“”Tanrıyı seviyorum” deyip de kardeşinden nefret ediyorum diyen yalancıdır. Çünkü gördüğü kardeşini sevmeyen, görmediği Tanrı’yı sevemez.”[1] Okuyucu kitleme muhafazakâr insanları da ekleme niyetine giriştiğimi düşünmeye başlayabilirsiniz. Haklısınız. Bir süredir beni dinleyen insanların uhrevi âlemle çok da işleri olmadığını fark ettim. Ve ne de olsa herkes tarafından dinlenmeyen birinin görüşlerinin dinleyicileri tarafından benimsenmesinin softalık sonucu olup olmadığı tartışmaya bir hayli açıktır…

Gelelim sevgi konusuna… Bir insan ve aslan[2], yeri geldiğinde Kimg Jong-Un ve Donald Trump ve Amsterdam’da iki erkek arasında[3] gerçekleşebilen sevgi bir insan ve onun alışkanlıkları arasında nasıl yer ediniyor bir bakalım… Tabi eğer, buna sevgi denebiliyorsa… 5 yıldır düzenli olarak koşan bir insan olarak bu alışkanlığımla aramda beni 2 yıldır arayıp sormayan lise arkadaşımla aramda olandan daha büyük bir sevgi oluştuğunu inkâr edemem. Veya pozitif bilim ve felsefe konuşmayı, bunları konuştuğum insanlardan daha çok seviyor olmamın garipliğini…

Peki bana sağlık, gelişime dair bir yapıtaşı veya herhangi bir kazanç sağlamasa bırakın sevmeyi, bu tür alışkanlıklarımı edinmiş olur muydum? Asla… Ne de olsa, koca bir yazımı bana soslanmış bir çift gözden başka bir şey kazandırmayacak çiğ balık tadını andıran (online) oyunlara ayıracak değilim… Evet, şu an –yazının asıl amacını açıkladıktan hemen sonra– büyük bir okuyucu kitlesinin sekmeyi kapatmak suretiyle sayfadan ayrıldığını hisseder gibiyim. Anlaşılan bir sonraki yazımda da oyun severleri geri kazanmam gerekecek… Oyun oynamanın bir aslanla insanı birbirine bağlamaktan (Trump ve Jong-Un ve malum iki insan için bunun oyun sayesinde gerçekleşmediğini kabul ediyorum ancak Trump’ın Jong-Un için “küçük roket adam”[4] benzetmesi yaptığı düşünüldüğünde ikilinin arasında bizim çok da bilmediğimiz eğlenceli başka bir ilişki tipi olduğunu söylemek mümkün) daha etkili güçleri olan bir alışkanlık olduğunu, yıllık 74 milyar dolar kazandırmasından anlamamız gerekir. Bu kadar insanı Cuma namazına götürsek çıkışta lokumu yiyip tek kuruş bırakmadan tüyerler diyebilirsiniz. Evet yine haklısınız. Ancak bir gerçek var ki bağış kutusunu elinde bulunduran amca, kutulara kafasıyla vurup içlerinden altın çıkaramadığı, güç yüzüğünü yanardağa atıp Sauron’un planlarını alt üst edemediği sürece bu böyle kalacak.

Yeterince kafanız karıştığına göre, eğlenceli kısma geçebiliriz(!). Bir futbol fanatiğiyle bir oyun bağımlısı arasında çok büyük ve önemli bir benzerlik vardır. (Türkiyede’kinin aksine) fanatik de oyun bağımlısı da mağlubiyetin veya kaybetmenin vereceği zarardan uzaktır. Fanatik için kayıp tamamen duygusal anlamdayken son dakikada penaltı yaptıran savunma oyuncusunun seneye bir alt ligde devam edecek kariyeri onu çok da bağlamaz. Aynı şekilde, (ekrana yumruk atmadığı sürece) bir oyun bağımlısının karakteri oyunda öldüğünde veya kaybettiğinde bu durumun bağımlımız için maddi hiçbir zarar getirmeyeceğini söyleyebiliriz. Bir diğer değişle, altılı ganyanın kazananıyla, yarışı yalnızca (hanımından gizli) izlemeye gelmiş emekli amcamızın arasındaki ilişkiyi bu duruma benzetebiliriz.

