ALTUNİZADE’DEN SONRA KÖPRÜNÜN HEMEN AŞAĞISI: AVRUPA YAKASI

Hiç unutmuyorum, ben çocukken bir kış akşamı bütün ailem evin küçük bir odasına toplanmış televizyon izliyorduk. O zamanlar dedem hayattaydı, babaannem gençti, amcam henüz öğrenciydi ve biz kalabalık bir aileydik. Televizyonda Avrupa Yakası vardı ve bütün ailenin bir şekilde ilgisini çekebilen nadir dizilerdendi. İşte bugünlerde, Avrupa Yakası’nı tekrar izlerken sürekli o akşama dönüyor, o ortamın sıcaklığını hissediyor ve o gazete üzerinde yenen portakalın tadını alıyorum. İnternet üzerinden izlediğimden videonun altındaki yorumlardan insanların fikirlerini okurken de gördüğüm kadarıyla izleyicilerin büyük çoğunluğu tıpkı benim gibi eski günlerin hatrına, o günleri anımsamak adına izliyorlar diziyi yeniden. En azından asıl saikleri eskileri hatırlamak olmasa da onları diziye bağlayan eskinin sıcaklığını bu denli hissettirmesi aslında. Peki üzerinden sadece on beş yıl geçmesine rağmen böylesine özlenen bu diziyi bu kadar sevilen, ayrıcalıklı ve tatlı kılan nedir?

Ben söylemeye başlayayım, insan ilişkilerinden o dönem meşhur olan giyim kuşama kadar pek çok faktör bunda etkili. Hatta bölümlerin neredeyse hepsinin en azından bir sahnesinde yukarıdan görünen boom mikrofon bile Avrupa Yakası’nı bağrımıza basmamız için bir neden. Fakat bunlardan daha önemli olan türlü türlü insan tiplerine rağmen birlik, beraberlik ve aile olmanın vurgulanması. Öncelikle dizideki ana ailemiz olan Sütçüoğlu ailesini ele almak gerekir burada. Dört kişilik bir çekirdek aile olmasına rağmen her fert bambaşka özelliklere ve hayat görüşlerine sahip insanlardır. Hiçbirinin öyle mükemmel ve ideal insanlar oldukları söylenemez. Aksine çoğunlukla eksik ve kusurlu karakterlerdir bunlar. Hatta öyle ki diziye temel olan modern ve gelenek arasındaki çatışmayı alabildiğine ortaya koyabilmek adına her karakteri bu kutuplardan birine yakınlaştıran belirgin ve ayırt edici özellikleri vardır. Ailenin kızı olan Aslı; modern, kısmen züppe, yurt dışında eğitim almış ve çok başarılı olmuş bir gazetecidir. Buna rağmen giderek yaşlandığı kaygısıyla geleneksel bir evlilik idealiyle kafasını bozmuştur. Ayrıca kendisinin aile içindeki konumu da erkek çocukların kız çocuklara karşı nasıl öncelendiğinin gösterilmesi açısından çok önemlidir.

Bu noktada ağabeyi Volkan’dan bahsetmek gerekir. Volkan, tek hayali hatta yaşama sebebi müzisyen olmak olan bir karakterdir. Bu uğurda dizide girmediği kılık kalmamıştır fakat tabii ki onun da kurbanı olduğu bir gelenek vardır ki babasından devraldığı pek meşhur ve tarihi muhallebiciyi işletmek zorundadır aksi takdirde babasıyla çok büyük çatışmaların içinde bulacaktır kendisini.

Baba Tahsin de aslında Nişantaşı’nın kalantor adamlarından biri olma potansiyeline sahip olacak kadar zengin ve görmüş geçirmiş bir karakterdir fakat hiçbir zaman öyle bir konuma sahip olamayacaktır çünkü ortamına göre çok katı, muhafazakâr ve cimriliğe kaçacak derecede tutumlu birisidir. Küresel ısınma kaygısıyla tasarruf yapmak adına aileye neler çektirdiğini de bir biz seyirciler bilir bir de allah.

Tahsin’in karakterine tuz biber olup moderniteyi içten içe benimsemesine rağmen eskiden de sıyrılamayan anne vardır bir de İffet. İffet duygularını uçlarda yaşayan, krizin eşiğindeki kadınların en güzel örneklerinden ve bir annenin hırslarını en güzel şekilde yansıtan o karakterdir. O İffet yok mudur ki Volkan’a olan sevgisiyle Aslı’yı yiyip bitirmiştir. Çok defalar kendimizi Aslı’nın yerine koyarak İffet’ten kaçıp kurtulmayı istemişizdir galiba. İşte böyle birbirlerine yaka silktiren karakterler olmalarına rağmen Sütçüoğlu ailesinin kahvaltı sahnelerini izlemekten kendimizi alıkoyamayız çünkü her insanın şahsına münhasır olduğunu bilir ve buna rağmen önemli olanın günün sonunda beraberlik olduğunu anlayabiliriz. 

