İçimizdeki Soğuk Gecelerin Çığlığı

Anne, baba, kardeş, ilk öğretmen, ilk dost, ilk ayakkabı, ilk hüzün, ilk acı… Her şeyin ilkidir çocukluk; ama hiçbir zaman da sonu olmaz. Yalın ayak gezilen tozlu sokaklardaki dostlukların unutulmadığı gibi, ilkokuldaki kara tahtaya yazılan kelimeler de sanki tek tek yüreğe yazılmış hatta kazınmıştır, unutulmaz. Çocuklukta yaşanan acılar büyüdüğümüz zamanki ukdelerimiz olur, gözyaşlarıyla dahi atamayız yüreğimizden. Hep bir yerde çıkar karşımıza aniden. Bazen bir sokak arasında eski bir taburede, bazen sevdiğimiz adamın gözlerinde, bazense bir sonbahar sabahı rüzgârında… Hele ki; tutkuluysak sevmeye, sevilmeye, yaşamaya ve sözcüklere Tezer Özlü kadar; işte o zaman “Çocukluğun Soğuk Geceleri” esen her sabah rüzgârında karşımıza çıkar.

Kimi zaman, sadece eski mor bir kanepe şahit olur çocukluğun soğuk gecelerine. Dilsizliği şahit oluşunu etkilemeden, sessizce izler bir köşeden. Kimseye anlatmaz, ailenin en büyük sırdaşı olur zamanla. Pencere kenarında düşüncelere dalmış yağmur damlalarını izlerken “Hep seninleyim.” diye fısıldar kulağına usul usul.

Üzerine konan ya da dökülen her şeye katlanır, ses çıkarmaz. Yankılanan her çığlıkta onun da içinden bir şeyler kopar, dökülür toz olur odaya akar. Kirlendi, çok toz tutuyor bu kanepe diye her fırsatta silinse de; biriktirdiği anıları, acıları, sesleri, sevinçleri ve kahkahaları akıtmasındandır hep o toz, kaybolmaz.

Pazar günleri babanın televizyon koltuğudur, hafta içleriyse annenin ütü koltuğu olur. Okuldan gelince sokağa fırlamadan yorgunluk atmak istediğin ilk yerdir. Misafirler gelmeden küçük yastıklarla süslenerek sohbetlere, çaylara ve kurabiyelere hazır hale getirilir. Kim bilir, kimler hakkında neler duymuştur da söylemez.

Pazar günü evde oturan pijamalı babayı, buğulu mutfak pencerelerini ve sokak aralarına asılan çamaşırları anarsın büyüdükçe. Çocukluğun soğuk geceleri, mor koltuğa oturduğunda tekrardan aklına gelir, özlersin. Özlemek seni daha da yaşama bağlar, olgunlaştırır. Bir gün kavuşmaya inanırcasına özlemek her şeyi. Çocukluğu, sevgiliyi, anneyi, babayı ve de acıyı… Bu acı yaşamsal bir acıya dönüşmüştür zamanla içinde, bedeni yok edeceği yerde ruhu daha da besler, olgunlaştırır.  Acı özlenir mi demeyin. Özlenir… Ne kadar çok besliyorsa ruhu; acı da, özlem de, kayboluş da özlenir.

Gün gelir seversin, hem de çok seversin bir adamı. Büyüdüğünde, mor kanepeyi de alıp gidersin evinden. Yüreğindeki yüke ortak olurcasına taşırsın kendinle beraber. Sıradan, boş ve tatminsel değildir sevgin. Biraz ruhu, biraz bedeni, biraz da teni besler. Ne kadar derin düşünebiliyorsan; sevgin de bir o kadar derin ve de doyumsuz olur. Sevdiğin adamla diz dize oturduğunda mutluluğunuza ortak olur, gözyaşında yine yanındadır mor koltuğun. Seninle büyümüş mor koltuk artık odanın tek koltuğu değildir; ama en özel koltuğudur. Yeni yastıklar, dostlar, sohbet, çay ve kurabiyeler için beklemektedir…

Leave a Reply

1 comment

  1. Ali Mocan

    Nil bu güzel yazılarından dolayı tebrik ederim, yolun açık olsun.