Düşük öz güven, vücut görüntüsü sorunları, içinde bulunduğumuz aileye uyum sağlama çabası, her bireyin vakti zamanında uğraşmak zorunda kaldığı sorunlardır. Bu bir savaş… Benzer sorunları yaşamış olan veya yaşayan insanlar anlar beni. Hayal gücümüz geniştir, çevredekilerin herhangi bir hareketi ve sözü hakkında yüzlerce senaryo kurabiliriz. Gün geliyor kocaman, meraklı gözlerle baktığınız dünyada hayatta kalabilmeniz bile bir sorun teşkil ediyor. Kafanızı kurcalayan onca soruyla baş edebilmek için çeviriyorsunuz kafanızı bir yerlere. Kendinize çeviriyorsunuz. Masallar okuyarak büyümüş biri olarak kendime bir gün o ürpertici soruyu sordum: “Her gün bir yazar tarafından hayatının hikâyelendirildiğini düşün ve dinle, böyle bir kahraman olmak ister miydin?” Kendimi böyle bir soruyla karşı karşıya bıraktığım için kendimle övünebilirdim ancak olaylar böyle gelişmedi. Çünkü cevabım “hayır,” idi. Bu cevabı vermemin asıl sebebi kesinlikle türlü türlü maceralar yaşamamak veya önemli başarılar elde edememek değildi. Kelimelerle yontmamıştım kendimi. İçimdeki beni ben bile tanımıyordum. Yazara malzeme verememiştim ki… İçteki boşluğu beslerken hayata farklı bir bakış açısı kazanmamı sağlayan bir gençlik dizisiyle karşılaştım: “My Mad Fat Diary”…

Türkçeye “Benim Çılgın Tombul Günlüğüm” olarak çevrilen dizi, aslında başkarakter Rae Earl’in gerçek hayatta tutmuş olduğu günlükten uyarlanmış. Rae Earl adında on altı yaşındaki genç kız oldukça komik ve müziksever biridir. Ancak aşırı kilolu olmak, annesiyle yaşadığı çatışmalar ve psikolojik bunalımlarından dolayı kendine zarar verme eğilimi, uğraşmak zorunda olduğu sorunlardır. Şunu da belirtmek gerekir ki dizi, 1996 yılında geçtiği için müzikseverler için çok güzel bir müzik altyapısına sahip. Rae’nin yaşadıkları aslında geçiş evresinde olan birçok gencin yaşamına ışık tutuyor. Her ne kadar Rae’nin yaşadıkları çok doğru ve öğretici olsa da, maalesef bazı insanlar Rae kadar şanslı olamayabiliyor.

Diziden edindiğim izlenimlere göre Rae’nin içinde büyük bir boşluk mevcut. Bu boşluk dizide şöyle ifade ediliyor: “Hayatın geri kalanını insanlar tarafından reddedilmekten korkarak geçirebilirsin. İşe kendini reddetmeyerek başlamak zorundasın. Bunu hak etmiyorsun.” İntihara sürükleyen bir boşluk bu… İnsan kaybettiklerinin acısını çekermiş hep. Var olmayanların acısını yaşamak da var. Kapkaranlık ve soğuk bir dolambaçta tek başına çıkış bulmak gibi. Rae gibi birçok insan kendi çıkış kapısını arıyor. Kimisi kendine zarar veriyor, kimisi hiç tepki veriyor, kimisi de kendiyle yüzleşiyor.

