Bir kitapçıya girdiğimizi hayal edelim. Mekanın büyüsünü üzerinizde hissediyor, kitaplıkların arasında dolaşıyor ve en sonunda aradığınız tabelanın önünde duruyorsunuz: Fantastik ve Bilim Kurgu. Önünüzdeki raflar neye benziyor? İlk iki, hatta üç raf tartışmasız bir şekilde Tolkien kitapları. Hemen arkasında ise George R.R. Martin var. Özellikle bu günlerde Frank Herbert ve Dune da sergilenmeye sunulan isimler arasında. Zaman Çarkı, Brandon Sanderson kitapları ve raflar değer devam ediyor- Hepsi kesinlikle okunmaya değer ve Fantastik Kurgu türü için temel, ancak bir o kadar da batılı ve erkek isimler.
Diyebilirsiniz ki Öykü sen ne saçmalıyorsun, Fantastik ve Bilim Kurgu bölümü kadın yazarlarla dolu. Peki, bu dolu dolu gördüğünüz isimler gerçekten yetişkin Fantastik Kurgu türüne mi giriyor? Yoksa bunlar gençlik kitapları ve daha iyi bir gruplama sistemi yoksunluğundan dolayı mı bu raflara sıkıştırılmışlar? Bunu elbette genç yetişkin fantazi kitaplarına saldırmak ya da onları küçümsemek amacıyla söylemiyorum. Ancak kadın yazarların yalnızca gençlik türünde pazarlanmaya uygun görülmesi, ve yoklarmışçasına yetişkin Fantastik Kurgu ile ilgili mekanlardan dışlanmaları, konuşulması ve değiştirilmesi gereken bir tahakküm.
Kadınlar her zaman Fantazi ve Bilim Kurgu yazdı, her zaman da bu türleri derinden şekillendirip normatif duvarları, sömürgeci kalıpları yıktılar. Aksini ima edip Mary Shelley, Margaret Cavendish, Ursula K. Le Guin ve Octavia Butler gibi isimleri görmezden gelmek, kasıtlı olarak misojinist bir anlatı yaratma ve türün kökenlerini inkar etmektir.
Bugün sizi tanıştırmak istediğim alt tür ise (De)Colonial Fantasy, yani sömürgecilik, empreyalizm konularını ele alan politik Fantastik ve Bilim Kurgu kitapları. Emperyalizm, bu tür için yepyeni bir konu değil: Cavendish 1666’da İngiliz İmparatorluğu’nun uzay kolonileri kurması hakkında yazıyor, Le Guin 1972’de Atsheanların Terralıların askeri yerleşmesine olan direnişlerini anlatıyordu. Her cinsiyetten yazarların ele aldığı bir konu olsa da son birkaç yılda uluslararası camiada en çok konuşulan, en takdir gören romanların kadınlar tarafından yazılan Anti-Emperyalist hikayeler olması, geçmişten günümüze bu alt türün cinsiyet kimliği ve deneyimi ile ne kadar iç içe olduğunun bir ifadesi.
Çünkü sömürüye direnmek ve karşısında hayatta kalmak, kadın kimliğine işlenmiş halde. Çünkü kadın olarak, özellikle de beyaz olmayan, ikinci sınıf bir dünya vatandaşı olarak görülen bir kadın olarak yazmak, her zaman politiktir. Belki de bu yüzden her zaman var olmuş olan bu türe ait kitaplar, özellikle bugünün politik koşullarında tekrar gün yüzüne vuruyor. Bir tür olarak Colonial Fantasy kadınlara ülkelerinin tarihlerinin, kendi asimilasyonlarının yasını tutabilme; nesilden nesile aktarılan kültürel travmalarının oluşumu ile yüzleşip öfkelerini dışarı vurabilme; ırk, cinsiyet, cinsel yönelim gibi tüm kimliklerinin kesişimsel olarak ortaya çıkardığı tecrübeyi ifade edebilme, ve de bunların hepsini direkt olarak kendi gerçekliklerinin yükünü taşımadan yapabilme şansı veriyor. Yazar olarak sömürge anlatısını yönlendirebilecek kişi haline geliyor; büyük devletlerin oyunları karşısında aciz bir vatandaş olmaktansa yeni bir sonuç yazabilmekte güç buluyoruz.
