İnternet dünyasına girildiğinde, en ufak bir çatışmada, hemen tarafların ve üçüncü partilerin “3. Dünya Savaşı! #WW3 #callofduty” ya da “Yeni Soğuk Savaş! #coldwar” gibi söylemlerle trendler açtığını ve sıradan bir konuyu tutkuyla dillendirircesine; kendi duygu ve düşüncelerini, bazen dramdan bazen de komplolardan eksik bırakmayarak aktardıklarını görmüşsünüzdür. Tabii, bütün klavye delikanlılarının ve bot olmayan masum internet kullanıcılarının, gizli emelleri olan faşist bir örgüte üye olmadığını varsayarsak; bu söylemlerin, internette göründüklerinin aksine, heyecan ve ünlem yerine, soru işareti ya da noktayla bittiğini algılayabiliriz. Peki, “WW3.” ya da “WW3?” biçimini alan yeni söylemimiz neden bu kadar sık yinelenir? Savaş mı arzularız? Hayır, faşist bir örgüte çalışmadığımız zaten varsayımımızdı. O zaman, çatışma; özgürlüğün engeli, sosyal yapıların zorunluluğu ya da genetiğinin bir lekesi midir? Maalesef, bunlara da bir cevap önermek biraz uzun ve müphem olacaktır. Fakat, insanlığın sonu olacak bir savaşın çıkma ihtimali bu kadar yüreklere işlemişken, “Savaşmak için doğru bir yüzyılda mıyız?” ve “İnsanlığın sonu mu?” sorularına cevap aramazsak olmaz.
Savaşmak için doğru bir yüzyılda mıyız?
Savaşmak için doğru zaman nedir ki, diyebilirsiniz. Fakat, bir gerçeği kabul etmek gerekir ki insan hakları ve barış kavramlarının uç noktalardan ele alındığı bir yerde, dünya çapında bir savaşın da uçlarda yaşanması muhtemeldir. Bu nedenle geldiğimiz nokta, 21. Yüzyılın neden savaşmak için doğru olmadığına değinmekten geçiyor:
1-Nükleer Savaş:
Geçtiğimiz 24 Şubat’ta; Rusya devlet başkanı Putin’inin, Ukrayna’yı işgalini açıklarken yaptığı “…karşımıza çıkana dayatılacak sonuçlar tarihte hiç görülmemiş olacak…” ifadesi dikkat çekiciydi. Dünyaya karşı apaçık bir tehdit olmasının yanı sıra, olası bir nükleer tehdit oluşturması ise bir sürü soru doğurdu1: Bu, NATO ve Avrupa Birliği’ni olası herhangi bir müdahaleden caydırmak için mi söylenmişti?
Nükleer caydırıcılık teorisi, 2. Dünya Savaşı’ndan beri, politik ve askeri stratejide göz önünde olmuştur: Nükleer silahların varlığını; korkutmak, göz dağı vermek ya da caydırmak üzerine meşrulaştıran bu teori, barışın sağlanacağı ya da korunacağı düşüncesini beraberinde getirir. Uygulanmasının örneği; Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa nükleer ülkelerini kapsayan NATO’nun nükleer caydırıcılık politikasının temelinde görebiliriz. Bunun dışında, Amerika- Kuzey Kore, Amerika-Rusya gibi ikili ilişkilerdeki anlaşmazlık çözümünde de önemli bir yere sahiptir. Tarihsel olarak ise teoriyi doğuran ana etkenlerden biri, Amerika ve Sovyetler Birliğinin, Soğuk Savaş döneminde girdikleri nükleer silahlanma yarışı ve bunu takip eden bir dizi olay ardından karşılıklı zarardan kaçınmak için bir dönem barışın sağlanmasıdır2.
Fakat, geçtiğimiz günlerde yaşanan Rusya-Ukrayna gerginliği, Putin’in yaptığı tehdidin sadece bir caydırma politikası olmadığını düşündürdü. Gerek Putin’in geçmişte Ukrayna ve Rusya kardeşliği üzerine yaptığı yazılar ve söylemler, gerekse Ukrayna’nın 1991’deki ayrılığına dair olan öfkeli tutumu; Putin’in bu savaştaki ciddiliğini ve kararlılığını gösterirken, tehditlerinin de dayanaksız olmadığını gösterdi.
