Bir önceki yazımda olduğu üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılını anlamak ve nihayetinde 1913 Bab-ı Ali Baskını’nı anlatmak adına, 19. yüzyılda görülen reform çabalarını anlatmaya başlamıştım. Genel itibari ile III. Selim ile başlayan reform hareketlerinin en önemli, en dolu dizgin devam ettirildiği yıllardan olan II. Mahmud’un saltanatını dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.
III. Selim’in öldürülmesinden sonra – IV. Murad’ın bir yıllık kısa saltanatının ardından – 1808 yılında tahta geçen II. Mahmud ziyadesiyle tecrübesizdi. Bunun üstüne, son yıllarda – özellikle amcası III. Selim tarafından – yapılmaya çalışılan reformların başarısızlığı toplumda, ve de özellikle askeriye (genel anlamıyla) bir hoşnutsuzluk oluşturmuştu. Güvensizlik ve tecrübesizlikle çıktığı tahtta ilk yıllarını amcası III. Selim’in sonunu paylaşmamak adına, Erik Jan Zürcher’in tabiri ile bir güç tabanı oluşturmaya çalışarak geçirdi. Kalemiye, ulema ve dar anlamıyla askeriye içerisinde sıkı bir kadrolaşma arzusu güttü ve bunda büyük oranda başarılı da oldu. Yine Zürcher’in bahsettiği gibi, bir başka hedefi de Osmanlı’nın post-klasik dönemine damga vuran en önemli gruplardan olan ayanların etkisini ve güçlerini azaltmaktı. Ki tıpkı ilk hedefinde olduğu üzere, bu hedefini de 1820lerde gerçekleştirdiğini görüyoruz.
Diğer bir açıdan bakıldığında ise, o dönemde Avrupa’nın ‘modası’ olan merkezi yönetimlere uygun bir şekilde Osmanlı İmparatorluğu’nda da gücün merkezileşmesini arzu ettiğini, bu doğrultuda uzun çalışmalar yaptığını görüyoruz II. Mahmud’un. Bu yüzden birazdan aşağıda sayacağım reformların gerekçesini sırf Batı hayranlığına veyahut Batı taklitçiliğine bağlamak bizleri yanıltmaktan öteye gitmeyecektir.
1820lere gelindiğinde, Osmanlı İmparatorluğu tıpkı 16. Yüzyıl’ın başında olduğu gibi Avrupa’da en çok adından bahsettiren devletlerden bir tanesi haline gelmişti. Ancak bu sefer farklı olarak, siyasi, diplomatik ve askeri bir aktör olarak değil ‘Doğu Sorunu’ olarak anılıyordu. Askeri başarısızlıklar ve iktisadi problemlerin sonucunda Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflığı ortaya çıkmış, Batı devletlerinin de Osmanlı’ya olan ilgisi bir kat daha artmıştı. Batı devletleri Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu iyi-kötü tahmin edebiliyor, ancak bu ‘son’un ne zaman ve nasıl geleceğini tahmin etmekte güçlükler çekiyordu.
İşte, hem içeride hem de dışarıdan gelen baskılar altında saltanatını sürdüren II. Mahmud, Osmanlı İmparatorluğu’na biçilen bu “son”u değiştirmek adına, III. Selim’in yaşadıklarından ders çıkararak yeniden reformlara hız vermeye başladı.
Reform Çabaları
İlkokuldan beri gelen tarih eğitimimizde daimi “sınav sorusu” olarak karşımıza çıkan II. Mahmud reformlarının askeri düzeni içerdiğini hepimiz yıllar boyunca ezberlemek zorunda kalarak öğrenmiştik. Ancak bu dönem içerisinde salt bir askeri reformdan bahsetmek mümkün değildir. Zira, III. Selim’in Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmaya yönelik çabalarında da gördüğümüz üzere, hiçbir askeri reform, özellikle 19. yüzyıl şartlarında mali destek olmadan tam anlamıyla hayata geçememektedir. Bunun farkında olan II. Mahmud, ilk iş olarak kafasında kurduğu yeni askeri düzeni yaratabilmek adına vergi sisteminde ve dolayısıyla da hem taşrada hem de merkezdeki bürokratik sistemi değiştirdi. III. Selim’den farklı olarak içi çürüyen sistemi düzeltmek yerine, yeni bir adli ve bürokratik sistem getirmeyi hedefliyordu.
