Yazıhaneden Ekibi’nde Bir Bilkent Mezunu: Çağrı Turhan

323

1987 Konya doğumlu olan Çağrı Turhan, üniversiteye kadar da doğduğu şehir olan Konya’da yaşamını sürdürdü. Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünden 2009 yılında mezun oldu ve şu anda OC&C Strategy Consultants şirketinde yönetim danışmanlığı yapıyor. Kendisi ile gerçekleştirdiğimiz olduğumuz keyifli röportaj da şu şekilde;

 

GazateBilkent: Endüstri Mühendisliği’nden 2009 yılında mezun oldunuz, neden bu bölümü seçtiniz?

Mühendisliğin kendime uygun olduğunu düşünüyordum o zamanlar. Dönüp bakınca, fena bir tercih olmamış aslında ama çok da bilinçli bir seçim değildi.

 

GB: Peki, neden Bilkent?

Gidilebilecek en iyi okullardan biriydi, İstanbul’a da o zamanlar mesafeli yaklaşıyordum. Bursla beraber maddi açıdan da daha uygun bir tercihti.

 

GB: Üniversiteye adım attığınız ilk günden bu yana, sizde ne gibi değişiklikler oldu? Neler kazandınız?

Hayattaki her şeye daha geniş bir perspektiften bakabiliyorsunuz. Daha öncesinde pek tanımadığım pek çok farklı kültürü, görüşü, insanı çok daha yakından tanıdım ve bundan da oldukça memnunum. Vizyonunuz gelişiyor kısacası. Öte yandan, kendi başımın çaresine bakabileceğimi zanneden biriydim, onda bile çok daha fazlasının gerektiğini öğrendim.

 

GB: “Bilkent Mezunu” olmak size ne gibi avantajlar sağladı?

Piyasadaki en iyi okullardan birinden gelen biri olarak, tercih edilen bir gruba dahil olmak öncelikle. Bir de içerik açısından oldukça sınırlı olsa da yaklaşım geliştirme, bir şeyleri öğrenme ve uygulama gibi konularda iş hayatına yansıtabilecek şekilde geliştirilen yetkinler var.

 

GB: Basketbola büyük bir ilginiz var ve yazıhaneden.com ve Euroleague’de mücadele eden takımların detaylı istatistiklerini tutan in.the.game.org için yazılar yazıyor ve röportajlar yapıyorsunuz. Gelecekte spor medyası içerisinde yer alma gibi bir düşünceniz var mı?

Açıkçası niyetim yok. Medya çok kötü bir sektör, çalışanlara çok kötü davranılıyor. Spor medyası daha da kötü ve yarın ne olacağınıza dair pek bir güvence yok. Kaliteli bir iş yapabileceğiniz fazla yer de yok ki bunun için geniş bir talep de yok. Mesela Eurosport’un Türkçe internet sitesi ilk açıldığında işi yürüten ekip böyle bir çaba içindeydi ama patronlar daha çok reytingi olan oldukça farklı bir yolda devam etmek istedi. Bir de işin maddi yönü var. Geçiminizi sağlamak durumundasınız ve medyada çalışarak bunu yapmak çok çok zor. Özünde sevdiğim bir şeylerle uğraşmak ilgi çekici olsa da realite ciddi şekilde düşünme fırsatı bile vermedi.

 

GB: Basketbola olan bu yoğun ilginiz nasıl başladı? Okul hayatınız döneminde hiç antrenör olmayı veya spor medyası içinde olmayı düşündünüz mü?

Çoçukluğumdan beri spora aşırı ilgiliyim, zamanla basketbol daha da ön plana çıktı. Antrenörlük gerçekten çok donanım gerektiren bir iş, çok uzak görünmüştür bana. Ama rakip analizleri ile uğraşan asistan koç görevi ilgi çekici gelmiştir hep, onu itiraf edeyim.

 

GB: Sizi takip edenlerin göreceği üzere Yunan Basketbolu’na bir sempati duyuyorsunuz ve AEK takımına bir sempati besliyorsunuz. Keza AEK’da oyunculuk yapmış ve Dusan Ivkovic’in tedrisatından geçmiş bir koç olan Fotis Katsikaris’i de beğeniyorsunuz. Ben de Katsikaris’in yeni nesil koçlar arasında yeniliğe ve gelişime en açık koçlardan biri olduğunu düşünüyorum. Siz, Yunan Basketbolu’na ve Katsikaris’e olan sempatiniz hakkında neler söylemek istersiniz?

