Osmanlı Devleti ve Safevi Devleti sınırları içerisinde özerk beylikler içerisinde yaşayan Kürtler; Çaldıran Savaşıyla birlikte bu konumlarını yitirmeye başladılar. Osmanlı ve İran devleti arasında yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması, Kürdistan’ın iki ülke arasında fiili olarak paylaşılmasını sağladı. Bu paylaşım -halen Rusya sınırları içerisindeki Kürdistan topraklarını sayarsak- beş ülke arasında devam etmektedir. Bu tarihten itibaren Osmanlı ile olan dostane ilişkiler, Kürtlerin aleyhine bozulmaya başladı. Osmanlı Devleti, Kürtlerin özerk yapılarını ortadan kaldırmaya yönelik bir saldırı başlattı. 1650’den 1730’lara kadar süren bu baskı, özerk Kürt beyliklerinin çoğunu ortadan kaldırdı.
Kürtlerin son emirliği olan Botan Emirliği‘nin 1860 yılında dağıtılması ve Bedirxan Bey’in Girit adasına sürgün edilmesiyle Kürdistan emirlikleri son bulmuştur. Bu son buluş Kürdistan bölgesinde yeni aktörlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. 1860 yılına kadar Kürt tarihini sırtında taşıyan emirlikler yerine, görevi Şeyhler devralmıştır.
Osmanlının merkezileşme politikaları sonucu son verilen Kürt emirliklerinin ardından, Kürdistan bölgesinde otorite boşluğu olmuştur. Bu iktidar boşluğunu, ilk Kürt ulusal hareketi kabul edilen Şeyh Ubeydullah hareketi doldurmaya çalışmıştır. Ancak bu hareket kısa süre sonra Osmanlı tarafından bastırılmıştır.
Bu tarihten sonra yaşanan Koçgiri İsyanı, Süleymaniye’de Şeh Mahmut Berzenci direnişi, Molla Mustafa Barzani Hareketleri, Şeyh Said İsyanı, Ağrı Dağı Hareketi ve Xoybun, Dersim İsyanı gibi Kürt Ulusal hareketleri sol içerikli hareketler değildi. Bu hareketlerin temel çıkış noktası milliyetçilik ve ulusal kurtuluşçu bir çizgi taşımalarıydı. Ancak bu hareketlerin büyük çoğunluğu bütün Kürdistanı kapsamak yerine bölgesel kalmışlardır.
Cumhuriyetle birlikte Türkiye’de yaşayan Kürtler için yeni bir dönem başlamıştır. Yaşanan isyanlardan sonra ciddi bir göç ve asimilasyona tabi tutulmuşlardır. Ulus devlet projesi ile Türkiye toplumu tek bir kimlik içerisinde eritilmeye başlanmıştır. Çok dilli, çok kültürlü, çok kimlikli, çok dinli Osmanlı toplumundan miras alınan topluma dayatılan tekçi ulus devlet zihniyeti, toplumda yeni arayışlara yol açmıştır. Bu politikaları içselleştirmeyen Kürtler ve diğer halklar kırıma, sürgüne ve asimilasyona tabii tutulmuşlardır. Kapitalizmin gelişmesi çarpık sanayileşme ve eğitimin merkezileşmesinin yanı sıra, işsiz ve topraksız olan Kürt nüfusunun büyük bir bölümünü göçe zorlamıştır. Bu insanlar kentlerin varoşlarında gettolaşırken aynı zamanda ucuz emek üreticisi konumuna düşürüldüler. Bir tarafta asimile olurken, diğer tarafta çifte sömürüye tabiyi tutulmaya mahkûm edildiler.
Dünyada ve Türkiye’de sol değerlerin öne çıkması, Kürt sol hareketinin de doğmasına yol açmıştır. İlk sol hareket Irak ve Suriye’deki Kürtler arasında çıkmıştır. Bu dönemde yükselen Arap milliyetçiliğinin karşısında sola yaklaşma zorlamıştır. Irak ve İran KDP’si ve Suriye’deki Cegerxwin gibi aydınların öncülük ettiği akımların solda yer aldıklarını görmekteyiz.
1950’lere kadar Türkiye’de Kürt sol hareketinin çok zayıf olduğu görülmektedir. 1958’de hem sol değerleri hem de Kürt kimliğini önceleyen tarihte de “49lar” olarak bilinen bir grup ortaya çıktı. 49lar ve Dicle -Fırat gazetesi gazete çevresi Türkiye Kürtleri açısında bir mihenk taşı oluşturmaktalar.
[pullquote_left]Kürt sol hareketi iki kaynaktan beslenmiştir.[/pullquote_left] Birincisi TİP ikincisi FKF ve Dev-Genç‘tir. Türkiye solu içerisinde yer almışlar ancak aralarında daha sonra Türk solunun, temel sorunlarda küçük bir grubun dışında Kemalizmi ve ulus devlet sınırlarını aşamadığı, Kürt davasının bu zeminde çözülemeyeceği, bundan dolayı da ayrı bir örgütlenmeye ihtiyaç duyulduğu fikri yaygınlaşmıştır. Ayrıca Barzani hareketinin Irak Kürdistan’ında gelişmesi de ayrı bir örgütlenmeyi tetiklemiştir. Her ne kadar Türküye sosyalist hareketlerinin Kürt sorununa yaklaşımı, Kürtlerin ayrı örgütlenmelerini sınırlasa da durduramamıştır. 27 Mayıs darbesinden sonra yapılan 1961 anayasasının getirmiş olduğu ortam Türkiye toplumlarının özgün örgütlenmelerinin önünü açmıştır. Kürtler de bu ortamı değerlendirmişlerdir.
