevresi barajı bir seçim çevresinde kullanılan geçerli oyların, o seçim çevresinden seçilecek üye sayısına bölünmesiyle elde edilir ve seçim çevrelerinin büyüklüğüne göre değişkenlik göstermektedir. 104 seçim çevresinde uygulanan 1987 seçimlerinin de gösterdiği üzere, seçim çevresi küçüldükçe seçim barajının yüksek oranlara tırmanmasına yol açmaktadır. ( 1987 seçimlerinde en düşük baraj %20 ile 267 oya tekabül ederken, %25 lik bir baraj 72 milletvekiliyle karşılaşabilmiştir.)
1991 seçimleri ise, bu basit seçim barajının yerine doğrudan yasa tarafından konulan %20 (323 MV) ve %25’lik (127 MV) barajlar ile yapılmıştır. 1995 yılında bir hayli maceralı seçim sistemi değişiklikleri sonrasında da Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile basit seçim çevresi barajı kalkmıştır. Gerek basit seçim barajı gerekse yasa ile saptanmış seçim çevresi barajı, seçim ve temsil ilkesi bakımından bir hayli garip sonuçlar vererek demokratikleşme ile çelişkilerini ortaya koymuşlardır. Bu iki seçim çevresi barajı ugulamalarına en güzel örneği de 1987 Van ve 1991 Istanbul seçimleri teşkil etmiştir (1987’de Van ilinde %25 oy alan partinin beş milletvekilliğinin tümünü kazanması ile 1991 seçimlerinde İstanbul’da %27,5 oy alan partinin 50 milletvekilliğinden 33 tanesini kazanması…)
[box_dark]% 10 Seçim Barajı[/box_dark]
Ülke seçim barajı ise bugün %10 barajı olarak anılan ve ulusal düzeydeki oy toplamının belirlenen oranı geçemeyen partilerin meclise girmelerini önleyen bir uygulamadır. Bu uygulama 10 haziran 1983’te 2839 sayılı kanunla getirilmiş ve ilerleyen süreçlerde geliştirilmiştir. (2837 Sayılı Seçim Kanununun3377/9’la 23.05.1987 tarihinde değiştirilen 33. Maddesi seçim barajı olarak % 10 oranını tespit etmiştir gene). Avrupa ülkelerinde %0 ile 5 arasında değişiklik göstererek karşımıza çıkan ulusal baraj uygulamasının, %7 ile Rusya ve %10 ile Türkiye en çok oran eleştirilerine maruz kalan ülkeleri olagelmiştir.
12 Eylül öncesi ülkenin iç savaş haliyle temellendirilerek -1973 seçimleri ile başlayan süreç- getirilmiş olan bu baraj bugün hala “istikrar” argümanıyla desteklenmektedir. Öte yandan bahsi geçen bu istikrara cevap vermede barajın yetersiz kaldığı barajı eleştiri de bir muhalefet alanı açmaktadır. Bir başka eleştiri ise temsili adalet ilkesi üzerinden kurulmaktadır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yavuz Sabuncu baraj sistemlerini incelediği çalışmasında bu istikrar argümanını ve bu argümana yöneltilen eleştirileri şöyle listelemiştir;
- Parlamentoda bir tek parti çoğunluğu sağlamak, böylece uzun süre görev yapabilecek istikrarlı hükümetlerin kurulmasını sağlamak,
- Bu olmazsa bile parlamentodaki parti sayısını sınırlayarak parçalanmış bir parlamento yapısının oluşumunu engellemek,
- Ülke barajını geçmenin zor olması nedeniyle çok sayıda siyasal partinin kurulması ve seçimlere girmesine yol açabilecek siyasal etkileri en aza indirmek,
- Daha önceki dönemlerde örneği olmamakla birlikte, muhtemel bölgesel partilerin oluşumunu zorlaştırmak, bu olmazsa en azından parlamentoya girmelerini engellemek,
- Seçmenleri, ziyan olması riskini göze almamak için oylarını büyük partilerde, tercihan iki büyük partide toplamaya teşvik etmek,
- Siyasal partileri, ılımlı seçmenin çoğunlukta olduğu varsayımından hareketle, merkeze yakın durmağa teşvik etmek.
Yukarıda belirtilen maddeler uzayıp gidebilecek bir listenin en çok vurgulananları olup Kenan Evren tarafından da tartışmalarda sık sık kullanılmıştır. Bu amaçların 27 yıllık uygulama sonucu varılan noktaları sıralanacak olursa;
- 1982 Anayasası döneminde (1983 seçimleri hariç) yapılan beş seçimin yalnızca iki tanesinde parlamentoda bir tek parti çoğunluğu oluşmuştur. Öte yandan, eğer yönetimde istikrar, çok kez olduğu gibi, “hükümetin sürekliliği” olarak algılanıyorsa, 1987‐1991 arası görülen tek parti hükümetinden sonra, en “istikrarlı” hükümet 42 aylık görev süresi ile 5. Ecevit koalisyon hükümeti olmuştur. Aynı biçimde, 1991 seçimleri sonrası ilk dört yıllık dönemde de hükümet istikrarının olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Yine de, seçim sistemiyle amaçlananın tam tersine, 1991‐2002 yılları arasında ülkenin koalisyon ve azınlık hükümetleri ile yönetildiğini belirtmek gerekir. 194 Anayasa Yargısı 23 (2006)
- Bu beş seçimin bir tanesinde 3 (1987), üç tanesinde (1991/1995/1999) beş parti parlamentoya girmiş, 2002 seçimlerinde ise bu sayı iki olmuştur. Son seçim hariç, “etkin parti”ler açısından bu sayılar 1961 döneminin son üç (1969/4, 1973/5, 1977/4) seçiminden pek farklı değildir. Dolayısıyla, parlamentoya giren partilerin sayısını en aza indirme amacı yalnızca 1987 ve 2002 seçimlerinde gerçekleştirilebilmiştir. Bunun faturası da, 1987’de 4.6 milyon, 2002’de ise 14 milyon seçmen oyunun baraj nedeniyle değerlendirme dışı kalması olarak ödenmiştir.
- 1995 seçimlerinden başlayarak seçime girme hakkı elde eden siyasal parti sayısı artmıştır. 1987’de 7, (ittifaklarda yer alan partiler dahil edilmeksizin) 1991’de 6, 1995’te 12 olan seçime giren parti sayısı 1999’da 20, 2002’de 18 olmaktadır. Dolayısıyla, ülke seçim barajının seçime giren parti sayısını azaltıcı bir etkisi olmamıştır. Bu rakamın 1961 anayasası döneminde en çok dokuz olduğunu belirtmek gerekir.
- Ülke barajı yoluyla seçmenlerin oylarını büyük partilerde toplamasına yönelik teşvik sonuç vermiş görünmemektedir. Tüm seçimlerde en büyük partinin ulaştığı oy %36,3’ü (1987) aşmamıştır. En büyük iki partinin aldığı en büyük oy toplamı ise yine 1987 seçimlerinde %61 düzeyinde olmuştur. 1961 anayasası döneminde birinci partinin en az oy aldığı (%33,3) seçimin 1973 seçimleri olduğunu görüyoruz. İki büyük partinin bu dönemde %75‐80 arasında gezinen toplam oylarının en düşük olduğu seçimler de %63 ile yine 1973 seçimleri olmuştur. Bu veriler çerçevesinde, çok yüksek bir baraj nedeniyle bazı partilerin parlamentoya girişleri engellense bile, bir bütün olarak bakıldığında 1987 seçimlerinden başlayarak Türkiye’deki siyasal parti sistemini (Danimarka, İtalya, Finlandiya’da olduğu gibi) “ikiden fazla büyük partili” bir sistem olarak nitelemek doğru olacaktır. Bir başka deyişle, seçmen oylarının “ iki büyük siyasal partide” toplayarak iki partili bir sistem oluşturma amacı gerçekleşmemiştir.
- 1987 seçimlerinde seçime giren iki küçük parti oyların %3,75’ini alırken, küçük partilerin aldığı oy oranı 1991’de %0,4’e düşmüş, 1995’te 2.10 (6 parti) olmuş, 1999’da %5,5’e, 2002’de %8,8’e yükselmiştir. Dolayısıyla 2002 seçimlerinde en az 2,9 milyon seçmenin oyunun ziyan olacağını bile bile oy kullandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu arada 2001 yılında yapılan bir çalışma da seçmenlerin %63’ünün “partizan” oy kullanma eğiliminde olduğu sonucunun ortaya çıktığını belirtmek isterim. Bu çalışma, sosyo-ekonomik statü yükseldikçe, seçmenin taktik oy kullanma eğiliminin arttığını da göstermektedir.