Yunanistan’a sadece spor açısından değil ülke olarak da büyük sempati besliyorum. AEK’le olan bağım da Beşiktaş’la olan benzerliği ilebaşlamıştı. Katsikaris’e gelince, bu kadar kazanmak için her yolun mübah olarak kabul edildiği bir ortamda, nasıl yaptığının ne yaptığından daha önemli olduğunu gösteren nadir adamlardandır. Uzun süredir favori işçi sınıfı kahramanlarımdan…

 

GB: Birçok koç Avrupa Basketbolu’nun ikili oyunlar üzerine kurulduğunu düşünüyor ancak Katsikaris’in Bilbao ile final oynadıkları 2011 sezonunda Aaron Jackson takımın bir numaralı oyun kurucusuydu ve basketbolu sadece pick&roll oyunları üzerine indirmeyen bir görüntüleri vardı ve sürekli çembere atak yapan bir takımdı. Ancak daha sonra Raul Lopez ve Zizis eklentileri ile birlikte ikili oyun yeteneğini ön plana çıkarmıştı. Siz Katsikaris’in oyun felsefesi hakkında neler söylersiniz?

Belirli öncelikleri olsa da eldeki malzemeye uygun bir şeyler çıkarabilen, zamanın gereklerine göre de kendini yenileyebilen bir koç. Bir de oyunculardan müthiş verim alır hem oyuncu ilişkileriyle hem de taktiksel olarak kullanış şekli ile. İdealist bir koç, oyuncularıyla ilişkisinden sahadaki stratejisine kadar sağlam temelleri olan bir yapı kurmaya çalışan, geçici çözümlerle günü kurtarmaya çalışmayan biridir. Ivkovic de böyledir zaten.

 

GB: In.the.game.org isimli site için şimdilerde Anadolu Efes yardımcı antrenörü, o zamanlarda ise Galatasaray’da Oktay Mahmuti’nin yardımcılığını yapan Emir Alkaş ve yine o zamanlarda Cantu antrenörü olan ancak şimdilerde Unics Kazan ve Yunanistan Milli Takımı’nı çalıştıran Andrea Trinchieri ile basketbolu ince ayrıntılarına kadar değerlendiren başarılı röportajlar yaptınız. Böyle başarılı isimlerle röportaj yapmanız basketbola olan bakış açınıza yön verdi mi? (Yani oyun içerisinde daha önce dikkat etmediğiniz bir şeye sonradan dikkat etmeye çalışmak gibi)

Böyle değerli basketbol adamlarından ayrı bir şeyler öğrenirsiniz mutlaka ama sürekli bir şeyler okuyor, izliyor olmak da her gün yeni bir şeyler öğretiyor, farklı bir yaklaşım sağlayabiliyor.

 

GB: Katsikaris’in dışında bir başka beğendiğiniz koç da Andrea Trinchieri. O da yeni nesil koçlar arasında geleceği olan bir koç olarak duruyor. Onun hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Her açıdan çok modern bir koç. Oldukça zeki ve bu oyuna da müthiş bağlı. Messina gibi idealizmi temsil eden koçlardandır o da, böyle isimleri ayrıca severim ben.

 

GB: Trinchieri yönetimindeki Yunanistan Milli Takımı başarısız bir Avrupa Şampiyonası geçirmişti. Trincheri’nin Kazan takımındaki oyun felsefesinin bir benzerini Yunanistan Milli Takımı’nda da görmüştük. Siz Avrupa Şampiyonası’ndaki başarısızlığı neye bağlıyorsunuz onlar adına ve 2014 Dünya Kupası’nda nasıl bir Yunanistan bekliyorsunuz?

Sanırım bir şekilde soyunma odasını iyi idare edemedi. Zor taraftan gelince de hata marjınız oldukça az ve buna ilk günden hazır olmak gerekiyor. Buna hazır görünmediler, İtalya’ya yenildikten sonra Finlandiya’ya yenilme lüksleri hiç yoktu mesela.

Bu yaz için yeni koçu ve kimlerin gelip gelmeyeceğini –özellikle Spanoulis- görmek lazım önce. Ne olursa olsun bu seviyede bu kadar çok üst düzey parçası olan fazla takım yok. Bir de Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonası’ndan daha kolay bir organizasyon, yol biraz daha açık.

 

GB: Trinchieri yönetimindeki Yunanistan’ın 2005-2010 arasındaki takımı bir daha yakalayabileceğini düşünüyor musunuz?

Not: Trinchieri ile devam edilmeyeceği çok aşikar.

Oyuncu grubunun çok önemli işler yapma potansiyeli var, ciddi sayıda hem genç hem de artık tecrübeli denebilecek oyuncuya sahipler ayrıca. Daha da önemlisi o seviyedeki mental mücadeleye onlar kadar uygunu pek yok, gerilimden haz almak, ekollerinin bir parçası resmen.

 

GB: Yunanistan ve Türkiye’yi hem Milli Takımlar hem de kulüpler düzeyinde ele aldığımızda aradaki temel farklar size göre nedir?

İki tarafta da kulüpler düzeyinde organizasyon çok farklı değil gibi geliyor bana ama asıl fark basketbolun Yunanistan’daki popülaritesinin artmasının daha eskiye dayanması. Daha uzun süredir üst seviyede yarışan bir ülke Yunanistan. Burada bahsedilen 2001 etkisinin benzerini, Nikos Galis sayesinde 1987’de yaşadı Yunanistan.