24 Şubat’ta, karşımıza çıkan başka bir nükleer etken ise, Rusya’nın, 1986 ‘da tarihe geçmiş bir nükleer kaza yeri olan Çernobil ’i ele geçirmesi oldu. Rusya’nın burayı bilinçli mi ele geçirdiği açık olmamakla beraber, ülkelerin şu anki en büyük sorunu olduğu söylenemez: Ukrayna’da bulunan ve Çernobil’den daha radyoaktif olan dört aktif nükleer santralin ele geçirilme ihtimali ya da yanlışlıkla bombalanma ihtimalli çevreye yayılacak radyasyon ve kirlilik gibi geri dönüşü olamayan başka riskler teşkil eder3. Nükleer santrallerin yaydığı toksinlerin çevredekilere ve çevreye zarar vermesi aynı zamanda kimyasal savaş olarak da düşünülebilir
2-Siber Savaş:
Rusya, Ukrayna’yla savaşa girmeden önce, 23 Şubat’ta, bazı Ukrayna bankalarında ve ajanslarında siber atak yaşandı. Suç hemen Rusya’ya atılırken, Rusya bu suçlamaları inkâr etti. 24 Şubat’ta ise, Biden’a gelen öneriler arasında Rusya ’yanın yapısını, Ukrayna’da askeri operasyonlar yapamayacak seviyeye getirmek vardı: Siber ataklarla; Rusya’nın elektrik gücünü, internet bağlantısını ya da tren hatlarındaki bağlantıları kesmek gibi işlemler Amerikan istihbarat gücünün önerileri arasındaydı. Fakat, Rusya’dan gelebilecek karşı atak ya da iyi kalibre edilmemiş bir atağın ölümle sonuçlanması üzerinden çıkabilecek Rusya- Amerika savaşı bu önerileri şu anlık arka planda bıraktı8.
25 Şubat’ta ise, hacktivist bir grup olan Anonim, attığı tweetle gündeme geldi. Ukrayna’yı savunan ve Rusya’ya siber savaş açan Anonim’in, Ukrayna-Rusya savaşında nasıl etkiler doğuracağı bilinmiyor.
Sadece birkaç günlük gelişmelerde bile çarpıcı biçimde yer edinen siber savaş, gelecekte hayatımızın her yerinde güvendiğimiz bağlantılara sıçramasıyla büyük felaketlere yol açabilir. Örneğin, robotlaşmış ve yapay zekaya bel bağlamış gelecek bir toplumu, hayati gereksinimlerimden yoksun bırakabilir.
3-Uzay Savaşları:
Maalesef, daha diğer gezegenlere yerleşip orada savaş çıkaracak kadar ilerlemedik. Evrenin hâkimi olma uğruna savaşma gibi bir olaydan da bahsetmiyorum. Bilim kurgunun ötesinde; Elon Musk, Jeff Bezos’a karşı gibi bir çatışma da aklımdan geçmiyor. Burada bahsetmemiz gereken uzayın silahlandırılması, militarizasyonu ve uydu karşıtı füze testleri.
1967’de yürürlüğe girmiş olan Dış Uzay Anlaşmasının 4. Maddesi “Devletler hem yörüngeye hem de dış uzaydaki gök cisimlerine veya istasyonlarına; nükleer silah ya da diğer kitle imha silahları yerleştiremez.” der5. Fakat, bu anlaşmanın taşıdığı bir ikilem; ülkelerin barışsal kullanımlarda, özgür olmalarından kaynaklanır. Bu “barışsal kullanımlar”, devletler için bir sürü askeri kullanıma yönelik açık kapı bırakır. Dahası çoğu uzay teknolojisinin gelişim ya da korunma için mi yoksa saldırma amaçlı mı kurulduğu bir belirsizlik taşımaktadır. Örneğin, lazer teknolojisi, bir uydunun yerini belirlemede kullanılabileceği gibi bir uyduyu geçici süreli ya da tamamen devre dışı bırakmak için de kullanılabilir6.
