“BEN OKYANUSU İSTİYORUM!”

Pixar ve Disney yine bizleri şaşırtmayıp harika bir animasyon filmiyle karşımıza çıkıyor: Soul. Son zamanlarda izlediğim en iyi animasyon filmlerinden biri olan Soul, 2020 yılında izleyicilerine sunuldu fakat benim ancak geçtiğimiz haftalarda izleme şansım oldu. Soul için rahatlıkla uzun zamandır izlediğim en iyi animasyon filmiydi diyebilirim. Filmi izledikten sonra hem filmle hem de kendimle ve hayatımda aldığım kararlarla ilgili uzun uzun düşündüm ki bu filmlerden ziyade kitapların insana hissettirebildiği güçlü bir duygudur. Fakat Soul bunu izleyicisine yaşatmayı başaran filmlerden. İsterseniz girişi daha fazla uzatmadan filme geçelim. Filmde de çokça değinilen hayata gelme amacını bulma evresi hepimizin hayatımızda en az bir kez ve bir çoğumuzun da sayısız kez yaşadığı bir durumdur. Bu sıkıntılı ve karanlık evreyi atlatmak kolay değildir tabii ama ya biri gelip size zaten bu evreyi hayata gelmeden önce yaşadığınızı ve hayata gelme amacınızı, yani kıvılcımınızı çoktan bulduğunuzu söylese…

Kısaca filmin konusundan bahsedip “kıvılcım“ kavramıyla ilgili konuşarak yazıya başlamak istiyorum. Filmin konusu ana karakterimizin yani Joe’nun hayatında büyük bir amaç olarak gördüğü şeyi, yani bir caz grubunda piyano çalmayı, tam başarmak üzereyken bir kaza sonucu ölmesiyle başlıyor. Oldukça hızlı bir giriş anlayacağınız. Sonrasında karakterimiz “ışığa doğru giden yol”a gitmeyi reddediyor ve kendisini bir şekilde o yoldan çıkarıp yanlışlıkla yeni ruhların dünya gitmek için eğitim aldıkları bir boşlukta buluyor: ahiret öncesi (great before). Karakterimiz bu boşlukta daha dünyaya gidip bir bedenle buluşmayı başaramamış bir ruhla tanışıyor ki bu da diğer ana karakterimiz, 22. Filmin başlarında bunun sebebinin bu ruhun hayattaki amacını, yani kıvılcımını bulamaması olduğunu düşünüyoruz hepimiz. Yani olay örgüsü bize bunu düşündürmeyi hedefliyor. Filmin bu kısmında istemsizce kendi hayata gelme sebebimi düşündüm. Benim de böyle spesifik bir özelliğim, başarılı olduğum ve kendimi onun için varmışım gibi hissettiğim hiçbir şeyim yok muydu? Bir kıvılcımım yok muydu beni hayat bağlayan? Kendimi bunu bulmak için zorlarken buldum belli bir noktada ve aynı filmdeki karakter gibi, bulamadıkça kendimi huzursuz ve eksik hissetmeye başladım. Dünyada olmaya hazır olmadan buraya atıldığımı hayal ettim bir an. Bizlere toplum tarafından da böyle bir yük yüklenmiyor mu zaten? Bir hayat amacı, bir tutku bulmak… Bunlar herkesin sahip olması gereken şeyler(!).

