Küçüklüğümden, ülkemizin iç siyasetine dair aklımda kalan sayılı sahnelerden biri, 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta yaşanan kaza. Pek de mümkün değil bu kadar eski bir anıyı hatırlamak aslında. Büyük ihtimalle üzerinden yıllar geçtikten sonra bile, kaza görüntülerinin haber bültenlerini işgal etmesinden dolayı hatırladığımı düşünüyorum. Aslında kazanın kendisi değil, insanların verdikleri tepkiyi hatırlıyorum sanırım. Tüm mahalle, günler boyunca evdeki lambaları açıp kapatmamız, o yaşta beni çok etkilemişti.
Gezi Parkı etrafında gelişen olaylarda, bu anı kafamda tekrar canlandı. 17 yıl sonra, tekrar evlerde ışıkların kapanıp açıldığını gördüm.
Bir işe yarar mı bu sahiden, evdeki ampulleri patlatmaktan başka? İnsanlar arka cepheye bakan salonlarda bile ışıkları açıp kapattı, ellerinde tencere kapakları ve kepçeler; pek de kimsenin geçmediği ara sokaklarda yürüdü. Bu gerçekten; seçtikleri, rahatsız oldukları veya destekledikleri liderlerin gözünde bir değer ifade ediyor mu?
Veya tek başına duran bir adam… Bir şey değiştirebilir mi?
Bu sorulara evet cevabı veren birçok düşünür var. Bu cevabı Pasif Direniş veya Sivil İtaatsizlik olarak adlandırabiliriz. Pasif Direniş dendiği zaman akla ilk gelen isim Ghandi veya Almanya’nın Yeşiller Partisi oluyor. Ancak, alternatif bir cevapla; bu görüşte sistemli bir düşünce yapısının temelini atmış bir insan daha var: Gene Sharp. İşte o, Gezi Parkı olayların arkasında inatla aradığımız dış mihrak!
Sharp, 3 defa Nobel barış ödülüne aday gösterilmiş, şu anda University of Massachusetts Dartmouth’da hocalık yapmakta. Gençliğinde Kore Savaşı’nı protesto etmekten 9 ay kadar hapis yatmış. Pasif Direnişçiliğe olan katkıları gençlik yıllarına kadar uzanıyor. Önce 1968 yılında yazdığı doktora tezi ile başlıyor bu alandaki çalışmalarına, sonrasındaysa Politics of Nonviolance Action kitabı ile devam ediyor. Sharp “Pasif Direnişin Machiavelli’si” ve “Pasif Savaşın Clausewitz’i” olarak anılıyor.
Sharp’ın düşünceleri büyük ölçüde teorik, güç kavramının tanımına dayanıyor. Sharp’a göre bir insan kendisine itaat edildiği sürece güç sahibi. Bu aslında, siyasi felsefede çok da yabancı olmadığımız bir düşünce. Bu itaatin sebebini ise; içinde bulunulan sistem. Normlarla, tabularla ve her kültürün kendi içinde yarattığı bir takım kuruluşlarla güçlenen sistem, kişilerce içinden çıkılamayan, çıkılabileceği bile düşünülemeyen bir yapı haline geliyor.
Evet, Sharp’ın teorisi böyle anlatınca fazlasıyla teorik. Ancak; yalnızca kağıt üzerinde değil; tarihten örneklerle pratikte de karşılık buluyor. En yakın örneğini, Mübarek karşıtlarının yaptığı devrimde ve Tunus’ta görmek mümkün. Sharp’ın teorisi ile hareket edenler Yugoslavya (2000), Gürcistan (2003) Ukrayna (2004), Lübnan (2005) ve Kırgızistan (2005) gibi ülkelerdeki devrimlerde bu yöntemleri kullandılar. Günümüzdeyse dünya çapında LGBT eylemlerinde görebiliyoruz. Ukraynalı Femmen aktivistlerinin eylemlerini de aynı türe örnek olarak gösterebiliriz.
Sharp’ın teorisinin temelinde yatan “Pasif Direniş” yadırganamayacak kadar etkili. Kurduğu Albert Einstein Enstitüsü ile bu düşüncelerini barışı desteklemeyi hedefleyen Sharp; pasif direnişi “sembolik bir protesto, işbirliği yapmama ve meydan okuma ile gerçekleştirilen bir eylem tekniği” olarak tanımlıyor. Peki bu nasıl sağlanıyor? Çok basit iki yolu var: Ya zaten yapılması gereken, hatta yasa ile size “yap!” denilen eylemleri yapmamak; ya da normalde yapmadığınız eylemleri yapmak, örneğin lambaları açıp kapatmak.
Halk, otoriteye boyun eğmekten vazgeçtiğinde, güç ilişkisini bir anlamda yeniden tanımlamış oluyor. Dört değişim mekanizması sayesinde etkili hale geliyor:
- Konuşma: Eğer taviz vermeye razıysa, karşı tarafın davranışlarında değişimi sağlar
- Uyuşma: Karşı taraf pazarlık yapar ve taviz verir
- Şiddetsiz zorlama: Karşı taraf o kadar güçsüz bırakılır ki teslim olmaya mecbur kalır
- Dağılma: Rejim tamamen yıkılır
Bunun sonucunda da, istenen hedefe – bir ağacın kesilmemesi veya bir yönetimin değişmesi – ulaşılıyor.
Peki, Gene Sharp, “Gezi Parkı” sürecini nasıl değerlendiriyor? Hürriyet gazetesi yazarı Tolga Tanış, olaylardan hemen sonra Sharp ile bir röportaj gerçekleştirmiş. Bir lider olmadan da; demografik çeşitlilik, süreklilikle istikrar sağlandığı sürece “hükümetten duyulan memnuniyetsizlik, hükümetin buna aşırı sert müdahalesi, sert müdahalenin tepki olarak daha fazla gösterici çekmesi” ile eylemlerin, hedeflerine ulaşabileceğini ifade etmiş Sharp.
Pek çok kişi, sivil itaatsizlik yöntemini ve Sharp’ın düşüncelerini fazla teorik ve imkansız olarak nitelendiriyor. Hatta, güvenlik güçlerinin; grup halinde eylem yapıldığı zamanlarda, her seferinde bir – iki eylemciyi göz altına alarak bunu kolaylıkla kırdığını ifade ediyor. Ancak tam tersine inananlar da çoğunlukta.
Gezi Parkı çevresinde başlayan ve sonra tüm ülkede yurttaşların desteği ile devam eden olaylarda da sivil itaatsizliği ve güç kavramın yeniden tanımlanmaya çalışılması çabasını görüyoruz. Sivil itaatsizliğin eleştirildiği en önemli nokta, mobilize olan halkı herhangi bir “örgütlü” parti mücadelesine yöneltmemesi. Peki neden? Çünkü bu yöntem insanlara; “biz ülkeyi yönetmek değil; ülkeyi yönetenlerin bize saygı göstermesini, yok saymamasını istiyoruz” deme fırsatını tanıyor.