Tıpkı hayat gibidir futbol, gerekli dersler çıkartıldığı müddetçe dünü olmayan bir oyundur; fakat ders çıkartılmadan unutulanları hatırlatmaktan da hiçbir zaman imtina etmez, insanın yüzüne yüzüne vurur gerçekliği ve unutulan dünleri…
F Grubu son maç gününde A Milli Takımımız, özellikle Gürcistan’ın da liderliği garantileyen rotasyonlu Portekiz karşısında neredeyse tüm maçı kontrol ederek 2-0 kazanmasıyla birlikte “tamam ya da devam” niteliği kazanan maçta, Çekya’yı Cenk Tosun’un 90+4. dakikada attığı golle 2-1 mağlup etmeyi başardı ve grupta 2. sırayı alarak son 16 turunda D Grubu lideri Avusturya ile eşleşti.
Önceki iki maça dair analizlerimde bahsettiğim ortak hatalar hep yerleşik, dengeli bir takım savunması hattına sahip olmayıp oyuncu takiplerinde yaşanan sıkıntılar üzerineydi. Bu maç özelinde genel bir değerlendirme yapacak olursak da ilk beş dakika, 45. dakikada Arda’nın kaptırdığı top sonrası geçiş hücumunda Jurásek’in karşı karşıya kaldığı pozisyon ve Çekya’nın golünün geldiği 66. Dakikadan sonraki 10-15 dakikalık periyot dışında, kalemizde net bir baskı ve pozisyon ürettirmediğimiz bir mücadeleyi geride bıraktığımızı söyleyebilirim. İlk beş dakikadaki yoğun Çekya baskısını kırdıktan sonra Çekya’nın yarı alanımızda sahipsiz ikinci topları toplayabilecek şekilde yerleşik hücum edememesinin en büyük sebeplerinden biri de hiç kuşkusuz önde yaptığımız yoğun ve verimli presti. Teknik oyunculardan ziyade çok fizikli ve uzun oyunculardan oluşan Çeklerin bir önceki cümlede bahsettiğim ve Mert’in gole izin vermediği pozisyon hariç takımımızı geride eksik yakalayarak bulduğu net bir pozisyon olmadı. Özellikle 20. dakikada Antonín Barák’ın ikinci sarı karttan kırmızı kart görmesi sonucu topun tamamen bizim kontrolümüze geçtiği mücadelede tempoyu ve oyunu istediğimiz gibi şekillendirdik; istediğimizde tempoyu düşürerek sahamızda top çevirdik, istediğimizde de tempoyu artırıp oyunu rakip yarı alana yığmayı başardık. Top Çekya’ya geçtiğinde ise etkili baskımızla ya top kaybı yaptırttık ya da doğru alan yerleşimi yapmalarına engel olarak olgun bir set hücumu oluşturmalarına izin vermedik.
Önceki iki maçta olduğu gibi 4-2-3-1 formasyonuyla çıktığımız bu maçta, Gürcistan maçındaki oyuncu tercihlerine geri dönen Montella, o maça kıyasla sadece üç farklı oyuncu kullandı bu sefer, Portekiz maçının aksine. Cezalı Abdülkerim’in yerine Merih zorunlu bir tercihken orta sahada 6 ve 8 numara ikilisinde Salih Özcan ve İsmail Yüksek’i, ilk iki maçta performansı düşük olan Orkun’a ve esas mevkisi savunma olan Kaan’a tercih etti Montella. Aslında İsmail-Kaan değişikliği biraz daha ideal kadromuza kavuşmaya yönelik bir sinyaldi. Zira gerek sezon boyu Fenerbahçe’de gerekse de EURO 2024 Elemeleri’nde çok üst düzey bir defansif orta saha performansı koyan İsmail’in yokluğunu çok aradık sakatlığından dolayı olmadığı maçlarda. Hemen hemen aynı oyun kurgusuyla çıktığımız bu maçta farklı yaptığımız şey ise İsmail’in katılımı ve Orkun’un yerine iyi performans gösteren Salih’in orta sahayı rahatlatması sonucu özellikle bu 6-8 numara pozisyonundaki zaafımızdan kaynaklanan ve Hakan Çalhanoğlu’nun oyun kurmak için neredeyse stoperlerin arasına kadar çekilmek zorunda kaldığı sorundan da bu ikilinin orta sahaya aldırdığı nefesle kurtulmamızdı. Çekya ise ilk iki maçta olduğu gibi yine üçlü savunma tercih etti fakat Gürcistan maçındaki gibi kazanmanın kendi adlarına zaruri olduğu bu maçta daha ofansif olan 3-4-3 formasyonuyla karşımıza çıktı. Takım olarak kaymaları ve bağlantıları iyi yaptığımız bu maçta, orta saha mücadelelerinde kurduğumuz bariz üstünlüğümüzün meyvesini 20. dakikadaki kırmızı kartla aldık. Verdiği kartlarda çok bonkör olan Rumen hakem István Kovács’ın, bazı pozisyonlarda çaldıkları ve çalmadıklarıyla iki taraf adına da yer yer maçın önüne geçtiğini söyleyebiliriz. Çıkarttığı 18 sarı ve 2 kırmızı kartla EURO tarihinin en çok kart gösterilen maçına imza atan Rumen hakemin, özellikle Kenan Yıldız’ın 37. dakikada sarı kart görmesinden hemen sonraki kafa topunda rakibinin başına denk gelen dirseğinde Kenan’a ikinci sarı kartı göstermemesi de bizim adımıza büyük bir şanstı. Kırmızı karttan sonra direkt 5-4-0 formasyonu ağırlıklı oynayan Çekya’nın bloklarının dengesini bozmakta zorlandığımız bir maç olmadı Gürcistan maçının aksine. Topu iyi dolaştırarak diziliş kurgularını bolca bozabildiğimiz ve rakip yarı alanda daha rahat top dolaştırabildiğimiz bir maç oldu. Milli takımımızın bu maçtaki en büyük sorunu ise tıpkı ilk maçtan sonra söylediğim gibi, topun daha çok ayağımızda olduğu rakiplere karşı oynarken golü yaratacak olan oyuncunun, yani bitirici bir 9 numaranın eksikliğiydi. Buna bir eksiklikten ziyade bir hata demek daha doğru; zira yedek kulübesinde Cenk, Semih ve Bertuğ otururken onların oynamasına ihtiyacımız olan pozisyonda Barış Alper Yılmaz oynuyordu. Montella’nın Portekiz maçında geçiş hücumlarında hızı için 9 numarada kullanmasını mantıklı bulduğum bu denemenin Gürcistan maçında tutmadığını hepimiz görmüştük. Fakat bu denemesinde ısrarcı olan İtalyan teknik adama faturayı ilk yarının sonundaki şut istatistikleri kesti; topu ayağında tutarak oyunu forse eden milli takımımızın ilk yarıdaki tamamı isabetsiz sekiz şut denemesinin hiçbiri ceza sahası içinde net bir gol pozisyonu sonucunda çekilmiş şutlar değilken bu şutlara karşılık Çekler, kalemize ikisi (2 ve 45. dakikalardaki şutlar) net gol pozisyonu olan üçü isabetli beş şut gönderdi.
İkinci yarıda ise Barış Alper Yılmaz’ın sağ kanada daha yakın oynamaya başlamasıyla (ki işin garip yanı bu süreçte gerçekten pozisyon olarak da santrfor oynayan bir oyuncumuz yoktu, 4-4-2 ve 4-2-4 gördüğümüz sekanslar oldu oyun geçişlerinde) ve Arda Güler’in biraz daha içe kayması sonucu sağ kanadı işlemeye başlayan milli takımımız çok geçmeden 51. dakikada aradığı golü Hakan Çalhanoğlu’nun ayağından buldu. Rakip yarı alanın ortalarında topla buluşan Barış, bir çalımla iki rakibini oyundan düşürdüğü pozisyonda çizgiye inmeyi başardı ve öndeki sahte koşuların boşalttığı alana sol kanattan bindiren Kenan’ın önüne topu yuvarlamayı başardı; Kenan’ın ilk şutunda onu takip eden Coufal topu kestiyse de tekrar önünde kalan topu bir kez daha kaleye göndermeyi başaran Kenan’a bu sefer de kaleci Staněk güçlükle engel oluyor, sağ eliyle yaptığı kurtarış sonrası yere açık kolunun üstüne düştüğü için pozisyonda sakatlanıyordu. Pozisyonun devamında Hložek’in uzaklaştırdığı sahipsiz topu alan İsmail önce şutu denedi, Souček’ten seken top yine kendisinde kalınca soldaki Hakan’ı gördü ve Hakan da o açıdan yapabileceği en klas ve sert vuruşlardan birisini yaparak takımımızı öne geçirdi. Bu gol, maçta doğru şutu yarattığımız ilk pozisyonda geldi; Kenan’ın topla buluştuğu yer tam da olması gereken yer olsa da sahadaki “bitirici vuruş” bakımından saf 9 eksikliği de ilk kez Kenan’ın bu isabetli şutunda hissedildi. Hakan’ın yaptığı vuruş ise ayak içi kavisi verilmesi halinde savunmacıdan dönebilecek bir şut olmasından ve aslında Hakan’ın da “bitirici vuruş” olarak forvetlere addettiğimiz o vuruşun alışkanlığına sahip olmamasından kaynaklı olarak biraz daha uzaktan şut tarzında vurulmuş bir toptu ve daha önce Hamburg’da oynarken bu stadyumda attığı o unutulmaz frikik golüne de bir selam çakıyordu adeta. 66. dakikadaki gole kadar rölantide geçen maçta golden hemen önce içeri doldurulan ve Krejci’nin etkisiz şutuyla sonuçlanan pozisyonda Mert topu çelmeyi başarıyordu. 66. dakikada kalemizde gördüğümüz gol ise Çekya’nın bu maçta en olağan şekilde bulabileceği cinsten bir goldü. Bir duran top gibi doldurulan taç atışında Souček’in arkaya aşırdığı topta Mert’in pozisyonunu bozan Chorý, Souček’e boş kaleye topu gönderme fırsatını yaratıyordu: 1-1.
Aslında golden önceki kritik pozisyon yine Barış Alper’in sağdan bindirmesiyle yine çizgiye inerek ortaya çevirdiği topta dengesiz yakaladığımız Çekya savunmasına karşı cezayı kesecek olan vuruşu yapamayan Arda Güler’in pozisyonuydu. Sol ayaklı bir oyuncu olmasına rağmen sağ ayakla vurmayı düşündüğünü gösteren kararsız pozisyon alışı sonucunda kale ağzında bacak arasından geçen top, ağlarımızda gol olarak dönüyordu. Açıkçası Gürcistan maçında da attığı gole kadar olanki sürede performansından çok memnun kalmadığım Arda bugün de beklentimi karşılayamadı. Ben dahil tüm futbolseverlerin yeteneğinden kaynaklı olarak kendisinden çok yüksek bir beklentisi var fakat Arda zamanında Jorge Jesus’un dediği gibi hâlâ topsuz oyunda yeterince iyi değil ve top ayağına geldiğinde de henüz yeterli oyun görüşüne sahip değil. Kendisine bir top verseniz ve atmasını istediğiniz yeri söylerseniz, o topu o yere gözü kapalı atabilecek bir kalitenin zaten geliştirmesi gereken yegâne şey top ayağına geldiğinde ya da topsuzken nerede olması gerektiğini ve takım arkadaşlarının nerede olduklarını bilmesinin gerekliliği. Sadece 45. dakikada kaptırdığı top sonucunda oluşan pozisyon ve kalemizde gördüğümüz golden hemen önce kaçırdığı golde değil, ilk yarı ve ikinci yarıda gerek Ferdi’nin koşularını gerekse de kendisiyle verkaça girmek için Barış Alper’in gönderdiği paslarda Barış’ı ve tehlike yaratabilecek koşularını görmeyip ona göndermemesiyle el freni görevi gördüğü birçok pozisyon da oldu. Evet, kendisi çok büyük bir yetenek, fakat oyun içi görüşünü ve zekasını geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum ve bu konudaki en büyük şanslarından biri Ancelotti’yle çalışmak olduğundan dolayı da kendisinin azmine de güvenerek bu özelliğini de kısa zamanda geliştireceğine inanıyorum.
