“1. Dünya Savaşı, Avusturya-Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand’ın, 28 Temmuz 1914 günü Saraybosna’yı ziyareti sırasında, bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesiyle patlak verdi.”

Hemen herkes, ‘hasta adam’ Osmanlı’nın ölümüne sebep olan dünya savaşının bu sebeple başladığını bilir. Savaşın genel ateşleyicisi bu olsa da, Osmanlı’nın savaşa girişinin arkasında yatan çok farklı nedenler var. Gelin Osmanlı’nın 7 cephede savaştığı ve toplam 10 milyona yakın askerin hayatını kaybettiği savaşın bizi nasıl bulduğuna bir bakalım.

[box_light]Oyun Başlıyor[/box_light]

Hans von Wangenheim

Tarihler 27 Temmuz 1914’ü gösterirken, Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Alman Büyükelçi Hans von Wangenheim bir protokol üzerinde anlaşırlar. Protokol, tam olarak bir ittifak anlaşması olmamakla birlikte, taraflar saldırı durumunda birbirlerini destekleyeceklerine dair vaatte bulunurlar. Üzerinde anlaşılan protokol, doğal olarak İngiltere ve Fransa’yı Osmanlı’ya karşı cephe almaya iter. Öte yandan Sadrazam Said Halim Paşa’nın aynı anda Romanya ve Bulgaristan’la da bir anlaşma imzalama isteğinden, Osmanlı Hükümeti’nin politik denge uyguladığını ve zaman kazanmaya çalıştığını görebiliyoruz. Olaya Osmanlı tarafından bakıldığında, Berlin Askerî Ataşeliği sırasında Almanya’dan oldukça etkilenen Enver Paşa’nın, sırtını Almanya’ya verdiği ve protokolü savunma amaçlı olarak imzaladığını söylemek zor olmayacaktır.

Ancak durum o günlerde Almanya açısından bu kadar masum değildi. Zira Wangenheim, Almanya’nın Akdeniz Filosu’daki gemilerine, Doğu Akdeniz’de güvenli bir liman bulma peşindeydi. Nitekim bunların sonrasında gelişecek olaylar, Almanya’nın akılcı hamlelerinin Osmanlı’yı savaş girdabının içine nasıl çektiğini gösterecekti.

[box_light]Kaderi Belirleyen Gemiler[/box_light]

SMS Breslau, Magdeburg sınıfı bir hafif kruvazördü

Bu gelişmeler üzerine İngiltere’nin Osmanlı’ya cezası gecikmeyecekti. Avrupa’nın cadı kazanı gibi kaynadığı bu günlerde İngiltere, Osmanlı halkı tarafından sağlanan bağışlarla İngiliz firması Vickers’a sipariş edilen Sultan Osman 1 ve Reşadiye gemilerine el koyduğunu açıklıyor ve 4 milyon pound’luk tazminatı ödemeyi de reddediyordu. Korkuları, özellikle zamanın ileri teknoloji savaş gemilerinden olan Sultan Osman 1’in Almanlar’ın eline geçecek olmasıydı. İşte tam burada, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın diplomasisi devreye giriyor!

İngiltere’nin 1 Ağustos’taki bu hamlesine karşı Enver Paşa, Almanya’yla tekrar masaya oturur ve protokolü imzalayarak anlaşmaya çevirir. Enver Paşa masada Almanya’ya, İngiltere’ye sipariş verdikleri bu gemileri vaat eder, ancak bu gemiler Osmanlı’nın eline hiçbir zaman geçmeyecektir; çünkü İngiltere gemilere el koymuştur. Buradaki oyunsa tam olarak şudur: Gemilere el koyulduğunu; İngiliz İstihbaratı, gemiyi teslim almaya giden Türk heyeti ve Enver Paşa dışında hiç kimse bilmemektedir. Kısacası Enver Paşa, sahip olmadığı bir kozu ortaya koyarak Almanları kandırır ve orduyu desteklemek için 2 milyon altını koparır.

Enver Paşa’nın aksine hükümetin, savaşı geciktirecek politik çareler aradığı bu günlerde, Akdeniz’de yaşanan olaylar, artık Osmanlı’nın kapısının çalınacağının habercisidir. Cezayir’den Fransa’ya sömürge asker taşıyan gemileri engellemek için Akdeniz’de görevli olan, Alman Donanması’na ait ağır kruvazör Goeben ve onun eskortu olan hafif kruvazör Breslau Akdeniz’deki görevleri sırasında Britanya Donanması tarafından fark edilir ve kaçmaya başlar. Gariptir, bu zırhlılar ustaca hamlelerle izlerini kaybettirdikten sonra, Avusturya’daki müttefik limanlara sığınmak yerine, yönünü Osmanlı’ya çevirir ve 10 Ağustos günü öğleden sonra Çanakkale Boğazı’na giriş yaparlar. Ertesi günü İstanbul’a demirleyen gemiler İngiltere’yi oldukça kızdırır ve Osmanlı’nın üzerinde büyük bir baskı oluşur. El konulan gemiler yüzünden zaten İngiltere’ye tepkili olan hükümet, bu iki Alman gemisini satın aldığını ilan eder. Goeben’e ‘Yavuz’, Breslau’a ‘Midilli’ ismi verilir ve gemilere Osmanlı bayrağı çekilir. Gemilerin başındaki Alman Koramiral Wilhelm Souchon Osmanlı Bahriyesi’nde amiralliğe yükseltilir.

[box_light]Son Tango[/box_light]

Osmanlı için sonun başlangıcı olan bu günlerde, 28 Ekim 1914’te Amiral Wilhelm Souchon, ‘eğitim seyrindeler’ bahanesiyle Yavuz, Midilli ve Osmanlı Donanması’na ait 9 gemiyle birlikte Karadeniz’e açılır. Amacının, Karadeniz’de Rus gemilerine rastlamak ve saldırıya maruz kalmak olduğunu söylese de durum böyle gelişmez. 29 Ekim sabahı Osmanlı bandıralı gemiler, Rus limanları Yalta, Sivastopol ve Odessa’yı topa tutar. Bu saldırılar, Japonlar’ın 1904’te Port Arthur’da Ruslara yaptığı ani taarruz gibi güç kırmaya yönelik değil, taciz mahiyetindedir ve Rusları Osmanlı’ya karşı savaşa çeker. Nitekim; 2 Kasım’da Rusya, akabinde 5 Kasım’da İngiltere ve Fransa Osmanlı’ya savaş ilan eder ve 1. Dünya Savaşı Osmanlı için artık resmen başlamıştır.

Sözün özü; 1914 yazı Osmanlı için tam anlamıyla sonun başlangıcıydı. Yaklaşık 3 yıldır bilfiil ve kesintisiz savaş halinde olan devlet, belki de o yaz kendi ipini çekiyordu. Nitekim tam 4 sene sonra, 619 yıllık imparatorluk fiilen tarihin tozlu sayfalarında yerini alacak, bambaşka dinamikler gelişecekti. Kim bilir? Belki de farklı hamleler devleti bu sondan kurtarabilirdi. Ancak şu çok açık ki ‘belkilerle’ tarihi icra edemeyiz. Tarihi tarih kılan; varsayımlar değil, olgulardır.

[box_dark]KAYNAKÇA[/box_dark]

Leave a Reply