20.yüzyılın sonlarından itibaren tanınmaya başlanan ve 21.yüzyılda özellikle ABD ve Avrupa’da hızla yaygınlaşan bir terapi çeşidi olan sanat terapisinin önemi, analitik psikolojinin kurucusu İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung tarafından henüz 1930’lu yıllarda ortaya konmuştu. Carl Jung, merkezinden dışa doğru genellikle dairesel ve belli bir örüntüyü tekrar eden şekiller bütünü olan mandalaların özellikle bilinçaltını ifade etmede kullanılabileceğine inanmış, terapi seanslarında hem tedavi hem de teşhis koyma amaçlı kullanmıştı.
Çoğunlukla hindistan kökenli dinlerde, Hinduizm, Şintoizm ve Budizm’de, bir meditasyon yöntemi olarak kullanılan mandalalar, meditasyon yapan kişinin yaşamı bir bütün olarak modellemesine ve zihin-beden ötesi bir deneyim yaşamasına yardımcı olan çizimlerdir.
Carl Jung, mandalalarla tanışma hikayesini şu şekilde anlatıyor:
“1938 yılında, Darjeeling yakınlarındaki Bhutia Busty manastırında Lingdam Gomchen adında bir Lamaic Rinpoche(bir dini rütbe) ile mandala ya da diğer adıyla khilkor hakkında konuşma fırsatı elde ettim. Yaptığı açıklamaya göre bir mandala, ancak hayal gücünün yönlendirmesiyle yaratılabilecek bir zihinsel imgeydi ve bu yüzden, hiçbir mandala asla bir diğerine benzemezdi. Her bir mandalanın yaratıcısına bağlı bireysel farklılıklar içermesi gerektiğini orada öğrendim. Gerçek mandala, yaratımı aktif bir hayal gücü gerektirdiğinden, her zaman içsel bir mesajı temsil eder.”
Manastırda geçirdiği günlerde yaşadıklarından oldukça etkilenen Carl Jung, Avrupa’ya geri dönüşünde mandalaları belli psikolojik rahatsızlıkları teşhis ve tedavi etmede kullanabileceğini fark eder. Jung’a göre, danışan kişi mandalanın yaratım süresince bilinçaltında yer alan ve pek çok kez konuşmaktan kaçınılan geçmiş deneyimleri çok daha kolay bir şekilde dışavurabilir. Bu yüzden bu terapi yöntemi pek çok kez dışavurumcu sanat terapisi olarak da adlandırılmaktadır.
Carl Jung’a göre pek çok mandala sezgisel ve irrasyonel bir karakter taşır ve sembolik içerikleri dolayısıyla bilinçdışını açığa çıkartan bir etki uygularlar. Bu sebeple de danışanın bilinçli olarak asla hissedemeyeceği hisleri taşıma ve ifade edemeyeceklerini ifade etme gibi büyülü bir özellikleri vardır.
Günümüzdeki pek çok araştırma Jung’un haklı olduğunu gösteriyor. Klinik psikolog Scott M. Bea’ya göre, odaklanma ve dikkatte artış sağlayan mandalalar sayesinde bireysel farkındalığı arttırmak mümkün. Mandalalar ile birlikte diğer sanat terapi yöntemlerinin, cam sanatı, heykelcilik, müzik ve şiir gibi, anksiyetenin ve stresin azaltılmasında oldukça etkili olduğu görüldü.
Sonuç olarak, geçmişten günümüze hızla yaygınlaşan sanat terapisinde Carl Jung’un henüz 30’lu yıllarda önemini ortaya koyduğu mandalalar, değerli bir meditasyon aracı olarak dikkat çekici bir yer tutmaktadır. Mandalalar, özellikle pandemi döneminde artan stres ve anksiyete problemlerinin azaltılmasında düşünülmesi gereken bir yöntem olarak öne çıkıyor.
Kullanılan kaynaklar: