http://2.bp.blogspot.com/-0GYppgHaKFo/UoO2MANi4RI/AAAAAAAAH38/kCqM6m7rAe0/s1600/kad%C4%B1.jpg

Birkaç gün önce Timur İmparatorluğu’nun dördüncü sultanı olan, aynı zamanda da bir matematikçi ve gökbilimci olan Uluğ Bey hakkında kimi eserleri incelerken; Uluğ Bey’in gerçekte isminin Mehmet Taragay olduğuna dair bir bilgiye rastladım. Bunun üzerine istemsiz bir şekilde bende şu merak uyandı: Neden geçmişte insanlar, bu önemli şahsiyete ismiyle değil de lakabıyla seslenmeyi hatta tarihe de yine bu lakapla onu nakletmeyi uygun görmüşlerdi? Ee, ünlü filozof Sokrates boş yere dememiş “Bilgelik merakla başlar.” diye. Bilgelik gerçekten de merakla başlıyor; çünkü bu merak beni daha önce ulaşmadığım yeni ufuklara yelken açmaya iten güzel bir araç oldu.

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında yaşamış, Batı Türkistan tarihi hakkında ileri gelen araştırmacılardan sayılan, aynı zamanda da antropolog, oryantalist ve Türkolog olan Wilhelm Barthold, Uluğ Bey hakkında araştırmalar yaparken aynı soruyu kendisine de sormuş olacak ki Uluğ Bey ve Zamanı adlı eserinde neden Mehmet Taragay’ın kendi ismiyle değil de lakabıyla meşhur edildiğine dair bir açıklama getirememiş ve bunu şaşkınlıkla karşılamıştır. Peki bu kadar birikimli bir araştırmacının bile cevaplamakta zorlandığı bu sorunun gerçekte cevabı nedir?http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/4/43/SB_-_Inside_a_Kazakh_yurt.jpg

Aslında, bir cevap bulmak için çok da fazla tarihin derinliklerine gitmeye gerek yok. Günümüzde hala Kırgız Kazaklarında ve Doğu Türklerinde süregelen bir gelenekle bu sorunun cevabını bulmak  mümkün. Bu gelenek öyle bir gelenek ki yine kadınların tarihe olan etkilerinin ne denli büyük olduğunu gözler önüne seriyor. Günümüzde halâ bazı Türk coğrafyalarında uygulanan ve geçmişte de oldukça rağbet gören bu adete göre, bir gelin evlendikten sonra kocasının ailesinde bulunan hiçbir erkek akrabasının adını söyleyememektedir. Hatta bu isimleri söyleyememeyi bırakın, bu isimle alakalı olan herhangi bir kelimeyi de söyleyemezler. Örnek vermek gerekirse, bir kadının kocasının abisinin adı Erhan olursa, kadın ne Er ne de Han kelimelerini hayatı boyunca söyleyemez. Öyle ki bu tür kelimeleri kullanmak zorunda kaldıklarında, bu kelimelerin varsa eş anlamlılarını ya da uydurma türevlerini kullanmak mecburiyetindedirler.

http://oceanospotamos.files.wordpress.com/2010/01/female-shaman-hupa.jpgBu durum bazı yörelerde o kadar had safhada görülmektedir ki kadının kocasının akrabalarından herhangi birinin adının Muhammet ya da Mehmet olduğu durumda, kadın kelime-i şehadet getirirken “Lailahe illallah beybabam adlı Resulullah” bile diyebilmektedir.

Türk kadınlarının en olmadık anlarda bile söylememeleri gereken kelimeleri büyük bir zekâ çabukluğuyla değiştirmelerinin örnekleri insanı oldukça şaşkınlığa uğratır niteliktedir. Hatta kadınların bu marifeti fıkralara bile konu olmuştur. Bu fıkralardan Sagay Türkleri’nde söylenegelenlerden biri şu şekildedir:

“Kurt, koyun, ırmak, orman, bıçak kelimelerini söylemesi yasak olan bir kadın bir gün bir ırmağın yanında koyunlarını otlatırken, bir kurdun, koyunlardan birini yakaladığını görür ve aynen şu şekilde bağırır: “Öteki gölgelinin(ormanın) bu yanındaki sankırama(ırmak) da uluma(kurt) manramayı(melemek,koyun) yakalamış tars eder, keseri(bıçak) getirin!”

İşte görüldüğü gibi kimimize göre komik, kimimize göre ilginç olan bu gelenek nedeniyledir ki Uluğ Bey ve daha kim bilir niceleri farklı isimlerle anılarak günümüze kadar gelmişlerdir. Bizlere ise bu tarihi insanlara anlatmak düşmüştür.

Son olarak yazımı, Türk geleneklerinin devam ettiği yer denilince ilk akla gelen ülkelerden olan Kazakistan’dan huzur veren bir Kazak ninnisi ile bitirmek istiyorum. İyi dinlemeler.

Leave a Reply