“ Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü…”
En güzel açılış cümlesine sahip romanlardan biridir İki Şehrin Hikâyesi; öyle ki Kafka’nın Dönüşüm’üyle birinciliğe oynar. Dickens bir devri zıt fakat çarpıcı kelimelerle betimlemiştir ilk cümlede. Satırların arasında dolaşırken kendinizi çok tanıdık bir atmosferde bulursunuz. Yazar, sanki yaşadığımız çağı, hatta daha da belirgin olarak, yaşadığımız yılı anlatmıştır. Evet, daha ilk cümlesinden bir klasik olmayı hak etmiştir kitap. Yalnız kendi devrine değil asırlar sonrasına da seslenmektedir ve seslenecektir.
İki Şehrin Hikâyesi’ni bir başyapıt yapan tek unsur çağın ötesinde yaşaması değildir elbette. Kimileri için en güzel tarihi romandır, kimileri içinse aşkı en iyi anlatan romandır. Fedakârlığın kitabı olduğunu söyleyenler de çıkar. Ancak İki Şehrin Hikâyesi benim için insanın kitabıdır. Bir devirle birlikte insanların yalnız fiziki olarak değil, ruhen ve zihnen nasıl değiştiklerini gözler önüne serer.
İki Şehrin Hikâyesi, Paris ve Londra’nın hikâyesidir. Olaylar 18.yüzyılın ikinci yarısında geçer. Paris bir ihtilale gebedir. Halk, monarşinin sınırsız gücü altında ezilmektedir. Bu gücün nimetlerinden yalnız aristokratlar faydalanırken; fakirlik ve sefalet, halka göz açtırmamaktadır. Öyle ki, St. Antoine Mahallesinde yere dökülen şarabı içmek için insanlar birbirleriyle yarışır, bezlerle emerek çocuklarına içirirler. Bu haksızlığa son vermek şarttır ve 1789 Temmuzunda ihtilâl olur. Kral ve taraftarlarının cezalandırılması gerekmektedir. Meydanlara giyotin sehpaları kurulur. Kralın haksız adam öldürmelerinden şikâyet eden halkın en büyük eğlencesi idamları izlemektir artık. Boyunlarda taşınan haçın yerini artık giyotin almıştır. Fransız İhtilali; eşitlik, özgürlük ve adalet getirmiştir ama yalnızca yaşayanlar için. Küçük, asılsız bir fısıltıyla galeyana gelen insanlar kana susamıştır.
Her ihtilâl gibi Fransız İhtilali de önce suçluları cezalandırmış, sonra masumların canını almış ve en son kendi çocuklarını yemiştir. Yazarların sonradan “aslında böyle demek istemiştim” tavrı etik olmasa da, Mary Shelley bir mektubunda Frankenstein’ın yaratığında Fransız İhtilali’ni sembolize ettiğini söylemiştir. İnsanın yarattığı canavar, yine insana yönelmiştir. Belki de “İnsan insanın kurdudur,” diyen Hobbes haklıdır; insan ve devlet doğaları gereği, bir deniz canavarı gibi insanları yutmayı beklemektedir.
“…aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı hem umutsuzluk kışıydı…”
Kaynakça:
[1] Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi (İstanbul: Can Yayınları, 2016).
http://media-cache-ec0.pinimg.com/originals/3b/67/8e/3b678e5258c9732f7c2e8d74ec5442a3.jpg
http://blog.oup.com/wp-content/uploads/2015/07/Jacques_Bertaux_-_Prise_du_palais_des_Tuileries_-_1793.jpg