Geçen yazımda insanoğlunun yüzbinlerce yıldır süregelen deneyimlerinin insan ruhundaki tezahürü “arketiplerden” ve ruhsal hastalıkların aslında reaksiyondan tasarruf temelinde oluştuğuna dair iddiamdan bahsetmiştim. Onun yönettiği karakterin(lerin) başına gelenlerden bağımsız oyun bağımlısının bu tezime göre ruhsal bir sıkıntı içinde olup olmadığını tartışacağım şimdi. Öncelikle bu tezi bir kademe ileri götürüyor ve ruhsal hastalıklarda görülen reaksiyondan tasarruf eğiliminin değişime/gelişime direnç olarak da yorumlanabileceğini söylüyorum… Bu durumda, bağımlının yönetimi altında ve çoğu zaman gelişim içinde olan, sanal karakterin onu yöneten kişiye “gelişimin ilerlediği” hissi verdiğini söyleyemez miyiz? Yani önceki yazımda bahsettiğim ömür boyu süren gelişimin yükü, bu oyunlar sayesinde omuzlardan indiriliyor olamaz mı? Keşfetmek, denemeye cesaret etmek ve öğrenmek bir masa başında ve led ekran karşısında nispeten gerçekleştirebiliyorsa, masadan kalkmanın ne gereği vardır ki?.. Carl Jung ve birçok psikanaliste göre[5] insan ruhsal gelişiminin temelinin elimizdeki araçları(arketipleri) çevremize daha anlamlı ve en ideal şekilde (hazır) reaksiyonlar üretmek için şekillendirmek olduğu ve –önceki yazımda bahsettiğim gibi– kaliteli yaşamın ancak yeterli düzeyde şekillendirmeyle mümkün olabildiği düşünüldüğünde bu ruhsal gelişimin hayati önemi gözler önüne çıkmaktadır diye düşünüyorum. Nihayetinde, hayatınızı masa başında oyun oynayarak geçirdiğinizde, oyun satıcısında karşılaştığınız karşı cinsten biriyle tanışmak istedikten sonra hayatınızın kalanını içinizden ne söyleyeceğinizi düşünerek geçirmek zorunda kalabilirsiniz… Tabi, bu süre zarfında oyun oynayamayacağınız düşünüldüğünde bu fazlasıyla can acıtıcı olabilir.

Peki, son olarak toparladığımda eminim bütün parçalar yerine oturacak… Bir insanın yeni insanlar tanışmakla, bilmediği bir şehri gezmeye gitmesiyle veya hiç tatmadığı bir yemeği tatmasıyla ve bunları yaparken yaşadığı değişimle “hangi borunun altında gizli geçit olduğunu” öğrenmesi aynı olaylar mıdır? Öyle olsa, oyun bağımlımızın satıcıda söyleyeceği birkaç hazır sözü olmaz mıydı? Sahi, satıcıda karşılaştığı kişinin onu satıcıda oyunundan alıkoyması, gerçeğe dair edinilecek tecrübelerin yalnızca gerçeğin içerisinde edinilebileceğinin bir göstergesi değil mi? Her zaman söyleyebileceğiniz bir çift sözünüz olması dileğimle, hoşçakalın…