“Biz yanardağlarız. Biz kadınlar, deneyimlerimizi gerçeklerimiz olarak sunduğumuzda bütün haritalar değişir. Yepyeni dağlar yükselir.” (Ursula K. Le Guin, 1986)
Fantastik ve Bilim Kurgu türlerinde klasikcilik, “eskicilik” elitizmi ve yeni isimlere ne market, ne de okurlar tarafından imkan tanınması kendi makalesini hakeden bir konu. Ancak tam da bu yüzden bu yazıyı daha da tarih dersine çevirmek yerine size günümüzün kadın Fantastik Kurgu yazarlarının neler yaptığını, ve neden vaktinizi hakettiklerini göstermek istiyorum.
Arkady Martine’in ilk kitabı A Memory Called Empire olan Teixcalaan İkilimesi, tüylerimi ürperten şu hitap ile başlıyor:
“Bu kitap, kendininkini yutan bir kültüre aşık olmuş olan herkese.”
Lsel Station isimli küçük bir uzay istasyonunda doğan Mahit Dzmare, hayatı boyunca tek bir şeyin hayalini kurdu: Teixcalaan İmparatorluğu hakkında her şeyi öğrenip bir gün onun bir parçası olabilmek. Bu yüzden Lsel büyükelçisi olarak imparatorluğun merkezine atandığında tüm istediği her şey gerçekleşmiş gibi gözüküyor- Ta ki kendi nörolojik sistemine bağlanmış olan imago makinesinin düzgün çalışmadığını, ve bir önceki elçiye olduğu gibi görevinin sabote edildiğini fark edene kadar. Geçmişte onunla aynı alanda çalışmış herkesin hatıralarını ve becerilerini barındıran imagolar, her gün daha da Teixcalaan haline gelen bu evrende Lsel’in tarihinin ve kimliğinin yegane mirasçısı. Bir insanın bitip öbürünün nerede başladığının sınırlarını bulanıklaştıran bu hikayede Martine, bir toplum olmanın ne demek olduğunu sorguluyor. Büyüme, ilerleme ve “medeniyet” karşısında kollektif hatıra ve birbirimizle olan bağlarımızın ne demek, ve bir insanı insan yapan bunlardan hangisi?
The Unbroken’da dünyaya Balladaire İmparatorluğu için çalışan zorunlu bir askerin gözlerinden bakıyoruz. Yurdundan koparılıp harcanabilir bir silah olarak yetiştirilen Touraine, bir gün Balladaire ordusunda yüksek bir rütbeye gelebilmek için kendini tamamen görevine adayarak yaşıyor. Biraz daha çabalarsa, biraz daha dişini sıkar, biraz daha İmparatorluk gibi olabilirse, bir gün, bir gün… Bu yüzden bir gün doğduğu ülkeye göreve gönderildiğinde Touraine, kendini artık ait hissetmediği halkına karşı öfke içinde buluyor: Eğer Balladaire’in koşullarını kabullenip işbirliği yaparlarsa hiçbiri zarar görmek zorunda değil, boşu boşuna savaşmak yerine sağduyu gösterirlerse barbarlardan daha fazlası oldukları anlaşılabilir… Ama her gün kendisine benzeyen insanların ölümüyle göz göze geldikçe Touraine Balladaire için daha ne kadar bahane üretebilir? Kökleri ve İmparatorluğun inanmadığı yerel sihirler, C.L. Clark’ın Kuzey Afrika kültürünü hayata geçirdiği Magic of The Lost serisinde Touraine’i direnişe çağırıyor.
