Aşkın Aldı Benden Beni :Yunus Emre Üzerine -1-

Moğollardan kaçan Hârzemlilerin Selçuklular tarafından doğu ve sınır bölgelerine yerleştirilmeleri, Moğol akınını Anadolu’ya yöneltmiş; Anadolu, XIII. Yüzyıl’dan XIV. Yüzyıl’ın ilk senelerine kadar dalga dalga gelen Moğol ordularıyla çiğnenmişti.  Halk, sadece Moğollar tarafından, katledilmiyor; iç kavgalar sonucu da öldürülüyordu. Hem Moğol ordusunu, hem sarayı; vezirleri, beyleri hem de isyan edenleri besleyen de halktı, katliamlardan kaçabilip; canını zor kurtaran halk. Herkes herkesten şüphelenmekteydi. Padişahlar bile mevkilerini koruyabilmek için Moğollara sığınıyorlar, özerk beyler bile padişahın yakınlığını, Moğollara sığınmakla sağlıyorlardı ve bütün bu sığınmalarda iş gören ancak para, yalan ve iftiraydı. Ülkeye ise din adına, adalet adına, sadakat adına hüküm süren zulümdü.

Amaçları tam belirli olmamakla beraber; halkı kucaklayan, idareye el koymak isteyen, olmayan düzeni ve zorba hükümetleri yıkmak isteyen Babalılar ve Cimri isyanlarından başka, sonradan “Tahtacılar” ismini alan Ağaçerleri’nin Maraş’ta yol keşişleri, Niğde, Loluva, Sivrihisar isyanları gibi, bozuk ampuller gibi ikide bir yanıp sönen isyanlar da vardı. 1299’da olduğu gibi, yağmursuzluktan meydana gelen büyük kıtlıklar, halka ölü insan eti bile yedirtiyordu.

Bir yandan Moğol akınlarından Anadolu’ya göçen, bir yandan da Anadolu’da yetişen sufiler, halka iyilik ve kötülüğün birbirleriyle bağlantılı olduğunu, halkı neredeyse iki asır boyunca büyük sıkıntılara da itmek dâhil her olayın Tanrı’nın iradesinin yansıması olduğunu, gerçek varlığın yoklukla olabileceğini, her işte bir hikmetin olduğunu söyleyen; gözleri buğulayan, gönlü maddi ve gerçek yaşayıştan alan, teslimiyeti amaç bilen bir inancı yayacak en uygun ortamı buluyorlardı.

Tarihî yaşam ve kişiliği hakkında pek az şey bildiğimiz Yunus Emre, işte Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmaya ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde küçükten büyüğe Türk Beylikleri’nin kurulmaya başladığı böyle bir zamanda doğup yaşamış bir Türkmen hocası, şair bir erendir.

Yunus’un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. 13. Yüzyılın ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli mezhep ve inançların, görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. İşte böyle bir ortamda, Yunus, daha sonraki bölümlerde anlatacağımız tasavvufu, halka yaymaya başlamıştı. Yunus’un öyküsü, yine bir efsaneye göre, şöyle başlar:

Bölge köylerinden birinde, Yunus adında, rençperlikle geçinen çok fakir bir adam vardı. Bir yıl kıtlık oldu. Yunus’un fakirliği büsbütün arttı. Nihayet birçok keramet ve inayetlerini duyduğu Hacı Bektaş’a gelip yardım etmeyi düşündü. Sığırının üstüne bir miktar alıç (yabani elma) koyup dergâha gitti. Pir’in ayağına yüz sürerken hediyesini verdi; bir miktar buğday istedi. Hacı Bektaş ona lütufla muamele ederek, bir kaç gün dergâhta misafir etti. Yunus geri dönmek için acele ediyordu. Dervişler, Pir’e Yunus’un acelesini anlattılar.

O da: “Buğday mı ister, yoksa erenler himmeti mi?” diye haber gönderdi. O buğday istedi. Bunu duyan Hacı Bektaş tekrar haber gönderdi: “İsterse o alıcın her tanesince nefes edeyim!” dedi. Yunus buğdayda ısrar ediyordu. Hacı Bektaş üçüncü defa haber gönderdi: “İsterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim” dedi. Yunus yine buğdayda ısrar edince; emretti, buğdayı verdiler. Yunus dergâhtan uzaklaştı. Yolda yaptığı kusurun büyüklüğünü anladı. Pişman oldu. Geri dönerek kusurunu itiraf etti. O vakit Hacı Bektaş, onun kilidi Taptuk Emre’ye verildiğini isterse ona gitmesini söyledi. Yunus Emre de, Taptuk dergâhına koşup kendisini Yunus yapacak olan eğitimine başladı.

 

Yunus’un tarikat silsilesi Mevlana’ya kadar ulaşır. Osman Gazi’nin tahta çıkışında başlayıp Ali Paşa’nın 1571’de Lepanto Deniz Savaşı’nda öldürülmesiyle biten bir tarihi cetvelde Yunus Emre’ye ait şu kayıt bulunmuştur 

 “Vefat-ı Yunus Emre

Sene 720 müddet-i ömr 82”

            Şu halde, Yunus 1240’ta doğmuştur. Mevlana’nın ölümünde otuz dört yaşındadır ve Mevlana’yı görmüş; meclislerinde bulunmuş, onunla fikir alışverişinde bulunmuştur.

Leave a Reply