Filmin ilerleyen dakikalarında Joe dünyaya bir kedi bedeninde gelirken, 22 karakteri dünyaya Joe’nun bedeninde gelerek dünyayı deneyimleme şansı buluyor ve yaşamak için büyük bir kıvılcıma ihtiyaç olmadığını sadece ufak dokunuşların bile, bir şeyleri hissetmenin, tatmanın bile bizlere yaşamak için bir amaç verdiğini gösteriyor. Hayatımızdaki en ufak olaylardan bile mutluluk çıkarabileceğimizi yani. Her şey yaşamak için bir sebep olabilir. Tek bir sebebimiz olması ve bu sebebin değişmez olması çok mümkün ve gerekli değil. Kendimizi sadece bir alanda iyi olmak için kısıtlamak zorunda da değiliz. Filmde bu durumu çok güzel bir şekilde açıklayan bir sahne bizleri karşılıyor. “Okyanus ve su” hikâyesinin anlatıldığı sahne. Daha önce de bahsettiğim gibi ana karakterimiz Joe piyano çalmayı büyük bir tutku olarak gören bir insan ve bir caz grubunda piyano çalmak onun en büyük hedeflerinden biri hatta belki en büyüğü. Filmde bir karakterin Joe’ya anlattığı bu hikâyeyse onun da bazı karalarını sorgulamasına sebep oluyor. Kısaca hikâyeyi anlatmak gerekirse; küçük bir balık kendisinden büyük balıkların yanında yüzer ve herkesin bahsettiği o güzel okyanusu bulmak için suda yol almaya başlar. Bu sırada başka bir balığa okyanusun yolunu sorar. Balıktan zaten okyanusun içinde olduğu cevabını alınca da “Hayır. Burası su, ben okyanusu istiyorum.” der. Hepimiz okyanusu bulmak için çok çaba sarf ediyoruz ve sürekli yüzüyoruz ama okyanus aslında sadece bir su ve biz de onun içindeyiz. Hiçbir şey zannettiğimiz kadar önemli ve gösterişli değil. Bu sahne, Joe uzun zamandır beklediği amacını gerçekleştirdikten hemen sonra gerçekleşiyor. Çünkü o da bunun o kadar önemli olmadığını işte o an fark ediyor. Nedir ki okyanus sadece su değil mi?

Tüm bunlar yaşandıktan ve Joe bu konuyla ilgili aydınlanma denebilecek bir an yaşadıktan sonra ahiret öncesine geri gidip 22’ye dünyaya gitmek için bir bilet olan rozetini geri veriyor. Bu da demek oluyor ki Joe artık gerçekten öldü. Fakat olaylar böyle gelişmiyor. Ve sonunda bu filmle ilgili tek olumsuz yorumumun olduğu kısma geliyoruz. Filmin sonunda ahiret öncesinden bir görevli gelip ona yaşamasını için bir hak daha veriyor. Gel gelelim ki, filmin sonunda karakterimizin ölmemesinin ve yaptığı “erdemli” davranış sebebiyle ona bir hak daha verilmesini filmin gerçekçi bakış açısıyla bağdaşmadığını düşünüyorum. Ne gerçekçiliği? İnsanlar ölüp diriliyor, ruhlar birbirine karışıyor diyecek olabilirsiniz. Fakat bu öyle bir gerçekçilik değil. Film olağanüstülüklere yer verse de tüm bunları gerçek bir yerden anlatıp bizim hayatımızla bağlantılar kurmamıza yardımcı oluyor. Yani bir nevi sembolik bir dil kullanıyor. Fakat bu sahnede gerçek hayatla bağlantı kurmak oldukça güç. Ne kadar erdemli bir davranışta bulunursanız bulunun kimse size birden böylesine büyük bir geri dönüş hakkı tanımayacaktır. Her şeye rağmen, Soul’u izlerken hayattaki amacımın ne olduğunu, hatta belirli bir amacımın olup olmadığını, bir amacımın olmasının gerekip gerekmediğini düşündüm ve tüm bu sorulara kendimce cevaplar buldum. Hepinize bu etkileyici filmi izlemenizi ve kendi hayatınızdan çıkarımlar yaparak bazı şeyleri sorgulamanızı tavsiye ediyorum veya sadece izleseniz de yeterli olur.

KAYNAK:

Docter, Pete. Powers, Kemp. “Soul”. 2020. https://www.imdb.com/title/tt2948372/

Soul İncelemesi: Toplumsal Belleğe Pixar’dan Caz Dokunuşları

Gözyaşlarınızı Bu Film İçin Saklayın: Soul

Soul Filmi Üzerine: Yaşamın Amacı

Leave a Reply