Rae’nin dizi sonuna doğru geçirdiği büyük değişikliklerden bir de özgüveni. Bunun Rae’nin zayıflayarak güzel bir genç kız haline gelmesiyle yapılmamış olması beni çok mutlu etti. Hâlâ tecrübelenmekte olan yegâne miras; özgüven… Dünyaya iz bırakan insanların yolu her zaman özgüvenden geçmiştir. Birilerine meydan okumak değil bu. Kendinize meydan okuyun. Bir yerlerde size “Bunu yapamazsın. Bırak başkası yapsın,” diye kesin uyarılar veren bir ses var. Kabul etmeliyim ki ilgi ve yeteneklerinizi göz önünde bulundurmak, bir şeyi yapabilenlerin yapmasını sağlamak bir özveri göstergesidir. Ancak denemek zorundasınız. Hayat felsefesi size ışık tutan insanlar yapıklarını deneyerek, tökezleyerek, öğrenerek yapıyor. Öz güven, bir gün herkesten iyi, ertesi gün ise dünyanın en gerekmeyen baloncuğu olduğunu söyleyen hislerden uzaklaşmanı sağlayacak, yürüyüşüne bile bir cazibe ve ilgi katacak; ölü, görünmez gibi hissetmeni engelleyecek ve sonunda önemli biri olduğunu anlayacaksın.

Rae’nin günlük tutması her bir zorluğun aşılmasına ön ayak oluyor. Konuş ve yaz. Nasıl hissettiğini, neleri kafayı taktığını, neyin sana iyi/kötü geleceğini hiç vakit kaybetmeden not al. Sesli konuşurum ben. Hata yaptığımda itiraf ederim birden yüzleşirim kendimle: “Hata yaptın. Bunu düzeltmek için ne yapmalısın, şimdi onu düşün.” On yedi yaşındaki benle konuşurum. Yaşadıklarından, acılarından ders çıkarırım. Daha sonra onları otuz yaşındaki bana anlatırım. Ne yapmalı, ne yapmamalı ya da ne yapmış olmalı. Hedefler zinde tutar. İlham kaynakları edinmekten asla çekinme. Belki bir ağaç, yazar, kitap, yemek… Her şey ilham kaynağın olabilir. Kendinle sosyalleşmen gerektiği gerçeğini asla unutma. İlham kaynaklarından aldıkların kendinle sosyalleşirken içinde şekillenecek. “Sonunda, somut bir şey oluyor içimde!” diyeceksin. Yalnızlığın hariç her şeyi paylaş. Yalnızlık korkusunu aklından bir an önce çıkar. Rüyalarına da etki edecek bu. Yoğun ve hareketli rüyalar güne daha yorgun başlatır beni. Her şeyden herkesten uzak yalnız vakit geçirebilmek bu rüyalardan uzaklaşmamı sağladı. Bunu denemelisin!

Rae ne zaman insanlardan tarafından dışlanma duygusundan korksa o zaman kendini karanlığa ve çıkmaza itti. Korkmaktan korkma. Duygularını tanımla. Vücudunla bütünleş. Vücut, nasıl bir mikropla karşılaştığında pasif bir direniş başlatıp aynı mikrop ile ikinci bir karşılaşmasında dirençli davranıyorsa, duygularını tanımlamak sana aynı direnci aşılayacaktır. Olaylar karşısında neler hissettiğini belirle. Kendi sözlüğün olsun bu rehberde. Böylece beklemediğin bir zamanda beklemediğin bir olay yaşadığında ruhun olması gerektiğinden daha kararlı davranabilecek. Duygularına ve bilincine sahip çık. Onlar seni insan yapan temel ögeler. Bu yolda insanlarla sağlam temelli bağlar kurmaktan kaçınmamış olacaksın. Üzülmek bile bir süre sonra eğlenceli gelmeye başlayacak. Sindirmiş olacaksın hislerini. Her duygunun bir geçiş evresi, her geçiş evresinin de sadece bir süreçten ibaret olduğunu anlamış olacaksın.

Yazımın başında da bahsettiğim gibi, her birimizin kendine ait bir yolu var. Rastgele sapmalar, yavaşlamak gerekirken koşmak veya tam hızlanacağın sırada geri adım atmak bu yolu çekilmez kılar. Boşluklar oluşur içinde. Ardından yitip giden ümitler, gerçekleştirilememiş hayaller… Bu boşlukları doldurmak senin elinde. Kelimelerle doldurun o boşlukları. Canınız yanacak belki ama hayatın başkaları tarafından gösterilmeyen gerçeklerini görünce “iyi ki,” demekten başka, elinize bir şey geçmeyecek.

Leave a Reply