Çağrışımların Şairi, Oruç Aruoba

Oruç Aruoba. Bu ismi ilk duyduğumda şiir dünyasına yeni giriş yapıyordum. O dönem biraz ürkektim. (gerçi edebiyat ile tanışmak isteyen her insan başta elini uzatmaktan çekinir.) Geleceğe odaklı, bilinmezliklere kapalı bir insan olmak… İronik olduğumu fark ettiniz değil mi? Geleceğimle tanışmak isteyen ben ve kendisini bilinmeyen olarak tanıtan gelecek. İşte tam bu varoluşsal sıkıntı dönemimde, insanı kendisine ister istemez ilgi uyandıran bir isimle karşılaşmıştım. İsmi bana doyumsuzca şiir okumaya, yazmaya teşvik etmişti. Bilgilenecektim. Oruç Aruoba sayesinde edebiyata elimi uzatacaktım.

14 Temmuz 1948 yılında Karamürsel‘de dünyaya gelen Oruç Aruoba ortaöğrenimini Ankara TED Koleji‘nde tamamladıktan sonra, Hacettepe Üniversitesi‘den de psikoloji bölümünden lisans ve yüksek lisansını almıştı. İnsan bilimi okumayı tercih etmişti. Sanki arka fonda “İnsan insan dedikleri/İnsan nedir şimdi bildim.”[1] yankılanıyordu.  İnsanları tanımaya çalışacaktı ve bu süreçte bilgilenecekti. Günümüzün önemli filozofları arasında sayılacaktı. Nitekim yine aynı üniversitede felsefe bilim uzmanı olmuştu.

Akademisyenliğe ara verdikten sonra ağırlıklı olarak yazı ve çeviri işleriyle uğraşan Aruoba’nın çalışmaları saygın edebiyat dergilerinde yer almaya başlamıştı. Artık olgunluk çağını yaşayan Oruç Aruoba halen serbest yazar olarak çalışmalarına devam etmektedir.

Türkiye‘nin yetiştirdiği en önemli düşünürlerden biri olduğunu bilerek okumaya başladım düşüncelerini. Bunun yanında sayesinde Hume, Rilke, Wittgenstein, Nietzsche, Von Hentig, Başo ve Celan‘ın eserlerine de ulaşabildim çünkü onları çeviren yazarımız yine Aruoba idi. Hatta zamanında yapmış olduğu “Filozof Dedikoduları” adında bir açık radyo programını o kadar dinlemek isterdim ki. Tabii popüler olmasını istememiş Aruoba. Çünkü ona göre popüler kültüre kapılan her şey çarpıtılmaya başlanıyor. Tek kişi işidir. Tek kişi kafasındaki kişileri ve düşünceleri karşı karşıya getirmelidir. Sonrasında paylaşabilir elbette. Sonuçta diyalogdur felsefenin başlangıcı. Ancak kişi paylaşacağı insanları doğru seçmelidir. Sosyalleşmek için bir araya gelinirse felsefe yapılamaz. Konu sapar.

Aruoba, aforizmalara dayalı felsefi metinleri oldukça özgün bir biçimde kaleme almıştır ve İle, Uzak, Yakın, Hani, Yürüme, De ki İşte, Tümceler, Ne ki Hiç ile döngü(daire) halinde ilerlettiğim hayatıma çizikler atabilmemi, spiraller çizebilmemi sağladı. Kim bilir belki az sonra paylaşacağımız alıntılar bir ilham tadında hayatınıza yerleşir.

Sevgilerle,

Yalnızca çağrışımları dinleyen bir yazar

 

Yalnızca İlham İzdihamından Taslaklar

 

“Yaşadıklarımız, öldürdüklerimizdir.”(18 Aralık 1983, de ki işte)

  • En çok aşık olduğumda gelir bu söz aklıma.

 

“Gerçeklerle baş etmenin en iyi yolu hayal kurmaktır.”

  • Sabahtan önce beş ve ben yaşımın yetmediği Mecidiye Sokak’ta bulunan bir odadayım. Apartmanın demir kokusu ağzımda, yatak gıcırtısı aklımda. Bir sola, tekrar sola. Diğer uca varınca karşımda üç renk: mor, turuncu, kiremit kırmızısı… Hangileri apartmanlara ait, hangisi gökyüzü eşleştiremiyorum. Başım ağrıyor, alkolden değil, gerçeklerden. Kaotik bir odada, yanımda sarılacak kimse yok. Yaşım yetmiyor çünkü hala bir düzen arıyorum. (Annemin evindeki çamaşır kokusunu bile özledim.) Kapının açılmasına daha iki saat var. Uzaklaştır, bırak şunları, karşıya bak! Bakıyorum, gölgelenmeler var. Karakalem çalışmış biri, dallandırmış. Ağaç bu. O kadar uzun oluyorlar mıydı? Apartmanı yarılamış neredeyse. Sarılıyorlar hatta. Yine saçmalıyorum. Keşke içki içip bunları hayal etseydim. Kes, kes! Şimdi pişmanlıklar dosyasını kapatamazsın. Turuncu apartmanın üstünde demirden bir anten görüyorum. O da tek başına benim gibi. En azından ben buradan çıkıp gideceğim. Seni yendim, anten. Öndeyim ben. Mutluyum. O kadar mutluyum ki bütün görüş alanımı kaplayan moru görüyorum. Mosmor, eşit dağılmış bütün bulutlara. Sonunda bir adalet göstergesi. Mutluyum. O kadar mutluyum ki hayal kurmak üzereyim. Hatta kurmaya başladım bile. Kuruyorum, kuru…Bir gıcırtı. Yataktan değil bu sefer. Kapıdan. Nasıl ama? Daha erken değil mi? Gölgeler kalınlaşmış, anten mavi gökyüzünü izliyor. Kapı açılıyor…

 

“Acıları bile anılara dönüştürürüz biz.”

  • En güzel şiirler de bu anılardan oluşur.

“Kişi, boş verebilendir.”

  • Her insana kişi diye hitap ediyoruz ancak bence bu genellemeye giriyor. Kişi, olgunlaşmış bir bireydir bence.
  • Birey: Topluluğu oluştururken bağımsızlığını koruyabilen varlık.
  • Olgun: Ayrımcılık yapmadan bilgilenmeye açık, bilgilendikçe kendi yorumlarına sahip çıkan varlık.
  • Albert Camus “Yabancı” esintileri yle kişi, yeteri kadar umursamalıdır. Yeteri kadar piştiğinde fırından çıkabilmelidir. Olgunlaştığında, ağacından düşmeyi, yeni bir ortamda yuvarlanmayı bilmelidir. Yuvarlanırken, çıkan sesleri ezgi tadında dinlemeli ancak gürültüleri boş verebilmelidir. Harmanlama gerçekleştiği noktada kişi olunmuştur.

“Yorgun beynime düşme

Ya

ğ”

  • Doyumsuzluğun ve çaresizliğin buluştuğu durak.

 

 

“Yaşamında genel çizgilerinde,

üç tür ‘şey’le karşılaşacaksın:-

 

1) Gelip geçmiş şeyler.

2) Gelip geçmemiş şeyler.

3) Gelmeyip geçmiş şeyler.

 

Bütün ‘şey’lerin, geçmiş ya da geçmemiş,

ya da hiç gelmemiş olacak.

 

(Dördüncü durumla -‘mantık’ sırası içinde

sonuncu olması gereken ‘şey’lerle- ise,

hiç karşılaşamayacaksın:-

 

4) Gelmeyip geçmemiş şeyler…)”

  • Oruç Aruoba, de ki işte

[1] Muhyiddin Abdal adlı halk ozanının “İnsan İnsan derler idi” adlı şiirinden bir alıntı.

Leave a Reply