Muhammed Ali…Boks denince akla gelen ilk isim.Bütün zamanların ve mekanların en iyisi. Bu hayranlık bir zamanların Türkiyesi’ni de kasıp kavurmadı değil. Onun maçını siyah beyaz televizyondan izlemek için gün ışırken kahvelere, dost evlerine az hayranı toplanmadı. Herkesin dilinde o meşhur sözü: Kelebek gibi uçar, arı gibi sokarım. Hatta bu söz o yıllarda espriyle karışık bir meydan okumaydı. Onun insanlar üzerindeki şöhreti ve etkisi o kadar kuvvetliydi ki ölümüne kadar hiç eksilmeden devam etti. O kadar ki boksla uzaktan yakından ilgisi olmadığı halde ismini ünlü boksöre hayranlığından dolayı Ali Muhammed yapan ünlü isimlere kadar insanları ne denli etkisi altına aldığını örneklemek mümkün. Peki ya böyle bir isim daha varsa? BBC’nin bile “Küba’nın Fidel Castro’dan sonra en ünlü yüzü” olarak tanımladığı biri…
Teofilo Stevenson, 29 Mart 1952’de Teofilo Stevenson Patterson’ın beş çocuğundan biri olarak Küba’da doğdu. Kendi yaşıtlarından farklı olarak babası tütün ya da şeker kamışı işçisi değil amatör boksördü. Babası iri bedeni nedeniyle boksa başladı. Küçük Stevenson da 9 yaşından itibaren babasının antrenman yaptığı yere gitti. Hemen kendini, oraya buraya savurduğu güçsüz ama inançlı yumrukları ile belli etti. Stevenson’ın boksa olan ilgisi anlaşılınca eski hafif-sıklet şampiyonu John Herrera ile çalışmaya başladı. Savurduğu güçsüz yumrukları artık güçlüydü. 1960’lara kadar Herrera ile devam etti ve 14 yaşında Küba Gençler Boks Şampiyonası’nı kazandı. Teofilo artık büyümüştü, doğal olarak hedefleri de… Bu işin okuluna gitmeliydi. Böylece yolu Sovyetler Birliği’nde eski bir boksör olan ve Moskova’dan Küba’ya gönderilen Andrei Chervonenko ve onun boks okulu Escuela de Boxeo ile kesişti. Kazandığı Gençler Şampiyonası ile Chervonenko’nun dikkatini çeken Stevenson için okula girmek hiç de zor olmadı. Bir süre birlikte çalıştılar. Bu süre içinde Stevenson, Gabriel Darcia, Nancio Carillo ve Juan Perez gibi isimlerle ringe çıktı. Gabriel Darcia karşısında ilk yenilgisini aldı. Bu maçlar sonunda Pirolo’nun yumruk tekniğinin yeterince güçlü olmadığı anlaşılınca Chervonenko gibi bir mentorun yanına Küba’nın gözde boks çalıştırıcılarından Alcides Sagarra da eklendi. Birlikte Stevenson’nın yumruk tekniğini geliştirdiler, bu çalışmalar ilk meyvesini Berlin’de verdi. Doğu Almanya’nın boksörlerinden Bernd Andern’i yendi. Bu olay sonrasında amatör boks dünyası Stevenson’ı ağır-sıklet olarak görmeye başladı.
Yıl 1972’yi gösterdiğinde Stevenson için ilk büyük meydan okuma zamanıydı: Olaylı Münih Olimpiyatları… Pirolo gösterdiği performanslar sonrasında ilk olimpiyat altın madalyasını kazanacaktı. Fakat, Amerikalı Duane Bobick ile karşılaşması akıllara kazınan bir maç olacaktı. Duane, Stevenson karşısında kolay bir maç ve galibiyet bekliyordu. Beklenmeyen bir olay oldu. Stevenson bir anda değiştirdiği teknik ve karşı güç ile Duane’ı yendi. Bu da Chervonenko ve Sagarra ile yaptığı çalışmaların katkısının açık bir göstergesiydi. 1.90’lık adamın güçlü yumrukları ona hem Olimpiyat madalyası hem de şöhret kazandırmıştı. Bu şöhret ona parayı ve düzenlenecek gösteri karşılaşmalarını da getirdi. Organizatörler tarafından ‘Yüzyılın Dövüşü’ diye lanse edilen Muhammed Ali ile karşılaşması için 5 milyon dolar teklif ettiler. Fakat cevabı da yumrukları gibi sert oldu; “Sekiz milyon Kübalı’nın sevgisinin yanında milyon dolarların ne değeri var?” diyerek hem parayı hem de maçı reddetti.
