Televizyonda birçok gezi ve yemek programı var. Fakat bu programların çoğunluğu seyirciye yeni bir şeyler katmak yerine birbirinin aynı olan samimiyetsiz bilgilendirme çabaları ve bilindik tarihi eserler üzerine ansiklopedik bilgileri okumak ile geçiyor. Gösterilen yemek mekânları ise turistik seçimler ve klişe menülerle dolu. Bu zinciri kırıp kendine özgü tarzını program kalitesine yansıtan ve ne yazık ki geçtiğimiz hafta gelen intihar haberiyle takipçilerini üzen Anthony Bourdain’den bahsetmek istiyorum sizlere.
Kendisini “Anthony Bourdain: No Reservations” programıyla tanımış olsam da, Bourdain’in mutfak yolculuğu yıllarca şef olarak çalıştığı Manhattan’da başladı ve “Mutfak Sırları”(Kitchen Confidential: Adventures in the Culinary Underbelly) adlı kitabı ve ardından sunduğu “Cook’s Tour” programıyla aşçılık serüvenini büyük kitlelere ulaştırdı. Kendisini ve işlerini diğerlerinden ayıran tarafı ise ziyaret ettiği şehirlerde sokak lezzetlerine, salaş esnaf lokantalarına ve de gerçek ev yemeklerine yer vermesiydi. Böylece, izleyicilere arka sokaklarda ya da mahalle köşelerinde yer alan gerçek lezzetleri ve kültürleri tanıma fırsatı sunuyordu. Dünyanın birçok yerine yaptığı ziyaretleri izlerken hep “Türkiye’ye de gelir mi acaba?” sorusunu sorarken, İstanbul’a gelmiş ve yemek yediği mekanlar çok konuşulmuş, biz izleyenleri ise sevindirmişti. Bourdain sadece gezdiği yerlerde yemek yemiyor, gittiği her yerde, yerel halktan kişiler ona eşlik ediyor ve yemek seçimi konusunda programın önemli bir parçası oluyorlardı. Bu şekilde şehirlerin yeme alışkanlıklarını, o yerde yaşıyormuş gibi tecrübe etme fırsatı sunuyordu. Yediği yemeklere karşı yaptığı yorumların dürüstlüğü, “ne kadar garip, o kadar iyi” felsefesiyle hareket ederek hiçbir şeyi yemekten çekinmemesi ve dünya mutfakları karşısındaki açık görüşlülüğü, zorlamadan nasıl samimi olabileceğinin gerçek bir göstergesiydi.
Mutfak kültürünün yanı sıra, insanların yaşadıkları toplumlara karşı hissettikleri, politik düşünceleri, kentsel ve sosyal dönüşümler programın büyük bir kısmını oluşturuyordu. Ardından yayınlanan “Anthony Bourdain: Parts Unknown” programıyla da bu kültürel ve politik yaklaşımın seviyesi iyice yükseldi. Böylece, farklı toplumların iç yüzünü ve gerçek hayatlarından kesitlerini görmek mümkün oluyordu. Programı izlemeyi çekici kılan en önemli özelliği belki de buydu.
Anthony Bourdain, kalıpların dışına çıkıp her ülkenin yemek kültürünü, insanlarını ve gerçek hikâyelerini keşfetmeye meraklı bir kişilikti. Eminim ki, onu izleyenleri de aynı şekilde seyahat etmek konusunda etkiledi ve ilham verdi. Programının açılışında söylediği “Yazarım, yemek yerim, seyahat ederim ve daha fazlasına açım.“(I write, I eat, I travel and I’m Hungry for More) sözleri de her meraklı gezginin mottosu olacak nitelikte. 61 yaşında Fransa’da çekimler esnasında intihar etmesi ise ne yazık ki ona ekran başında eşlik eden bizleri çok üzdü. Geriye izlemesi çok keyifli programlar, okunacak kitaplar ve seyahat ederken mutlaka uğranması gereken unutulmaz rotalar bıraktı. Gezilerimizi yaparken sınırların dışına çıkıp yazılmayan yerleri görmek ve ara sokaklarda kalan lezzetleri keşfetmek de bize kaldı.
Kaynaklar:
http://www.milliyet.com.tr/efsanevi-sefin-istanbul-sofrasi/pazar/haberdetay/24.01.2010/1189817/default.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Anthony_Bourdain
Görsel Kaynaklar:
Kapak Fotoğrafı: https://edition.cnn.com/shows/anthony-bourdain-parts-unknown/
Fotoğraf 1: https://www.youtube.com/watch?v=5Vj03Tv_luo
Fotoğraf 2: https://edition.cnn.com/2018/06/08/us/gallery/anthony-bourdain/index.html ZPZ for CNN