Sütçüoğlu ailesi dışında da rengarenk karakterlere ev sahipliği yapar Avrupa Yakası ve herhangi bir sahneyi izlerken sıkılma ihtimalini ortadan kaldırır, bu sayede herkese hitap eder hâle gelir. Böyle denince genelde Burhan Altıntop, Gaffur ya da Şahika Koçarslanlı akla gelir ama benim bu noktada özellikle anmak istediğim isimler Selin Yerebakan, Kubilay Peynircioğlu, Bülent Onaran ve Makbule Kıral.

Selin, diziye de ismini veren Avrupa Yakası dergisinin sahibi Sadettin Yerebakan’ın kızı. Sadettin Bey pek varlıklı ama bir o kadar da kafası kırık bir karakter. Kızını çok kaliteli üniversitelerde okutmuş ve bunca servet içinde onu yetiştirmiş olmasına rağmen Selin’in kendi ayaklarında durmasını da isteyen ve önemseyen bir baba. Selin’in de bu nedenle biraz fazla şımarık, biraz çocuk ama aslında çok da zeki bir karakter olduğunu söylemek gerek. Annesiyle babası fırtınalı bir ilişkiye sahip olduğundan da Selin aile ortamını doğru düzgün yaşayamamış ve bu ortamı Sütçüoğlu Ailesi’nde bulduğu için de onların yakasını bırakmayan bir karakter. Bütün bunların birleşiminden içtenliği, saftirikliği ve neşesiyle izlemeye doyulmayan bir karakter ortaya çıkmış. Benim en çok güldüğüm özelliği ise pek çok kelimeyi, atasözünü, deyimi bütün ciddiyetini takınarak yanlış söylemesi mesela “ekmek mustafa çarpsın.”

Kubilay Peynircioğlu ise zengin mi zengin bir peynirci. Nişantaşı’nın playboyu. Hiç halkın adamı değil ne yalan söyleyeyim. Bir kahkahası var ki duyunca gülmemeniz elde değil. Selin’in eski nişanlısı, Yaprak’ın sevgilisi, Burhan’ın korkulu rüyası Kubilay. İşle güçle pek münasebeti olmadığından sürekli derginin ofisinde. Hatta genel müdür odasında kendisinin de hakkı olduğunu iddia etmişti diğerlerinin dikkatini daha az dağıtabilmek için. Kubilay dizinin tek, tam anlamıyla sitcom karakteri çünkü tepkileri, tavırları ve yaşadıkları bunu doğrular derecede abartılı. “Ama çok kafa bir adam olarak gördük onu yav ahahaha!”

Bülent Onaran, kendi deyimiyle “emekli bir diplomat ya da maceracı.” Monsieur, Sütçüoğlu Ailesi’nin dünürü. Çapkınlığın, cilvenin vücut bulmuş hâli kendisi ve katiyen yaşlı olduğunu kabul etmez siz de ona göre muamele edin kendisine. Selin ya da Makbule gibi amca derseniz çıldırmasına neden olabilirsiniz. Bir oenologue olacak kadar da şaraba düşkün. Bir yılbaşı bölümünde kapıya ökse otu astırmış ve altından geçen her kadını öpme hakkı tanımıştı kendisine. Her ne kadar “Kalem Müdürü Sedef” olarak hitap ettiği eşine yaşattıkları katlanılmayacak derecede sinir bozucu olsa da Bülent her embesil, bön, moron dediğinde gülmemek elde değil. 

Makbule Kıral namı diğer şıpıdık terlik. Burhan’a olan duygularını inkar etmek mümkün değil. Evde ne kadar yemek yaparsa ona götürür sonra da Cem yemiştir der, sıyrılır işin içinden. Çok marifetlidir, çok da kıvraktır öyle ki bütün erkekler gözleriyle yer onu (!) Türkçesinin de Selin’inkinden bile vahim olduğu söylenebilir, “tam teşekkürlü hastane” der mesela. Makbule’yle oturup kahve falı bakarken dedikodu yapmak istemeyen tek bir Avrupa Yakası seyircisi göremezsiniz inanın.

İşte bu kadar cümbüşün olduğu yerde, herkes başka telden çalarken ortaya Avrupa Yakası gibi bir armoni çıkmıştır ve bize de tekrar tekrar izlemek, özlemek düşer.

Leave a Reply