Roma, Ata Binmiş Dilenci Gibi Tanrılarının Korumasında Küstahlaşıp, Köleci Yasalarıyla Doğu Zenginliğine El Uzattı; Küçücük, Gözüpek, Mısırlı Bir Kadın da Cesur Yüreğini Onların Önüne Attı

Adının Yunanca anlamı “Babasını Seven Tanrıça” olan Kleopatra, kendisinden öncekilere oranla Mısır’a çok daha fazla bağlı bir kraliçeydi. Firavunların inançlarını benimsemiş ve Mısır’ı binlerce yıl önceki zenginliğine ve gücüne ulaştırmak, kavuşturmak; yaşamının en önemli amacı olmuştu.

Ptolemaios Hanedanından olan Kleopatra, babasının vasiyeti üzerine kardeşi XIII. Ptolemaios ile birlikte tahta çıkmış ve geleneklere uygun bir biçimde sürdürdüğü cesur iç ve dış siyaseti Mısır halkı tarafından destek görmüştü. İktidar hırsıyla da tanınmış olan Kleopatra, etkileyici kişiliğini, zekâsını, tutkusunu ülkesinin varlıklarını sömüren Roma İmparatorluğu’na karşı koz olarak kullanmış, Romalılara özgü “böl ve yönet” politikasını onlara karşı uygulamış; ancak bu uğurda kendi felaketini de hazırlamıştır.

Julius Caesar, yaşamını Mısır’a ve tahtına adamış Kleopatra’nın ülkesine geldiğinde 54 yaşındaydı. VII. Kleopatra’nın kocası XIII. Ptolemaios’la arası açılmıştı ve İskenderiye’den çıkartılması isteniyordu. Caesar da, krallık sarayına yerleşerek XIII. Ptolemaios ve karısı Kleopatra’nın arasını düzeltmeye çalışmıştı. Caesar, kraliçelik tahtını Kleopatra’ya geri verdi ve bu sarayda yaşamını değiştirecek bir sürprizle karşılaştı. Kleopatra, şallar içinde gizlice Caesar’ın huzuruna çıkmış ve onu etkilemişti. Caesar, 21 yaşındaki Kleopatra’ya bu büyülü ülkede âşık oldu ve bu genç kraliçe uğruna yaşamını, servetini hiçe sayarak, onun tahttaki haklarını savunup İskenderiye savaşını yaptı. Daha sonra Kleopatra ile Nil’in büyülü ortamında görkemli bir yolculuk yaparak Habeşistan’a (bugünkü Etiyopya) kadar ilerlediler. Bu seyahat, büyülü bir aşk doğurmuştu. Caesar, M. Ö. 45 yılında zafer törenleriyle Roma’ya girdi ve Kleopatra’yla ondan olan oğlu Caesarion’u yanında getirmekle kalmayıp, Juliusların koruyucusu Venus Gentrix’in tapınağına kraliçenin altından bir büstünü yerleştirdi.

Kleopatra, Caesar’ın Roma’da öldürülmesinden sonra ülkesine döndü. Doğu’nun hâkimi olan Romalı lider Marcus Antonius ile Tarsus kentinde yaptıkları bir görüşme sırasında, Antonius’u etkileyebilmek için onu bir Tanrı, yeryüzüne inmiş bir Dionysos gibi karşılamış, kendisi de etrafını saran aşk tanrıları içinde Afrodit kılığına girmiş ve onu etkilemişti. Kleopatra ve Antonius birlikte, Plutarkhos’un “eşsiz yaşam” diye adlandırdığı, şölenlerle, şenliklerle eşsiz bir yaşam sürmüşlerdi. Shakespeare, “Antonius ile Kleopatra” oyununda Antonius’un Kleopatra’ya aşkını şu sözlerle dile getirir: “…Bu dünyanın sınırlarına sığmayacak kadar, yeni bir gökyüzü ve yeni bir dünyanın yaratılmasını gerektirecek kadar uçsuz bucaksızdır.” Doğunun en kudretli adamı Antonius’un gözlerini kamaştıran Kleopatra, yasal karısı olduğu Antonius’tan Fenike, Suriye, Anadolu’nun bir bölümü, Kıbrıs ve Kuzeybatı Arabistan’ı aldı.

Roma tarafından hoş karşılanmayan bu duruma müdahale eden Roma senatosu, büyük bir donanmayı Mısır’a gönderdi. M. Ö. 31’de Actium deniz savaşında yenilen Kleopatra ve Antonius, savaş alanını terk ederek İskenderiye’ye kaçtılar. Bu kaçış, her ikisini de trajik sona yaklaştırdı. Siyasal alandaki zekâsına ve ileri görüşlülüğüne karşın, Kleopatra’nın desteklediği iki kişi de sonunda kaybetmişti. Yenilgisinde kendi payının da bulunduğu Antonius’tan kurtulmak, böylece yeni önder Octavianus’a yanaşabilmek amacıyla, kendisi için yaptırdığı anıt mezara çekildi ve öldüğünü söylemeleri için Antonius’a haberciler gönderdi. Antonius haberi duyunca göğsüne kılıcı sapladı; Kleopatra’yı son kez görmek için kendini onun yanına taşıttı ve orada Octavianus ile barış yapmasını söyledikten sonra öldü. Mina Urgan, “Kleopatra, iki dünyanın değil, tek bir dünyanın, Mısır’ın insanıdır. Oysa yalnız Roma İmparatorluğu’na hizmet etmesi gereken Antonius, tam anlamıyla Mısır’ı temsil eden Kleopatra’nın büyüsüne kapılır, bu iki dünya arasında bocalayıp durur, ne aşkından vazgeçebilir ne de askerliğinden. Bu olayın Kleopatra’dan çok Romalı generalin trajedisi olduğunu söyleyebiliriz.” demektedir.

Kleopatra, Octavianus ile karşılaşınca onu etkilemeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Onun amacının zaferini kutlamak, kendini ve çocuklarını İskenderiye sokaklarında sergilemek olduğunu anlayınca da intihar etti. Kleopatra, Mısır inancına ve geleneklerine uygun olarak, altın bir yatakta yaşama gözlerini yumdu. Firavun ve Kraliçelerin ölümsüzlüğü inancının en önemli örneği Kleopatra olmalıdır ki, 2000 yıldan bu yana konuşulmakta, yazılmakta ve yeni aşklara ilham kaynağı olmaktadır.

Kleopatra’nın yaşamöyküsüne ait popüler metinler, Plutarkhos’tan bu yana hep Batılı erkeklerin kaleminden çıktı. Ölümünden yaklaşık 1600 yıl sonra William Shakespeare “Antonius ile Kleopatra” adlı oyununda onu haksız yere “fahişe” diye tanımlamış, Bernard Shaw da “Ceasar’la Kleopatra” adlı oyununda ona “namussuz kadın” diyebilmişti. Kleopatra’nın öyküsünü, gerçekçi yönleriyle, 2030 yıldan bu yana dünyada belki de ilk kez Doğulu bir kadın yazar Necla Yavi kaleme aldı ve “Kleopatra” adlı bu tarihsel biyografi çalışması da Yazıcı Yayınevi tarafından okura sunuldu. Kleopatra’nın ilginç, renkli ve heyecanlı yaşam öyküsü hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen okurlar bu kitaba başvurabilirler.

Leave a Reply