Mekanın Felsefesinin Komedi Bağlamında Seyri

Disiplinler arası çalışmanın kudretinin meyveleri, her alanda olduğu gibi ivmelenen ancak birbirinin türevlerini çok gördüğümüz komedi dizilerinin de uğrak durağı olmuş durumda. Akademik makale için felsefeyle mekanın birleştirilip ortaya birçok işin konduğu literatürde bir komedi dizisi olarak ‘The Good Place’ (İyi Yer) dizisini de ele alma mümkün. Adının içinden başlayarak bize bu durumu sunan dizi pek çok eksiği olmasına rağmen ‘iyi’ bir girişim olarak ele alınabilir.

İyinin ve yerin komedi unsuruyla bizlere sunulduğu dizide tarih boyunca iyi kötü ayrımının sunumlarının yanı sıra mutlak doğrunun olmadığı fikrine gönderme olarak Araf diyebileceğimiz bir mekan da işin içinde. Aslında iyi ve kötünün son derece mutlak kararlarla verildiği dizide ilerleme kaydedildikçe insanın doğasına gönderme olarak durumların etik kapsamında değerlendirildiğinde ulu kararların sorgulanmasını görüyoruz. Felsefe alanında varoluşun sorgulanmasıyla başlanan dizi aynı zamanda bir mimarın iyi ya da kötü yeri tasarlamasıyla birleşerek başlıyor. Yaratıcı, tasarımcı ya da birçok şekilde tanımlayabileceğimiz mimarımız sadece bir mimarlık ofisi çalışanı gibi projesini ‘işvereninin’ temriniyle kötü yer konseptiyle tasarlarken psikolojiden yaralanarak bireysel ve sosyal psikolojinin insanı iyi değil kötü hissettiren değişkenleriyle projesini besliyor. Aslında bir şehir planlamasından, binalara ve iç mekanlara bakıldığında hepsi ayrı projeler olarak bizlere hala yaşadığımız dünyanın mekansal elemanlarıyla geliyor. Yani her ne kadar insanın deneyimlemediği ahireti tasarlamaya çalışan insan kendi mekan algılarının dışına çıkamıyor.

Fantastikleşmeye çalışmadan dünyadaki mekan anlayışının işlenmeye çalışılması eksik bir tarafı değil aslında dizinin. Her ölenin bağlamın -iyi ya da kötü- içinde kendine ait bir mekanı var. Kamusal alanların son derece istenilen sonuca hizmet etmesi gerektiği doğrultusunda iyi ya da kötü olarak tasarlandığını görüyoruz. Ancak bu iyi ya da kötü kavramı sadece psikolojik olarak insana günün sonunda hissettirdiği duygular bağlamından öte algılanmamalı.

Aslında dizi sektöründe gördüğümüz mimar karakterlerin dışında bir mimarla karşı karşıyayız. Bu dizide mimarinin biraz daha öne çıkarılmak için çabalandığını görüyoruz. Çünkü her ne inanç sisteminin ürünü olursa olsun ölümden sonraki yaşam çaresiz bir şekilde mekan betimlemesi olmadan tahayyül edilemiyor. Başka boyutlardan da bahsedilse, ışık olup gitsek de bizim beynimiz mekan olmadan hayal kuramaz ve ölümden sonraki yaşam tezimiz de gördüğümüz ve ilk algıladığımız mekanlardan ileri gidemiyor. Aristo’dan Henri Bergson’a süregelen mekan tartışmalarının bir ürünü diyebileceğimiz tatlı inceleme konuları sunuluyor bize. Zamansız düşünülemeyen mekan kavramına da gönderme yapılması ihmal edilmiyor. Henri Bergson’dan okuyabileceğimiz sürenin aslında bilinçle alakalı olması bilincin de hafızamıza tekabül etmesinden belleğin mekansız düşünülemeyeceği güzel bir şekilde çıkarılabilecek şekilde diziye yerleştirilebilmiş. Zaman-süre-mekan-hafıza kavramlarının en azından dünya-ahiret bağlamlarında yine fantastikleşmeye kaçmadan sunulması bize insani olana gülebilmemizle sonuçlanıyor.

Her ne kadar genel bir etik konsepti diziye hakimse de kişi özelinde bize bu hissettiriliyor. Ancak mekanın etiği bir zıtlıkla bizlere veriliyor diyebiliriz. Dünyaya hakim ve baskın inanç sistemlerinin ve ölümden sonra yaşamın eşitliğinden ziyade kadim eski medeniyetlerin hiyerarşik ölümden sonra hayat konsepti daha çok işlenmiş diyebiliriz. İyi tarafı henüz görmediğimizden dolayı bu sadece kötü taraf için aslında test aşamasındaki kötü taraf için geçerli demek daha doğru. Ekonomik farklılıkların da işkenceye dahil edilebileceği fikrini hiç açık bir şekilde söylemeseler de birinin öldükten sonra bile dünyadaki ekonomik çizgisinde bir evinin olması ama bu onun hayaliymiş gibi hissettirilip psikolojik işkenceye dahil edilmesi aslında bilinçli tasarlanan hapishaneler gibi.

Dizide evrensel diyebileceğimiz asıl noktalardan biri de diğer toplumlarda da duyabileceğiniz ‘Dünyada mekan, ahirette iman.’ sözü. Özellikle de ana karakterimiz Eleanor Shellstrop bu sözün vücut bulmuş hali olarak karşımıza çıkıyor. ‘Dünyada mekan ahirette iman’ sözü Cübbeli Ahmet Hoca’dan İhsan Eliaçık’a çok farklı yorumlarla açıklanmaya çalışılsa da sözün okununca akla gelen ilk anlamı yani bir anonim sözün tarihsel süreçte içinde beslediği anlam araştırılmaksızın ilk anlamı çıkarıldığında tam da bir komedi dizisi malzemesi ortaya çıkıyor.

Bütün bunlar bir yana mimari mekan açısından böylesine felsefeyle iç içe bir dizinin, madem ki mimar başrolde, daha ince işlenmesi en azından dünyanın mekan anlayışıyla ölümden sonraki yaşamın mekan anlayışını bir yerde ayırma cesaretini göstermesini beklerdim. Evrensel bir sanat ya da mekan anlayışı koymak gibi ileri seviye bir beklenti olmasa da bir mimarın olduğu dizide ya o tarafın mimarlık tanımını biraz daha açmalı ve değiştirmeli ya da bizim algılarımızdaki mimarın özellikleri ve sonuçlarının daha çok konulmasını beklerdim. Dizi genelde sezonlarının son bölümlerinde ivmelendiğinden dolayı izlerken süre az olmasına rağmen bu tarz noktalara bizi fazla odaklıyor gibi. Ama yine felsefenin mekanlara hatta komedi dizilerine yedirilmeye çalışılması keyifli bir girişim.

 

Kaynakça

https://dusunbil.com/kantci-komedi-the-good-placein-felsefesi/

R. Lacey, Bergson

Leave a Reply