Bu hedeflerinin temel amacı ise yukarıda bahsettiğim üzere, amcası III. Selim’in deneyip başarısız olduğu askeri reformları yeniden canlandırmaktı. Bu noktada Yeniçeri Ocağı’nı hemen kapatmak yerine, doğru zamanı kolluyordu II. Mahmud. 1826 yılındaki Yunanistan seferinde Yeniçerilerin lakayt hareketleri ve düzensizliği II. Mahmud’un Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’dan yardım istemesine neden olmuş, isyanı ancak bu şekilde bastırabilmişti. Her ne kadar imparatorluğun bekası için kötü bir olay olarak yorumlansa da, Yunanistan seferi II. Mahmud’un beklediği fırsatı ayaklarına getirmişti. Bu seferden sonra Yeniçeri Ocakları’nın adı Asakir-i Mansure-i Muhammediye (Muhammed’in muzaffer askerleri) olarak değiştirilmişti. Başına da Serasker adı verilen – daha sonra Harbiye Nazırı – olacak kişi getirilmişti.
II. Mahmud ise bu olayın ardından gelecek bir Yeniçeri ayaklanmasını tahmin ediyor ve hazırlıklarını buna göre yapıyordu. Bu değişimden sonra II. Mahmud’un öngördüğü gibi Yeniçeriler ayaklanmış olsa da, hazırlıklı olan II. Mahmud, isyanı çok kısa bir süre içerisinde bastırmış ve birçok yeniçeriyi öldürerek, amcası ile aynı sonu paylaşma riskini tamamen ortadan kaldırmıştı. Bu olay ise daha sonra tarihimize Vaka-i Hayriye (Hayırlı Olay) olarak geçmiştir.
Vaka-i Hayriye sadece Yeniçeri Ocakları’nın kapatılmasını değil, Yeniçeri Ocakları’yla simbiyotik bir ilişki içerisinde bulunan Bektaşi tekkelerinin de kapatılmasını içeriyordu. Bu zamana kadar sürekli yakın ilişki içerisinde bulunan Bektaşi tarikatları da tıpkı Yeniçeri Ocakları gibi kapatılmıştı.
Eğitim Alanındaki Reformlar
Tıpkı idari ve askeri reformlarda olduğu gibi II. Mahmud sosyal hayatı da kapsayan bir dizi reform hareketini başlatmıştı. Bunlardan en önemlisi eğitim alanında yapılan reformlar olarak gösterilebilir. II. Mahmud döneminden önce yapılan reformlara en büyük tepki ulemadan gelmiş ve reformların verimli bir şekilde gerçek hayata dönmesi engellenmişti. Bunun farkında olan II. Mahmud, eğitim alanında ve kapsamında önemli değişiklikler yaparak ulema ve kalemiye gibi bürokrasi içerisinde yer alan okumuş kesimin tepkisini engelleme amacı gütmüştü. Ayrıca eğitimi modernleştirerek yaratmak istediği ‘modern’ hayata ve bürokrasiye uygun bir kesim de türemiş olacaktı.
Bu bağlamda birçok yenilik ortaya çıkmıştır. En önemlilerinden bir tanesi modern bir askeri tıp okulunun açılması olarak gösterilebilir. Zürcher’in ileri sürdüğü üzere halen Yunan tıbbının benimsendiği bir toplumda, modern tıbbı öğretmek ve uygulamak üzere kurulan bir okul tamamıyla devrimci bir yenilik olarak karşımıza çıkıyor. 20. Yüzyıl’ın başında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de ideolojik tabanını oluşturacak olan Batılı, ‘modern’ ve pozitivist anlayışın temelleri bu okullar ile atılmıştır.
Bunun yanı sıra, İmparatorluk tarihinde ilk defa II. Mahmud bir grup öğrenciyi hem Batı ilkeleriyle yetişmek hem de Batı dillerini öğrenmesi için Avrupa’da eğitime göndermiştir. Bu grup sadece askeri sınıfı kapsamıyor, sivil bürokrasi için eğitilecek kişileri de içerisine alıyordu. Batı dillerini bilmek askeriye için olduğu kadar, sivil bürokrasi için de önemli bir faktör olmaya başlıyordu.