- Ulusal seçim barajı, etnik/bölgesel partilerin kurulmasını önleyememiş, ancak bu partilerin TBMM’de doğrudan temsilini engellemiştir. Hemen belirtmek gerekir ki, sözü geçen etnik/bölgesel ağırlıklı hareket Türkiye çapında seçime girmeyi terk ettiği an, bağımsız aday gösterme örgütlenmesi ile kayda değer sayıda milletvekili seçtirme potansiyeline sahip bulunmaktadır.
Bu değerlendirme ile istikrar adı altına sıralanan amaçları sınırlı ölçüde gerçekleştiren bu uygulama, “temsilde adalet” bakımından da eleştirilmiştir. Sabuncu’nun beş sonuç ekseninde özetlediği bu eleştiriler şöyledir;
- Seçim ve temsil esasına dayalı demokratik sistemin temel varsayımlarına aykırı bir durum yaratmaktadır. Oyların %45’ini yasal kural gereği önceden değerlendirme dışı tutan bir seçim sisteminin, siyasal katılmanın en önemli kanalı olan seçimlerin demokratik niteliğini zedeleyecektir.
- Bu tür üretilmiş çoğunlukların siyasal sistemden dışlanan kesimlerin farklı katılma biçimlerine yönelmelerine yol açıp açmayacağıdır. Parlamentolardaki ezici çoğunlukların, parlamento dışı muhalefete ve sertleşmeye yol açtığı durumlar Türkiye’de yaşanmamış ve bilinmeyen bir şey değildir. Parlamentoda üretilmiş büyük çoğunlukların, yasamanın yürütmenin güdümünde hızlı çalıştırılabilmesi bakımından bazı avantajlar sağladığına kuşku olmamakla birlikte, bu durumun hiç değilse bazı konularda siyasal partiler/güçler arasında uzlaşma sağlama gereksinimini ortadan kaldıracak olması nedeniyle siyasal işleyişte çatışmacı üslubu güçlendirmesi olasılığı büyüktür.
- Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana karşı karşıya bulunduğu Kürt sorunu bakımından, bu etnik grubu temsil edebilecek olan ve kayda değer oy alan bir siyasal partinin en önemli meşru siyasal zemini oluşturan parlamentodan dışlanıyor olması da ulusal seçim çevresi barajının en önemli sonuçlarından biri olarak belirtilmelidir.
Sistemin barajı geçen tüm partileri değil, yalnızca en çok oy alan (birinci) partiyi mükafatlandırdığını, seçim çevresi barajı uygulamasının kalkmasından sonra ise, en çok oy alan partiden başlayarak azalmakla birlikte barajı aşan tüm partiler bakımından bir aşkın temsilin ortaya çıktığına da dikkat çeken Sabuncu, bu eleştiriler doğrultusunda barajın oranının azaltılması veya bütünüyle baraj sisteminin kaldırılması sonucuna ulaşır. Bu talep salt akademik çevrelerden gelmemiştir. Ne var ki, danışma meclisi üyelerinden yükselen sesler barajın yüzde 5, 7 veya 8’e çekilmesini talep etmiş ve bu doğrultuda bir takım önergeler verilmiştir. Yine baraja en çok karşı çıkan isim olarak Kamer Genç dikkat çekmektedir. Yine de bu üyeler azınlıkta kalmış ve “meclis” yüzde 10 barajlı sistemi kabul etmiştir. Milli Güvenlik Konseyinin onayını alan uygulama, hala bazı milletvekillerince ve bazı partilerce ısrarla eleştirilmeye devam edilmektedir. Bunun son örneği olarak ise oranın iptali için Anayasa Mahkemesine başvuran Halkların Demokratik Partisi (HDP) alınabilir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin temsilleri, birçok sosyalist bileşeni, bazı kadın ve lgbti örgütlerini bünyesinde bulunduran parti, eleştirilerini “temsilde adalet” ilkesi üzerinden kurmuş ve seçim sloganlarını da çoklukla baraj söylemi ve temsil edilemeyenlere adamıştır.
KAYNAKÇA
http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/anyarg23/sabuncu.pdf
http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25197844