12386-balyoz-davasi

Anayasa Mahkemesi Balyoz Davası’nda adil yargılanma hakkının ihlâl edildiği gerekçesiyle yeniden yargılama kararı verdi.

18 Haziran 2014 tarihinde Anayasa Mahkemesi 230 bireysel başvurunun birleştirildiği, medyada ‘Balyoz Kararı’ olarak anılan ve uzun süredir beklenen kararını açıkladı. Bu noktada hemen belirtmek gerekir ki açıklanan bu karar Mahkemenin kısa kararıdır, gerekçeli kararı değildir. Dolayısıyla ihlâller ile ilgili ayrıntılı bir açıklama kararda yer almamakta, sadece ana başlıklar hâlinde belirtilmekte ve nihaî karar açıklanmaktadır. Bu karara baktığımızda başvurucuların Anayasa’ nın 36. maddesinde ve ayrıca Türkiye’ nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ nin 6. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğine ilişkin iddialarının kabul edildiğini görüyoruz. Mahkeme özellikle iki noktaya vurgu yapmış:

i.            Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ ın tanık olarak dinlenmesi taleplerinin reddi nedeniyle tanık dinletme hakkının ihlâl edildiği;

ii.            Dijital delillerin değerlendirilmesine ilişkin şikâyetlerin giderilmediğine dair iddiaların kabul edilebilir olduğu konularına vurgu yapılmıştır.

Bu iki önemli ihlâlin Anayasa’nın 36. maddesinde korunan adil yargılanma hakkının ihlâli sonucunu doğurduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir.

Akabinde İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi tahliye ve cezanın infazının durdurulması kararını vermiş ve tüm hükümlüler serbest bırakılmıştır. İki günlük sürecin özeti budur. Peki bugüne kadar neler yaşanmıştır, bugünden sonra neler olacaktır, hak ihlâllerini gerçekleştiren sorumluların durumu ne olacaktır, bu hak ihlâllerine doğrudan veya dolaylı olarak destek verenlere ne denecektir, Türk yargısının güvenilirliği sorunu günden güne büyürken yargı erkinin geleceği nasıl olacaktır, siyasal iktidarın önü arkası kesilmeyen yargı paketleriyle yargı erkinin siyasal dizaynı daha ne kadar sürecektir, Balyoz Davası’ nda yaşanan hak ihlâllerini görmezden gelmeyi tercih ederek veya açıkça kabul ederek dava sürecine destek olanların tutumları şimdi ne olacaktır, yaşanan hak ihlâllerini geçmişin hesabı olarak nitelendirip bu davayı bir diyet ödeme olarak gören kesimler göz yumdukları hak ihlâllerinin ardından özgürlükten çalınan yıllar konusunda düşüncelerini açıklayabilecekler midir gibi onlarca soru, vicdanı olan ve adalet kavramını biraz olsun içselleştirebilmiş herkesin zihnini meşgul etmektedir – en azından beklentim bu yöndedir. Bu soruların hepsine bir çırpıda cevap bulmak elbette ki mümkün değildir. Ancak birkaç sorgulamanın acilen gerçekleştirilmesi ve sonuçlandırılması gerektiği kanaatindeyim.

İlk olarak hak ihlâllerini gerçekleştiren Özel Yetkili Mahkemenin sağlıklı bir yargılama yapması, adında yer alan ‘Özel Yetkili’ isminden de anlaşılacağı üzere çok da mümkün değildir. Zira bu mahkemelerin üyeleri gerçekten de kendilerini bir yargı merciinin ötesinde özel yetkilerle donatılmış ve özel bir takım amaçlara hizmet eden mahkemeler olarak görmekteydiler. Başta bir ihtisas mahkemesi olarak kurulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri ne denli siyasal amaçlarla kurulduysa Özel Yetkili Mahkemeler de o denli siyasal bir takım amaçlara hizmet etmekteydiler. Kaldı ki Balyoz Davası’ nda yaşanan hak ihlâlleri apaçıktı ve davanın konusu olmasa bile yargılama süreci bu davanın siyasî bir dava olduğunu muhakeme yeteneği yerinde olan her insana göstermiştir. O dönemde neler olduğunu hatırlayın. Yaşanan tüm hak ihlâlleri sanık avukatları tarafından yüksek sesle dile getirilmesine rağmen siyasal iktidarın gözü bantlı destekçileri, yandaş medya ve geçmişte yaşanan askerî vesayetin hemen hemen tüm mağdurları bu hak ihlâllerini yok saymıştır. Şunu iyi anlamak gerekir ki esas itiraz davanın konusuna değildir, o dönemde hiçbir sanık yargılanmamayı istememiştir. Tam tersine hukuka uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi sonucunda aklanmaktı o sanıkların esas talepleri. Yapılacak olan yeniden yargılamada da istekleri budur: Hukuka uygun yargılama!

Oysa bu yargılama yapıldığı sırada dile getirilen hukuka aykırılıklar ve hak ihlâlleri davanın konusu uğruna göz ardı edilmiş, hukuka ve adaletin sağlanmasına olan inanç, telafisi güç bir zarara uğramıştır. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılama kararı bir nebze olsun rahatlatıcı olsa da yargı erkinin bozulmuş düzenini ve yargı organlarına olan güvensizliği ne yazık ki ortadan kaldırmamaktadır.

