Kuşkusuz Türkiye’de yüksek öğretim hiç mükemmel olmadı. Buna karşın yüz yıllık tarihimizin en kötü dönemlerinden birinden geçildiği de aşikâr. Bir zamanlar Qs ve THE gibi uluslararası kamuoyunda saygıyla takip edilen metriklerde ilk yüze girdi girecek denen anlı şanlı üniversitelerimiz bugün dünyanın en iyi beş yüz üniversitesi arasına bile girememekte ve durum her geçen yıl kötüleşmektedir. Peki bu gerilemenin tek müsebbibi üniversitelerin bizatihi kendisi midir? Ülkemizin ve eğitim sistemimizin bu kan kaybındaki payı ne ola? Hadi gelin Türkiye’nin üniversite macerasına birlikte bakalım.
İmparatorluktan cumhuriyete geçen küllerinden doğan Türkiye’nin şüphesiz pek çok konuda reforma ihtiyacı vardı ve cumhuriyetin kurucuları için en büyük düşman cehaletin kendisiydi. Bu sebeple kolları sıvayarak üniversite reformunu hayata geçirdiler. Osmanlıdan devralınan Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn (İstanbul Teknik Üniversitesi 1944) ve Darülfünun (İstanbul Üniversitesi 1933) gibi okullar mevcuttu ancak çağın gerisindeydiler. 1925 yılında Atatürk tarafında kurulan Hukuk Mektebi (daha sonra Ankara Üniversitesine bağlı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi) ve 1926 yılında Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü (1929 yılında “Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü” olarak değiştirilmiş, 1976 yılında “Gazi Eğitim Enstitüsü” adını almış, 1982 yılında da “Gazi Üniversitesi” olmuş) kurulmuştu ancak hiçbiri modern anlamda bir üniversite değildi. Zira üniversite “Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul vb. kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu” demekti.
Atatürk zamanın ruhunu yakalayabilmek için dışarıdan bir desteğe ihtiyaç olduğuna inanıyordu. Beklediği fırsat 1930’lu yıllarda ayağına gelmişti. Hitler’in baskısından kaçan pek çok Almanyalı bilim insanı o sırada Türkiye’de istihdam edilmiş ve cumhuriyetin üniversitede yaptığı radikal değişiklikler bu zamanda başlamıştı. 1932 yılında profesör Albert Malche’den Darülfünun hakkında rapor yazmasını isteyen Atatürk bu rapor neticesinde yurt dışından öğretim üyelerini Türkiye’ye getirtmiş, pek çok Türk gencini “ “Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum; alevler olarak geri dönmelisiniz.” diyerek yurt dışına yollamıştı. Nihayetinde 1933 yılında Darülfünun, İstanbul Üniversitesi adıyla yeniden var olmuştu.
İstanbul Üniversitesi’nden sonra temelleri Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn’a dayanan ve 1928’den beri Yüksek Mühendis Mektebi olarak anılan okul İsmet İnönü ve Hasan Ali Yücel’in katkılarıyla 1944 yılında İstanbul Teknik Üniversitesine (İTÜ) dönüştürülmüş ve ülkenin ilk teknik okulu böylece hayata gelmiştir. Onu 1946’da kurulan Ankara Üniversite’si 1955 kurulan Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Ege Üniversitesi izlemiştir.Bununla birlikte Türk üniversite dünyası 1956 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesinin (ODTÜ) kurulmasıyla yeni bir dönemin eşiğindedir. Zira ODTÜ ülkede ilk defa yabancı dilde (İngilizce) eğitim verecektir
Üniversite tarihindeki şüphesiz bir diğer dönüm noktası kurum YÖK’tür. 1981’ de İhsan Doğramacı tarafından kurulan Yüksek Öğretim Kurumları Türk yüksek öğretimini planlama, yönetme ve denetleme amacıyla kurulmuştur. Ardından yine Türk yüksek öğreniminde bir devrim olan ülkenin ilk vakıf üniversitesi Bilkent hayata gelmiştir. 1967’de Hacettepe’yi kuran Doğramacı’nın yurt dışındaki gözlemleri sonucunda vardığı sonuç Türk yüksek öğreniminin cağı yakalaması için devletin cüzi katkıları dışında özel sermayenin üniversiteyi fonlaması gerektiğiydi. Nihayetinde daha yüksek bütçelerle hem öğrencilere burs verilerek eğitimde yüksek kalite ve konfor sağlanacak hem de bilimsel araştırmalar için gerekli fonlara ulaşılacaktı. Böylece 1984 yılında ilk resmi adımları atılan Bilkent Üniversitesi 1985’te resmileşerek 1986’da ilk öğrencilerini kabul etmiştir.
Varlığı neredeyse 40 yılı bulan vakıf üniversiteleri gerçekten Türk yükseköğreniminde kaliteyi yukarı çekmeyi başarmışlardır. Geniş bütçeleri sayesinde yurt dışında pek çok değerli akademisyeni ülkeye getirmişler ve araştırma, AR-GE faaliyetlerine yönelerek bilime hizmet etmişlerdir. Elbette paranın, varlığın girdiği her yerde yozlaşma kaçınılmazdır ve bugün günümüzde vakıf üniversitesi olmanın mantığını yanlış yorumlayarak Türk yüksek öğrenimine zarar veren kurumlar mevcuttur.
Yüzüncü yılına yaklaşan cumhuriyetin üniversiteleri ülkenin yumuşak gücüdür. Ülke ekonomisinin kırılganlığı, özgürlük ortamının istenen ölçülerde olmaması üniversitelerin akademik performansını olumsuz etkiliyor. Tarihten ilham alarak yükseköğretim konusuna eğilmek, gelişimi için çalışmak hepimizin görevi olsa gerek. Zira cehalet hala en büyük düşmanımız ve üniversiteler bu amansız düşmana karşı tek sığınağımız.
KAYNAKÇA
Kömürlü Eren, 1960’lara kadar Türkiye’de İlk Üniversitelerin Kuruluşları, Üniversite Araştırmaları Dergisi, Cilt 2 Sayı 1, Nisan 2019, S. 35-42
Ankara Üniversitesi https://web.archive.org/web/20110415071517/http://www.law.ankara.edu.tr/?bil=bil_icerik&icerik_id=177
Bilkent Üniversitesi
https://w3.bilkent.edu.tr/www/tarihce/
Gazi Üniversitesi
https://gazi.edu.tr/view/page/169255/gazi-universitesi-tarihi
İstanbul Üniversitesi
https://www.istanbul.edu.tr/tr/content/universitemiz/tarihce
ODTÜ
https://www.metu.edu.tr/tr/tarihce
Qs
https://www.topuniversities.com/university-rankings/world-university-rankings/2023