Kılık-Kıyafet Reformları
Daha önce de bahsettiğim üzere, ekonomik hayattan askeri düzene, bürokrasiden sosyal hayata önemli bir çeşitlilikte yapılan reformlar kılık kıyafeti de kapsıyordu. Avrupa’nın belli bir ölçüde örnek alındığı bir dönemde şekli tedbirlerin alınması da kaçınılmazdı. II. Mahmud da bu doğrultuda önemli değişikliklere imza attı.
Şehir kapılarına asılan suretlerle, kadınların etek, erkeklerinse sakal ve bıyık boylarını sınırlandırılmıştı. Üstelik bu kurallara uyulmasını sağlamak amacıyla şehir kapılarına makasçılar bile yerleştirilmişti. Erkeklerin bıyık uzunluğunun kaşların genişliğini aşmaması gerektiği, sakallarının ise çene hizasını iki parmaktan fazla geçmemesi gerektiği tembihleniyordu.
Özellikle sivil bürokraside yer alan kimseler içinse yeni ve sert kılık-kıyafet uygulamaları konulmuştu. Erkekler tıpkı Batı Dünyası’nda olduğu gibi pantolon ve ceket giymek zorunda idiler. Ayrıca fes giyilmesi de kabul edilmiş ve geleneksel kıyafetlerin giyilmesi uygulamasından vazgeçilmiştir. Askerler de sivil bürokrasi de olduğu gibi bir takım kılık-kıyafet düzenlemelerine tabi tutulmuştu. Eğitimleri gibi kıyafetleri de ‘modern’ Batı’ya uyum sağlamak üzere yeniden şekillendirilmişti.
Sonuç olarak bakıldığında, İmparatorluk yaşamının hemen hemen her alanını kapsayan bir dizi reformların yapıldığını görüyoruz II. Mahmud döneminde. Yapılacak reformları sağlam temele oturtmak isteyen II. Mahmud işe bürokrasi ve eğitimi düzenleyerek başlamış, merkezi otoriteyi yeniden güçlendirerek yapılacak daha ileri reformları sağlama almayı hedeflemiştir. Batı tarzı bakanlıkların kurulmasının bu dönemde olması da rastlantı eseri değildir muhakkak. Bu reformların üzerine Osmanlı tarihindeki en önemli ve radikal askeri değişim gerçekleşmiş ve Yeniçeri Ocağı tamamen lağvedilmiştir. Bu şekile II. Mahmud döneminde gerçekleştirilen reformlar, amcası III. Selim’in hedeflerinden ve reformlarından daha başarılı olmuş olacak ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonraki 80 yılına damga vurmuş ve hatta kurulacak olan – sadece Türkiye Cumhuriyeti değil – ulus devletlerin de temeline direk etkinde bulunmuştur. Eğitimin, bürokrasinin ve hatta sosyal hayatın ‘modern’ hayata yaklaşması da II. Mahmud’a ‘Gavur Padişah’ yakıştırmasını getirmiştir. Bu yakıştırma doğru mudur, yanlış mıdır tartışılır ancak tartışılmayacak gerçek kesinlikle II. Mahmud’un hedeflediği reformlarda geçmişe nazaran çok daha başarılı olduğu ve gelecekte de bu reformların etkisini hissettirdiğidir.
Kaynakça
Zürcher, Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi
İslam Ansiklopedisi, II. Mahmud
Cenk S. Kırımlı
Genel itibariyle hoş bir yazı. Çok ufak bir düzeltme yapmak istiyorum. III. Selim’in hal’inin ardından tahta geçen kişi IV. Murat değil, 29 Mayıs 1807 -28 Temmuz 1808 yılları arasında tahta oturmuş olan IV. Mustafa’dır.
Arda Akıncı
Haklısınız, yorumunuz için teşekkür ederim. Ufak bir hata olmuş, hemen düzeltilecektir.
Tekrardan uyarınız ve dikkatiniz için teşekkürler.