Kendimi çoğu zaman düşünürken bulurum ; genel bir varoluşsal sorgulama yerine, bundan yüz yıl sonra veyahut önce doğmuş olsaydım hayatım ne seyirde ilerlerdi diye. Sayfalarca kalbimize kazınmış o muazzam eserleriyle dolu şairlerle aynı yüzyılda yaşamak mı ? Ya da kullandığı renklerin canlılığıyla hipnoz etkisi bırakan ünlü ressamların eserlerine bizzat şahit olmak mı? Hepimizin geçmişten geleceğe doğru çalmak istediği biri vardır. Keşke ama keşke o insanı tanımak için şu kadar yıl daha erken doğsaydım dediğimiz birisi. Bu film bu rüyayı gerçek yapmış ve ben izlerken içinde kayboldum. Heyecanlanarak, empati yaparak başrol oyuncusuyla sürekli değişerek oynadık rolleri. Bazen geçmişe giden ve Ernest Hemingway ile tanışan kendim oluverdim.
Yakın zamanda evlenecek olan Amerikalı Gil ve Inez, Inez’in babasının işi gereği Paris’e gelirler. Edebiyat tutkunu olan Gil, aşk şehrinin edebi fırsatını kaçırmak istemez ve yazar kimliğini Paris’ te bir üst noktaya taşır. Geceleri tek başına şehri keşfederken etkilendiği ambiyans onu yazarlık serüvenine daha çok ilgili kılar. Çünkü otellerinin yakınlarındaki bir caddenin aslında sandığı kadar normal olmadığını fark eder. Şans eseri bindiği bir araba onu 17. yüzyılın son çeyreğine götürür. Kendisini bir barda Hemingway’e romanı hakkında fikir danışırken bulur. Bunun dışında ise ; Salvador Dali, Picasso gibi insanlarla tanışarak izleyenleri kıskandıran bir film yapmıştır Woody Allen. Bu maceradan sonra her gece aynı saatte ,aynı araba için dışarı çıkar ve o caddede bekler; onu geçmişe götüren arabası için. Gil’i aşk şehrinde bekleyen biri daha vardır fakat kim bilirdi bunun 1800’lerden olacağını?
Anonim
17. yüzyılın sonuna değil, 1920’li yıllara gidiyor Gil. Zaten filmde geçen sanatçılar da 17. yüzyıl sanatçıları değil. Orada tanıştığı Adriana ile de 1890’lara gidiyor.