92. Akademi Ödülleri bu ay sahiplerini buldu. Her sene olduğu gibi bu sene de bazı sürprizlerle karşılaşmış olsak da tören genel anlamda beklediğimiz şekilde ilerledi. Bu ay sizlerle paylaşmak istediğim film ise, en iyi film dalı da dahil olmak üzere 6 dalda Oscar’a aday olup en iyi uyarlama senaryo dalında ödülü almayı başaran Jojo Rabbit. Jojo Rabbit için, bu senenin adayları arasından en gölgede kalmış film diyebiliriz aslında. 1917’nin hala vizyona girmemiş olması skandalının dışında aday filmler arasında en az salonda vizyona giren film oldu ne yazık ki. Hatta içeriğinin işlenişi nedeniyle çeşitli kötü yorumlar bile aldı. Özgünlüğü, esprileri ve güzel mesajlarıyla adından daha çok bahsedilmeliydi diye düşünüyorum.

Film Nazi Almanyası’nda geçiyor. Nazizm ve İkinci Dünya Savaşı’nın yıllardır yüzlerce filme konu olduğu düşünüldüğünde Jojo Rabbit’in bunlardan biraz daha farklı olduğunu belirtmek gerek. Filmin farklı bir şekilde ilerleyeceğini daha en başta canlı renklerden, neşeli müziklerden, genel mutlu tondan anlıyoruz. Hikaye, henüz on yaşında Alman bir çocuk olan Jojo(Roman Griffin Davis) etrafında şekilleniyor. Jojo fazlasıyla sevimli, naif ve Hitler’in idealleri ile büyüyor olsa da henüz bu idealleri tam olarak anlayamamış bir çocuk. Babası savaşa gittiği, kız kardeşini de kaybettiği için annesiyle baş başa yaşadıklarını sanıyor Jojo, ancak kısa süre içinde kendisini dehşete düşürecek olan bir gerçekle yüz yüze geliyor: annesinin evlerinde sakladığı genç Yahudi kız.

Filmin özellikle dikkat çekici bir noktası, Hitler(Taika Waititi)’in yansıtılışı. Aslında film boyunca izlediğimiz Hitler, Jojo’nun hayalindeki Hitler figürü ve gördüğümüz üzere kesinlikle gerçekçi olmayan, ancak saf, iyi niyetli bir çocuğun hayal dünyasına ait olabilecek bir figür. Bu yüzden Hitler’in yolunu izlemeye çalıştığına tanık olduğumuzda Jojo’nun aslında gerçek Hitler ile alakası olmayan birini örnek aldığını görüyoruz, bu daha çok Jojo’nun kendi zihninde yarattığı bir rol model. Bu Hitler portresi, Jojo’nun ne kadar naif olduğuna dair tanık olduğumuz ilk ipucu. Onun için adeta bir hayali arkadaş haline gelmiş olan Hitler, genellikle Jojo tek başına kaldığında ortaya çıkıyor, birbirinden orijinal esprilerle dolu gülünç denebilecek diyaloglar geçiyor aralarında. Waititi’nin bu yorumu bir yandan Jojo’nun saflığını yansıtırken bir yandan da neredeyse Hitler ile dalga geçiyor. Filmde yaratılan bu naiflik algısı The Boy In The Striped Pyjamas’daki Bruno’nun naifliğini de hatırlatır nitelikte.

Waititi’nin komedi ögesi olarak kullandığı bir başka konu ise Jojo’nun ve genel anlamda bütün Nazilerin sahip olduğu Yahudi algısı. Bu algıyı abartıp bayağılaştırarak bir yandan orijinal esprileriyle izleyiciyi güldürürken bir yandan da zamanında böyle bir algının oluşmasının ne kadar saçma ve yanlış olduğuna dikkat çekiyor Waititi. Jojo’nun evde saklandığını farkettikten sonra başta görev icabı kendini nefret etmeye zorladığı ancak zamanla elinde olmadan fazlasıyla sevdiği Elsa(Thomasin McKenzie) ile aralarında geçen diyaloglarda şahit oluyoruz bu Yahudi algısına. Elsa da bu durumu gülünç bulduğu için Jojo ile oynuyor, onun abartık bilgilerini daha da abartarak onu kandırıyor, zamanla da aralarında tatlı bir ilişki oluşuyor. Jojo ise Elsa’dan Yahudiler hakkında aldığı bu “bilgileri” kötü amaçlar için kullanma niyetindeyken bu niyetinden yavaş yavaş cayıyor. Vicdanının ona gösterdiği doğru ile çevresinin “doğru” anlayışı arasında kalarak elinde olmadan gerçek kimliğini oluşturmaya başlıyor, bu şekilde de annesinin onun hakkındaki fikirlerini doğru çıkarıyor.

Henüz değinemeyip yazıyı değinmeden bitiremeyeceğim iki karakter daha var: öncelikle Sam Rockwell’in bir kez daha harikalar yaratmış olduğunu belirtmek istiyorum. Filmin en gülünç karakterlerinden birini canlandırırken kendine has tarzını da katarak size neredeyse kahkaha attıracak sahneler sunuyor. Bahsetmek istediğim bir diğer karakter ise Scarlett Johansson’ın canlandırdığı Rosie, Jojo’nun annesi. İnanılmaz enerjisi ve iyiliğiyle Jojo’ya mükemmel annelik yapan Rosie film boyunca adeta parlıyor, bu korkunç dönemde bile sahip olduğu yaşam enerjisine ve adalet duygusuna hayran kalıyoruz. Scarlett Johansson’ın Marriage Story’den sonra Jojo Rabbit’te de harika bir iş çıkarmış olduğunu görüyoruz.

Fazlasıyla iç ısıtan, yer yer güldürüp yer yer ağlatan, oldukça özgün bir film Jojo Rabbit. Final sahnesinin güzelliğiyle de uzun süre akılda kalmayı garantiliyor. Bu yılın en başarılı filmlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Henüz izlemediyseniz izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim.

 

Kaynaklar

Özgürlüğü dans ederek taçlandıran bir film: Jojo Rabbit

https://gq.com.tr/populer/taika-waititinin-yeni-filmi-jojo-rabbit-ile-tanisin

JOJO RABBIT Hops With Hitler In Satire’s Latest Trailer (VIDEO/IMAGES)

https://www.telerama.fr/cinema/jojo-rabbit-scarlett-johansson-fait-levenement-a-toronto-dans-une-etrange-fantaisie-antinazie,n6412053.php

A young Nazi meets his first Jew in trailer for Taika Waititi’s Jojo Rabbit: Watch

Leave a Reply