Uydu karşıtı füze testleri; şu ana kadar Amerika, Çin, Hindistan ve Rusya tarafından uygulanmıştır ve uyduları imha etme işlemine denir. İmha sonucu uzay çöpüne karışan uzay enkazları, sadece uzayı kirletmekle kalmaz; diğer ülkelerin uzay nesnelerine de tehdit oluşturur. Uzayda süzülen bu parçalar, uzay trafiği yaratır ve diğer ülkelerin uydularını ya da nesnelerini çarpışma sonucu parçalayabilir ya da zarar verebilir. Kessler sendromu denilen bu olay, uzay çöplerinin birleşmesi ve daha fazla uzay çöpü yaratmasıyla sonuçlanır.
En son 15 Kasım 2021’de kendi uydusunu parçalayan Rusya’nın yaptığı uydu karşıtı füze testi, Amerika tarafından, uzay alanının sürdürebilirliğine karşı bilinçli bir darbe olarak yorumlanmıştır7. Ülkeler arasında gerilimi artıran bu gibi uzay faaliyetleri, gelecekteki bir savaşı körüklüyor olabilir.
4-Biyolojik Savaş:
Biyoterörizm ya da biyolojik savaş olarak adlandırılan bu tür, bilim kurgularda oldukça yer edinmiş olsa da Biyolojik Silahlar Sözleşmesi; herhangi bir biyolojik silahın yani virüs, bakteri gibi toksinlerin bilinçli bir şekilde insanlarda, hayvanlarda ya da bitliklerde hastalık oluşturmak için kullanılmasını, üretilmesini, dağıtılmasını, ya da herhangi bir işlem uygulanmasını yasaklar.
Fakat, CRISPR teknolojisinin gen düzenlemedeki gelişimi, dünyanın kendisini bir pandemide buluşu gibi yenilikler; kökeninde bir terör örgütü olan Taliban’ın meşru bir devlet olarak tanınma ihtimali ve Rusya’nın, diplomasiye girmeden, egemen bir devleti işgal ediyor olması gibi uluslarası hukuka uymayan davranışlarla birlikte düşünüldüğünde; biyolojik savaş, geleceğe dair yeni olasılıklar getirir.
İnsanlığın sonu?
Ya çok yakın ya da çok uzak bir gelecektedir çünkü nükleer, kimyasal, biyolojik, uzay, yapay zekâ ve bu yazıyı yazarken aklıma gelmeyen yüzyılımızın yeni nesil savaş türleri; her ne kadar bir sürü parti, amaç, ideoloji içerseler de hepsinin ortak noktası olan yıkım belirsizlik taşımamaktadır. Bu nedenle, özenle kurup geliştirdiğimiz insan hakları, hukuk, barış gibi kavramlara ve bu savaşlardan kaçınmak için -burada bahsedemeyeceğim kadar çok sayıda olan- anlaşmalara daha sıkı tutunmalıyız ve girdiğimiz bu savaş yolunda Atatürk’ün bu sözünü, hangi nesil savaşı yaşıyorsak yaşayalım, unutmamalıyız:
“…Böyle bir sonun ne kadar korkunç olabileceğini tahmin edersiniz. Yok olup gitmek, yalnız savaş sahasında bulunan orduya ait kalmaz. Asıl ordunun ait olduğu millet, korkunç sonlara uğrar. Tarih, başlarındaki hükümdarların, hırslı politikacıların birtakım hayali isteklerle, aracı yerine düşen işgalci orduların, işgalci milletlerin uğradığı bu şekil korkunç sonlarla doludur.”
-Mustafa Kemal Atatürk, Dumlupınar, 1924
Kaynakça:
- https://www.wired.com/story/putin-nuclear-threat-ukraine-sanctions-history/
- http://large.stanford.edu/courses/2017/ph241/baggett2/
- https://www.npr.org/2022/02/25/1083210202/russia-chernobyl-ukraine
- https://www.who.int/health-topics/biological-weapons#tab=tab_1
- https://www.unoosa.org/oosa/en/ourwork/spacelaw/treaties/introouterspacetreaty.html
- https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/00963402.2019.1628458?casa_token=36KmlLzSj-4AAAAA%3AgpM6Qw6_8zXUpOE_rwWaDVALfJcEB-eC9-mW7FGVZwFL-rIrPZKRZsBfjGXI3-HEs46z6pzZk5zpVQ
- https://www.sipri.org/commentary/essay/2021/russias-anti-satellite-test-should-lead-multilateral-ban
- https://www.nbcnews.com/politics/national-security/biden-presented-options-massive-cyberattacks-russia-rcna17558