Bilindiği gibi Osmanlı döneminde kadınların hukuki durumları şerri hükümler çevresinde belirleniyor, geleneksel kuralların dışına pek çıkılmıyordu. Ancak herhangi bir şekilde yazılı hale getirilmiş bir kadın hukuku da mevcut değildi. Her ne kadar günümüz hukuk sistemiyle o zamanların standartlarını karşılaştırdığımızda kadın hakları açısından çok da iç açıcı bir tabloyla karşılaşmasakta, gerçekte Osmanlı zamanında medeni hakları kullanma açısından kadın ve erkek eşitliğinin bir bakıma sağlanmaya çalışıldığını söylemek çok da yanlış olmayacaktır.
1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı’nı Osmanlı Devleti’nde kadınların lehine yapılan pozitif deşikliklerin başlangıcı olarak görmek mümkündür. Ferman’da yer alan hükümler, her ne kadar direkt olarak kadınları hedef alan düzenlemelere yer vermiş olmasa da, bu ilanın getirdiği yeni bakış açısı ve farklılıklar gelecekte kadınların haklarının genişletilmesi açısından etkili birer dayanak noktası olmuşlardı. Öyle ki, ferman sonrası Osmanlı da yapılan kimi reformlar bunu onaylayıcı nitelikteydi. Örneğin, 1843 yılında ilk kez kadınlar ebelik eğitim almaya başlarken, 1847 yılında beyan edilen bir İrade-i Seniyye ile kız ve oğlan çocuklarına eşit miras hakkı tanındığı gibi, bazı esirlerin alım-satımı yasaklanarak İstanbul’da Tavukpazarı civarında yer alan esir pazarı da kapatıldı. Beyaz esirlerin alınıp satılması ancak 1854’de resmen gerçekleşirken, 1857 yılında ise siyah esirlerin alınıp satılması yasağı getirildi. Ancak elbette ki bu kuralların hayata geçirilmesi çok da kolay olmadı. Özellikle de Kafkasya kökenli kadınların satılması uzun yıllar boyunca devam edecekti.
1869 yılında kadınların eğitimine ilk kez hukuki zorunluluk getiren Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin tam da yayımlandığı dönemlerde, Tanzimat Dönemi’nin meydana getirdiği değişiklikler neticesinde bir Medeni Kanun’a duyulan ihtiyaç kaçınılmaz olmaya başlamıştı. Ancak bu kanunun nasıl hazırlanacağı konusunda kimi tartışmalar vuku bulmaktaydı. Mehmed Emin Ali Paşa ve tebaası Fransız Medeni Kanunu’ndan uyarlama bir kanun yapılması düşüncesini savunurken, Cevdet Paşa ve taraftarları Hanefi Mezhebi başta olmak üzere İslam Hukuku esaslı bir kanun düzenlenmesi gerektiği kanısındaydılar. Sonuç olarak daha fazla destek kazanan Cevdet Paşa’nın görüşü kabul edilerek Mecelle adında kapsamlı bir kanun hazırlandı. Ancak beklenenin aksine Mecelle her konuda yeterince hükme sahip değildi. Özellikle kişi, aile ve miras hukuku konusunda o günün gereksinimlerini karşılayacak derecede hakimiyet alanı kazanamamıştı. Bu nedenle de kadınların hukuki durumları yine eski geleneksel hukuk düzeni içerisinde değerlendirilmeye mecbur bırakıldı.
Bu durum 1881 yılına kadar bu şekilde devam etti. 1881 yılında çıkan Sicil-i Nüfus Nizamnamesi ile ise Osmanlı, evlilik konusunda daha önce atmadığı kadar büyük ilerlemeler kaydetti. Bu nizamname neticesinde artık evlenmek için mahkemelerin izni gerekmekteydi. Ayrıca evlilik sözleşmeleri artık resmi devlet memurları önünde yapılmaya başlanmıştı. Ancak yapılan bu değişiklikler o zamana göre radikal olarak değerlendirilebilecek düzeydeydi. Bu nedenle izin alınmadan yapılan evliliklerin geçerliliği devam etti ve izin usulü sadece bir formalite olarak muhafaza edildi. Ama elbette bu düzenlemelerin erkeklerin evlenme ve boşanma konusundaki serbestliklerini biraz olsun kısıtladığı bir gerçekti.
Görüldüğü gibi zaman ilerledikçe dünyanın her yerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de kanuni düzenlemeler modernleşmenin cazibesine hayır diyemedi. Bunun neticesinde, ortaya çıkan yeniliklerden belki de en önemlisi kadınlara tanınan haklardı. Öyle ki, daha önce bahsedilen düzenlemeler bir kenara, yine aynı dönemlerde kadınlar ilk kez mülkiyet hakkı kazandı(1858), ilk kez kadın rüştiyeleri kuruldu(1858), ilk kez kadınlar için haftalık bir dergi olan Terakk-i Muhadderat dergisi yayımlandı(1869) ve yine ilk kez kadınlar ücretli işçi olarak çalışmaya başladı(1897).
Yazı dizimizin ikinci bölümünde de yine konumuza devam ederek, Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet Dönemi sonrasında kadınların lehine yapılan yeniliklerden bahsedeceğim. Yazımı ise Osmanlı Devleti kadın şairlerinden Nigar Hanım’ın Gücenme isimli şiirinden bir alıntıyla bitiriyorum:
Gücenme, muztaribim, nâ-şekîb-i hicranım,
Gücenme, münkesirül hatırım, perişanım,
Gücenme, merhamet et bî-nasîb-i vuslatına,
Gücenme yâreliyim aslı iştiyakınla,
Gücenme, aslı harabım senin firakınla…