 

GB: Milli Takımımız’ın antrenörlüğüne Ergin Ataman getirildi. Siz bu kararı nasıl buluyorsunuz ve Ergin Ataman başarılı bir performans gösterebilir mi?

Eskiden Ergin Ataman’ı çok özel bir koç olarak görürdüm ama bayağıdır pek sıcak bakmıyorum. Onun takımlarının sahadaki oyunu beni hiç tatmin etmiyor açıkçası. Oyuncularla muhtemelen Tanjevic’den daha iyi bir ilişkisi olur ve kısa süreli etki yaratmaya uygun yapısı daha iyi bir sonuca götürebilir belki. Milli takımla ilgili asıl sıkıntı eldeki oyuncu grubunun sanıldığı kadar iyi olmaması bence. Türkiye’yi Avrupa’da temsil eden takımların kadrosunun yarısı yerli oyunculardan oluşmak zorunda ve mevcut başarılı olduğu söylenemeyecek durumun temel sebebi de onların üst seviye için yetersizlikleri.

 

GB: Avrupa’da oyun felsefesini beğendiğiniz koçlar kimler?

Dusko Vujosevic çok özel bir adamdır. Xavi Pascual’in “X’s and O’s” dediğimiz teknik taktik konularda yaptığı bazı şeyler devrim bile kabul edilebilecek kadar sıradışıdır benim gözümde. Evgeny Pashutin, Simone Pianigiani, Chris Fleming, Luca Banchi gibi pek çok isim var daha. Eski Yugoslav ülkelerindeni özellikle de Sırbistan’dan çıkan pek çok genç koçun yaptıkları oldukça kayda değer. Alba Berlin’deki Sasa Obradovic, Oostende’deki Dario Gjergja gibi isimlerin yaptıkları ilgi çekici…

 

GB: Bu sezon Euroleague’de performansını en çok beğendiğiniz takım/takımlar hangisi?

Luca Banchi’nin Milano’da Siena’da yaptığı sıradışı işi daha da üst seviyede yapabilmesi takdire şayan. Nanterre de gerçek bir underdog olarak iz bıraktı.

 

GB: Son iki sezonun şampiyonu Olympiakos bu iki sezon içerisinde ilk tur gruplarını düşük viteste geçip, Top 16’nın ikinci yarısı ile birlikte vites arttırmaya başlıyordu. Ancak bu sezon tam tersi bir görüntü var. Siz Olympiakos’u nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geçen sezon da krizler geçirip, çok iniş çıkış yaşadılar. Hala çok karakterli oyuncuları olsa da Pero Antic, Kostas Papanikolaou, Kyle Hines gibi özel karakterlerin yokluğu bir faktör sonuçta. Geri döneceklerini düşünüyorum ki tekrar çıkışa geçtiler bile.

 

GB: Real Madrid kıta dışı bir basketbol anlayışı benimsiyor ve run and gun felsefesini sahaya yansıtan en iyi takım konumundalar. Pablo Laso’nun oyunculuğunda pırpır bir oyuncu olduğunu söylerler. Koçluğuna da bu düşünceye taşıdığını söyleyebilir miyiz ve Real Madrid’in iki senedir ulaşmak isteyip, ulaşamadığı şampiyonluğu bu sene alacağını düşünüyor musunuz?

Alabilir elbette ama bu seviyede bir takım için çok kırılganlar bence. Final-Four gibi bir sistemde kötü bir günü telafi etmek zordur, Real Madrid gibi iyisi ve kötüsü arasında ciddi fark olan bir takım için daha da fazla.

 

GB: Galatasaray Liv Hospital ve Fenerbahçe Ülker’in çeyrek final şanslarını nasıl değerlendiriyorsunuz? İki takımımız hakkındaki genel düşünceleriniz nelerdir?

Obradovic, belki biraz da mecburiyetten, çok riskli bir yolu denedi ve aradığını bulamadı. Sürekli aynı verimi almanın zor olduğu, saha içi istikrarı da soru işareti olan bu kadar oyuncuyla işi oldukça zordu. Kendi oyuncu tercihleri de pek yardımcı olmasa da bu kadar büyük taktik savaşın olduğu bir seviyede bu kadar çok ciddi zaafı olan bir kadro yapısı ile Euroleague’de zirveye oynamak pek olası değil.

Galatasaray’da kilit isimlerin sakatlığı da bir faktör ama bu kadar bireyselliğe dayalı, hücum organizasyonu tatmin edici olmayan takımları pek güvenilir bulmuyorum açıkçası. Top 16’da diğer tarafta olsa pek şansı olmazdı bence. Ama sıkıştıkları zamanlarda, zor maçlarda karakter gösterip ayakta kaldılar, orası takdir edilesi.

Leave a Reply