Yazımın son bölümünde bütün bu anlattıklarımın ekonomiyle olan bağlantısını ele almak, bu duruma bir açıklık getirmek istiyorum… Bunu yaparken rakamlar ve milyar dolarlarla kafanızı boğmaktansa düşündürmeyi tercih edeceğim. ABD’nin 44. Devlet başkanı Barack Obama’nın bilgisayar bilimleriyle ilgili yukarıda izleyebileceğiniz konuşmasını belki de duymuşsunuzdur.[6] Dünya’nın en büyük ekonomisinin başkanına bu konuşmayı yaptıran etmenleri iyi incelemek gerekir diye düşünüyorum. Her ne kadar Başkan Obama bu videoyla gençlere hitap ediyor ve gaming sektöründen sıkça bahsediyor olsa da buradan esas olarak çıkarılması gereken geleceğin ekonomisine kimin hâkim olacağı sorusudur… Geleceğin ekonomisine hâkim olacak ülkelerin bunun başarabilmelerinin tek yolu hemen şu andan itibaren buna yönelik atacakları adımlardır. Bulunduğumuz dört boyutlu gerçeklikten dijital dünyaya geçişin, birçok gelişmekte olan ülkeyi daha gelişmemiş ülkeler sınıfına iteceği[7], ülkeleri gelişmiş ve yoksul olmak üzere iki kategoriye böleceği iddiasının haklılığı bir kenara dursun, mevcut gelişmiş ülkelerin pozisyonunu koruyabilmesinin tek yolunun da tıptan genetiğe, arabamızda açtığımız radyodan sinyalleri o radyoya gönderen uyduya kadar hayatımızın her alanında vazgeçilmez haline gelmiş ve geleceğin de kilit taşı olacak bilgisayar bilimlerine yapacağı yatırımlardan ve bu doğrultuda yetiştireceği vasıflı elemanlardan geçtiği göz ardı edilmemelidir. Bir bilgisayar mühendisliği öğrencisi olarak kendi alanımın arz ettiği önemi kısaca anlattım; ancak geleceğin yapı taşlarını oluşturacağına inandığım, benim önemini anlatma yetkisini kendimde görmediğim daha birçok meslek dalı var şüphesiz. Diğer taraftan, çoğu vaktini oyun oynayarak geçiren her birey başta bireysel, sonrasında ailevi, toplumsal ve küresel anlamda ekonomik bir kademe edinemeyecek ve sırasıyla içinde bulunduğu bu dört ekonomide yük olmaktan ötesine geçemeyecektir. Dolayısıyla Obama’nın bu türden bir konuşmayı (şu anın) gençlerine yapmasının altındaki iki neden; ekonomik istikrarın gelecekte mümkün olabilmesinin ancak şu andan itibaren atılacak akıllı ve doğru adımlara bağlı olması ve oyun bağımlısı kitlenin genişlemesinin bunu bir hayli zora sokacağının bilinmesidir.  Ayrıca, Dünya Sağlık Örgütü’nün bu yıl güncelleyeceği Hastalıkların Uluslararası Sınıflaması’nın taslağında oyun oynamaya karşı kontrolün zayıflamasıyla kendini gösteren oyun bağımlılığı bir hastalık olarak yer almıştır[8]. Velhasıl, bu durum geleceğin ekonomisinin altına döşenmiş bir dinamitten farksızdır ve Tolstoy’un dediği gibi “Kıvılcımı söndür[e]meyen, ateşi zapt edemez”…[9] 

 

[1] Lev Nikolayeviç Tolstoy’un “İnsan Neyle Yaşar?” adlı kitabının giriş bölümünden bir alıntı aslen 1. Yuhanna İncil’inde geçmektedir (4:16. bap)

[2] https://www.youtube.com/watch?v=ygPvj29l9YQ

[3] Homoseksüelizme kesinlikle karşı değilim ancak insanoğlu ve onun atalarının milyonlarca yıllık evrimini görünürde rafa kaldıran bu olay ilgiyi bir hayli hak ediyor diye düşünüyorum.

[4] https://www.theguardian.com/us-news/video/2017/sep/23/trump-little-rocket-man-kim-jong-un-video

[5] Makale adı: “Individuation: The Process of a Lifetime”, Sayfalar: 1-7

[6] https://www.youtube.com/watch?v=agAJOQ5FKpU

[7] Örnek olarak, gelişmekte olan ülkelerin gelişim sürecinin gelişmiş ülkelerden gelecek dövizle bir hayli ilişik olduğu ve bunda yaşanacak herhangi bir yetersizliğin gelişmekte olan ülkeleri darboğazın eşiğine getirebileceği birçok kez anlatılmıştır: https://www.youtube.com/watch?v=l4STEmxPm8k

[8] http://www.who.int/features/qa/gaming-disorder/en/

[9] Kitap Adı: “İnsan Neyle Yaşar?”, Kitap Yazarı: Lev Nikolayeviç Tolstoy, Sayfalar: 29-46

 

Leave a Reply