Belki de tüm zamanların en sevdiğim üçlemesi olan The Poppy War (Haşhaş Savaşı, İthaki Yayınları 2022) serisinin yazarı olan R. F. Kuang, yaşamadığım bir savaşın dehşetini hayatım boyunca unutamayacağım bir şekilde kemiklerime işlemiş bulunmakta. Kuang, İkinci Çin-Japon Savaşı üzerine kurulu bu ilk kitapta Fang Runin adlı bir yetimin ülkesinin ülkesinin işgali karşısında gelin olarak satılacak bir kızdan yıkımın kendisi haline gelmiş bir tanrıya olan dönüşümünü kaleme alıyor. Savaşta desteklenecek kahramanlar değil, yalnızca hayatta kalan canavarlar varolabilir.
Kuang’ın bu yaz çıkacak olan Babel: An Arcane History adlı kitabı,de-kolonizasyon konusunda daha direk bir anlatı, ve de daha önce duyduğum hiçbir şeye benzemiyor. İmparatorlukta bilgi ve dilin nasıl birer sömürü aleti olarak kullanıldığını ele alan Babel’da, benim de Türkçede katlettiğim şu sözleri yazıyor: “Çeviri her zaman bir ihanettir.”
Canton’da ailesini kaybettikten sonra İngiliz İmparatorluğu’nun merkezindeki Royal Institute of Translation’a (Babel) okumaya getirilen Robin, İngilizleri dünyada durdurulamaz bir güç haline getiren büyülü sanatta eğitim alıyor: gümüş işleme, yani diller arası çeviri sırasında yitirilen anlamdan doğan güç. Ancak Oxford onun için bir kurtuluş olmuş olsa da Babel’da çalıştığı her an, Robin’in yurduna karşı gösterdiği bir ihanet. Güçlü organizasyonlar içeriden değiştirilebilir mi? Yoksa devrim her zaman şiddet mi gerektirir? Akademi ve gizli cemiyetler arasındaki çizgide yürüyen Robin, bir karar vermeli.
Üç yıl üst üste Hugo ödülü kazanmasıyla N. K. Jemisin’i tarihe geçiren Kırık Dünya Üçlemesi‘nin Türkçe’ye çevirisi ve basımı durdurulmuş halde. Bu kitaplar her ne kadar ödül ve takdir kazanırsa kazansın, yayımcılık sektörü ve piyasa onları görmezden gelebiliyor: Arada istisnalar olabilse de bu sistemler var olan hiyerarşik düzeni sürdürmek üzerine kurulu. Önceden daha çok sattığını gözlemledikleri kitapları basıp her yerde pazarlamaya devam ediyor, böylece en çok satan kitapların yine onlar olmasını garantilemiş oluyorlar. Ancak Fantastik Kurgu- söyleyecek farklı bir şeyi olan, iyi Fantastik Kurgu bu kadar sınırlı isimlere sığdırılamaz. Burda verdiğim ya da verebileceğim her isim buzdağının yalnızca görünen kısmı. Globalizasyonla birlikte uluslarası otoritenin, dayatmaların ve asimilizasyonumuzun kendini gizleyebilir hale geldiği günümüz dünyasında Anti-Emperyalist Fantastik Kurgu, hâlâ kolonileştirmenin gerçekleştiği “eski zamanlar”da olduğu kadar hayati. Ancak bu kitapları okumak için illa bu kadar büyük sebeplere gerek yok. Bu kitaplar okunmaya değer, çünkü hepsi inanılmaz ve piyasada karşılığı olmayan kurgular, ve Fantastik Kurgu hayranlarının onları keşfetme zamanı geldi.
KAYNAKÇA:
Goodreads 2022. https://www.goodreads.com/
Harper Voyager. Babel, Or the Necessity of Violence: An Arcane History of The Oxford Translators’ Revolution. 2022. https://www.harpervoyagerbooks.com/book/9780063021440/babel/
Le Guin, Ursula K. Bryan Mawr commencement speech, 1986. Konuşma
Martine, Arkady. A Memory Called Empire. Tor Books, 2019. Baskı