Sıra 1976 Montreal Olimpiyatlarına gelmişti, tarih tekerrür etti ve altın madalyayı boynuna geçiren yine Stevenson oldu. Sonrasında verdiği bir röportajda “Münih ve Montreal Olimpiyat Oyunları hayatımda sahip olduğum en keyifli anı ve hayatımın en güzel dönemiydi.” Diyecekti.
Gelenek 1980 Moskova Olimpiyatlarında da bozulmadı ve ringin kazananı yine Stevensondı. Böylece Laszlo Popp ve Felix Savon’nun ardından üç olimpiyat madalyası sahibi olan üç Kübalı boksörden biri olarak tarihe geçti. Belki, üç olimpiyat madalyasını 1984 Los Angels ve 1988 Seul olimpiyatları ile beşe çıkartabilirdi ama Küba boykot kararı aldığı için sadece üçte kaldı…
Ancak üç sayısı Stevenson için yeterliydi, olimpiyat oyunlarında kazandığı bu başarılar ile Küba’ya döndüğünde ulusal bir kahraman edâsıyla karşılandı. Sadece başarıya ve halkına inanan; parayı mutluluk kaynağı yapmayan gerçek bir Küba vatandaşıydı…Bir gün şöyle diyecekti: “Paraya ihtiyacım yoktu, çünkü hayatımı mahvedebilirdi.” (The Tribune, 2003)
Tabii Küba sevgisi ve bağlılığı nedeniyle hayatından olaylar da eksik olmadı değil. Miami’den Küba’ya bir turne sonrası dönerken, havaalanında bilet görevlisine ‘Küba’ya, halkına ve Fidel Castro’ya hakaret ettiği’ gerekçesi ile yumruk atmış; ardından Küba’dan gelen açıklama ile Küba karşıtı örgütlerin Stevenson’ı kışkırtmak için düzenlediği bir olay olduğu anlaşılınca serbest bırakılmıştı.
11 yıl boyunca Dünya Şampiyonaları’nda, Francesco Damiani’yle olan maçına kadar hiç maç kaybetmeyen Stevenson, 1987’de eldivenlerini bıraktı. Kariyeri boyunca 321 kez ‘amatör’ olarak dövüştü, 301 maçta eli havaya kaldırılan taraf oldu. Emekliliğinden sonra Küba Boks Federasyonu’nda başkan yardımcılığı yaptı, ayrıca Ekim 1999’da bir süre Küba boks takımı koçu oldu.
Ancak rakiplerine ringde yenilmeyen Stevenson kalbine yenildi. Tam 4 yıl önce bu gün-11 Haziran 2012-, Havana’da geçirdiği kalp krizi sonucu, asla para için dövüşmeyen Pirolo aramızdan ayrıldı. Şimdi Muhammed Ali ve Teofilo Stevenson buluştu, belki de bu Dünya’da bulamadıkları adaleti şu an oldukları yerde bulmuşlardır…
Kaynakça ve Fotoğraflar:
www.independent.co.uk/news/obituaries/teofilo-stevenson-boxer-regarded-as-the-greatest-never-to-fight-for-money-7844925.html
www.bbc.com/news/world-latin-america-18405802
www.nytimes.com/2012/06/13/sports/teofilo-stevenson-cuban-boxing-great-dead-at-60.html?_r=0
gettyimages.com