Sait Elçi‘nin kurduğu Türkiye Kürdistan Demokrat Parti (TKDP), Öğrencilerin oluşturduğu Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO), Kemal Burkay’ın Öncülük ettiği Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi (TKSP), Partiya Karkerên Kürdistan (PKK), Rızgari, Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları (KUK) ve KAWA gibi örgütlenmeleri gerçekleştirdiler. Ancak faaliyetlerini dernekler üzerinde yapmak durumunda idiler. Çünkü kurdukları partiler yasal partiler değildi. 1971’den sonra Ankara’daki Ankara Yüksek Öğrenim Derneği (AYÖD) yeni bir oluşumun temelini attı. Kürt hareketi kendi içinde yeni bir yapılanmaya gitti. Kürt sorunun çözümünün ancak silahlı mücadele ile çözüleceğini savunan bir örgütlenmenin gerektiğini belirten Abdullah Öcalan’ın önderliğini yaptığı Ulusal Kurtuluş Ordusu (UKO), Kürt siyasal sistemine giriş yaptı. Apocular olarak bilinen bu hareket bugün PKK, KCK veya Kürt Özgürlük Hareketi olarak adlandırılmaktadır.
Türkiye’deki sol/sosyalist hareketleri inceleyebilmek için ayırabileceğimiz 3 dönem olan 60’lar, 70’ler ve 80’lerin ortak noktası olarak her birinin askeri darbeler sonrası başladığını söyleyebiliriz. Fakat her dönem ayrı ayrı incelendiğinde çok büyük sosyolojik farklılıklarla karşılaşılır. 1960’lar Türkiye’deki ilk sosyal ve siyasal hareketliliklerin başladığı, ideolojik siyasetin kamusal alanda ilerlediği görülür. 1970lerde ise bu hareketlilik kutuplaşma çatışmalarla anılan bir kaos dönemine dönüşmüştür. 1980 dönemi askeri cunta ile birlikte tüm hareketlerin baskı altına alınmaya çalışıldığı dönemdir. Kürt hareketi için ise tüm dönemlerinin yansımalarını görmek mümkünken 80ler döneminde diğer tüm sol /sosyalist hareketler de olduğunun aksine olası bir duraklama ve sönümlenme yerini yeni bir rota ile yükselişe bırakmış 90 ve 2000 ler deki bir çok kırıma rağmen sürdürülmüştür. 80 öncesinde çoğu alanda iç içe yer alan Türkiye Solu ve Kürt Hareketi, 80 sonrası birinin sönümlenip diğerinin yükselişiyle son bulmuştur. Türk sol/sosyalist hareketin 70’lerden itibaren çok parçalı yapısı 80’lerdeki tüm birleştirme çabalarına rağmen başarılı olamamıştır. Buna karşın Kürt hareketinde 70lerdeki çok parçalı yapı, yerini tek aktörün (PKK) hegomonikleştiği dar alanlı bir örgütsel çerçevenin ötesine geçerek toplumsal ve siyasal yaşama da yansıdığını görmekteyiz.
61 Anayasasının ve uluslararası konjonktürün getirmiş olduğu fırsatları iyi kullanan sol sosyalistlere yönelik 60’lı yılların sonlarında Türkiye ve Kürdistan’da yoğun bir devlet terörü başlamıştır. ”Komando Harekatı” olarak başlayan askeri ve siyasi zulüm; Kürdistan coğrafyasında en acımasız biçimde 1970 lerde de artarak devam etmiştir. Olası bir Kürt hareketinin gerçekleşmemesi adına her türlü “önlem” alınıyordu. Tüm bu bahanelerle örtülmeye çalışılan katliam ve baskıların asıl sebebi ise 1969 yılı sonlarında kurulan Devrimci Doğu Kültür Ocaklarının örgütlenme çalışmalarını engellemekti. DDKO’nun başlattığı ulusal bilinç kazanımlarının önüne geçmekti. Solun hakimiyet kurmaya çalıştığı 60’lı yıllarda eşitlik, özgürlük, bağımsızlık, ilericilik, adalet ve az-gelişmişlikten çıkma şiarlarını benimsenmişti. Kürtlüğün ezilen bir halk olarak tanımlanmasıyla birlikte 1960larda tüm Türkiye solunu etkileyen aydınlanma, ilerleme ve batılılaşma kavramları Kürt hareketini de bir ölçüde etkilemiştir. 49lar ve Dicle-Fırat Türkiye’de sola dönük bir Kürt hareketinin oluşumunun ilk emarelerini oluşturur. İçinde yer aldıkları FKF ve Dev-Gencin Kemalist paradigma çizgisinden ilerlemesi Kürtler tarafın dan eleştirilmiş ve bazılarının TİP in kadrolarına geçmesine sebep olmuştur. TİP ve FKF de yar alan Kürtler söylem ve propagandaların az da olsa Kemalist paradigmadan beslenmesinden rahatsızlık duymuş ve bu durum ayrışmalara sebep olmuştur. Bu ayrışmalar doğan ve belli etkinlik alanı yakalayabilen Kürt sol Hareketlerini incelemeyi yazının bir sonraki bölümüne bırakıyorum.