Maçın inatla çağırdığı 9 numara hamlesi için 75. dakikayı bekledi Montella. Arda’yı kenara alıp santrfora Cenk’i yerleştirirken kanatta da yorulan Kenan’ı Kerem’le değiştiriyor ve gol için yüklenen Çeklere karşı artık cezayı kesme fırsatlarında gol yollarını son şutu bulma açısından geliştiriyordu. 90+4’te Çekleri dengesiz bir şekilde geri koştururken beşe dört yakaladığımız pozisyonda, maç boyu santrfor eksikliğimizin iki defosundan (golcünün topu bekleyeceği doğru alan ve ayağına topu alan golcünün önünü açacak gerekli hamleyi yapıp bitirici vuruş için açısını yaratması) birini gideren Cenk Tosun, grup ikinciliğimizi galibiyetle tescilliyor ve 2008’den sonra bir başka Çekya maçından sonra bu kez ülke olarak olmasa da rakip olarak bizi Avusturya’ya götürüyordu.
Montella’yı bu maç genelinde hem maç önü kadro ve oyun kurgusu seçimi açısından hem de oyun içinde de gerektiği yerde yanlışı değiştirmek için doğru hamleler yapmasından dolayı tebrik ediyorum. Arzu ettiğimiz ideal bir 11’le sahaya çıkarttığı takımına aynı 4-2-3-1 formasyonunda -İsmail’in de dönüşüyle- bu kez daha derli toplu bir takım oyunu oynattırabilmesi, hakemin bol keseden kart verdiği bu maçta gerekli yerlerde ikinci sarı kartı görme ihtimali olan kartlı oyuncularını kenara alması ve gerektiği yerde Barış’ı santrfordan kanada çekip daha sonra gerçek bir santrfor oyuna sokmasıyla, zamanlaması tartışılabilecek olsa bile doğru hamleleri en nihayetinde yaptığını düşünüyorum.
Artık 2 Temmuz’a, Avusturya maçına odaklanma zamanı. Her ne kadar Fransa ve Hollanda’nın olduğu bir gruptan lider çıkmayı başarmış ve henüz bize karşı 6-1’lik taze bir farklı galibiyet almış bir takım olsalar da eleme turu maçları bir grup ya da hazırlık maçından çok daha farklı bir atmosferde geçer. Ayrıca, Fransa ve Hollanda’nın -tıpkı İngiltere gibi- kadrosunun vadettiğinden çok daha azını oynadığını göz önünde bulundurduğumuzda olası bir çeyrek finale kalmamız durumunda bile Romanya-Hollanda galibi karşısında bir şansımız olacağını düşünüyorum. Evet, öncelik ve anlık olarak önemli olan tek şey Avusturya maçı fakat bugünkü oyunumuzu ve yanlışlarından dönülen doğruları daha uzun süreli sahaya yansıttığımız senaryoda kura şansının bize bir yarı finali bile vadettiğini düşünüyorum, tabii dediğim gibi doğrular doğru zamanlarda uygulanmaya devam edilirlerse. Yani geciken doğrular ya da dönülmeyen yanlışlar güç sonuçlara yol açmazsa…
Görseller NTV Spor, TRT Spor ve Euronews sayfalarından alınmıştır.