Davaya temel oluşturan belgenin yazı fontunun (Calibri) ve dosya türünün (Office XML) belgenin oluşturulduğu iddia edilen tarihten 4 yıl sonra Microsoft tarafından piyasaya sürülmüş olması (bu bilgi dava dosyasına Microsoft tarafından verilen bir rapor doğrultusunda eklenmiştir), davanın temelini oluşturan CD’ lerden bazılarının oluşturulduğu kaynak bilgisayarın bulunamaması, yapıldığı iddia edilen darbe seminerinde görevlendirilen geminin görevlendirme tarihinden 2 yıl sonra imal edildiği gibi birçok problemli durum sanık avukatları tarafından dava süresince defalarca dile getirilmiştir. Tabi ki Mahkeme tüm bunları kabul etmek zorunda değildir. Ancak eğer kabul etmiyorsa karşı argümanını ortaya koymak, delillerin (özellikle dijital delillerin) doğruluğunu teyit ettirmek için her türlü araştırmayı yapmak zorundadır. Bilirkişi raporuna ihtiyaç duyulmadığı gerekçesiyle tüm değerlendirme taleplerini reddetmek hukuk katliamıdır ve bizzat hükümetten bazı isimlerin de belirttiği gibi Mahkeme üyelerinin siyasal güdülerine bağlı olarak hareket ettikleri kanaatinin oluşmasına neden olmaktadır. Fakat daha önce de belirttiğim gibi bu Mahkeme bir Özel Yetkili Mahkeme (ÖYM) idi ve DGM devamı bir yapı olarak siyasal kararlar verebilecek bir Mahkeme izlenimi yaratmaktaydı. Kısaca aslında tüm çabalara rağmen zaten Mahkemenin tutumu baştan itibaren belliydi.

balyoz-davasi-karari-cin-medyasinda-3957609_8891_o

Yargıtay, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlâlleri olduğu gerekçesiyle yeniden yargılama kararı verdiği Balyoz Davası’nda Özel Yetkili Mahkeme kararını onamıştı.

Esas problem ise bana kalırsa davanın temyiz sürecinde Yargıtay’ ın tutumundadır. Yüksek Mahkeme niteliğinde olan bu Mahkemenin üyeleri sıradan üyeler değildir ve titizlikle seçilmiş olmalıdır. Peki Anayasa Mahkemesi’ nin üyelerinin tamamının görmekte güçlük çekmediği hak ihlâllerini ve hukuka aykırılıkları bir tane Yargıtay üyesi görememiş midir? Bırakın iddiaların araştırılması talebini göz önüne almayı, onama kararında bahsedilen hak ihlâllerinin bir tanesini bile ne Yargıtay Başsavcısı ne de kararı veren Yargıtay üyeleri dile getirmiş, sanık avukatlarının iddialarının araştırılması için tek bir adım bile atılmamıştır. Böyle büyük bir hatayı herhangi bir mahkeme üyesinin yapması bile hoş görülemeyecekken hukuka güvenilirliğin teminatı olması gereken Yüksek Mahkeme üyelerinin bu kadar hassas ve hukuk adına oldukça önemli durumu göz önünde bulundurmaması kabul edilemez bir niteliktedir. Gerek hükümetten gelen açıklamalar gerekse de 17 Aralık sürecinden sonra ağız değiştiren bir takım yandaş medya mensuplarının görüşlerinin de şaşırtıcı bir biçimde gösterdiği gibi kişisel eleştirim de bu hataların basit bir ihmalden çok daha önemli olduğu yönündedir. Bu nedenledir ki onama kararının altına imza atan tüm Yargıtay üyelerinin istifa etmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Bu hukuk katliamına neden olan hâkim ve savcılar hakkında gerekli işlemlerin yapılması gerektiği zaten ortadır. Esas mesele tüm bu hukuksuz sürece alkış tutan ve sırf davaya temel oluşturan konunun önemi ve hassasiyeti nedeniyle insanların adil yargılanma haklarının yok sayılmasına destek çıkıp hak, hukuk, adalet, özgürlük kavramlarını iyi anlamadıkları gibi ağızlarında kirletenlerin durumunun ne olacağıdır. Normalde kişinin vicdanı böyle bir durumdan rahatsızlık duymalı ve birey tüm medyatik kişiliğini haklarının çalınmasına çanak tuttuğu insanlardan özür dilemeye adamalıdır. Ancak görüyorum ki dava süresince ağızlarının kenarından şiddet ve nefret akıtanlar adaletin yerini bulduğunu ve Anayasa Mahkemesi kararına sevindiklerini açıklamaktadırlar. Yazık!

Balyoz, Ergenekon, KCK, Askerî Casusluk gibi davalar artık belli bir kesimin mücadelesiyle karşı karşıya kalmamalıdır. Davaların konusu hukuka uygun bir şekilde sorgulanmalı ve varsa suç işleyenler hukuka uygun elde edilen delillerle ortaya çıkarılmalı ve yine hukuk çerçevesinde kalınarak hiçbir hakları ihlâl edilmeden yargılanmalıdır. Ancak hukuka aykırı temeller üzerine kurulu davalar adaletin sağlanmasına hizmet etmesi bir yana dursun barındırdığı tüm hukuksuzluklarla toplumun yargıya ve genel anlamda hukukun güvenilirliğine olan inancını zedelemektedir. Yapılması gereken bu inancın, bu güvenin korunması için her ne olursa olsun hukuksuzluğa karşı ortak bir duruşun sergilenmesi, tüm bu hukuksuzluklara karşı davanın tarafları kim olursa olsun, davanın konusu ne olursa olsun ortak bir mücadele içine girilmesidir. Bertold Brecht’in söylediği gibi ‘halkın ekmeğidir adalet’. Herkese, her an, her durumda gereklidir su gibi, ekmek gibi!

Leave a Reply