İkinci Dünya Savaşı sonucunda ortaya çıkan yeni düzende; dünya iki kutuba ayrılmıştır. Ülkeler, deyim yerindeyse sarkaç misali bir kutubun etkisi altına girmek zorunda kalmıştır. Kutuplardan biri salt demokrasi ve özgürlüklerin hakim olduğu Amerikan ideolojisi, diğeri ise halkların eşitliği paydasında birleşmiş SSCB önderliğindeki komünist ideolojiydi. Bu durum daha sonradan Soğuk Savaş olarak adlandırılacak olgunun temellerini atmıştır. SSCB’nin uyguladığı yayılmacı politikalardan tedirgin olan Batı Avrupa ülkeleri Amerika önderliğinde; 4 Nisan 1949’da Fransa, Hollanda, Danimarka, İngiltere, Norveç, Portekiz, Belçika, Kanada, İzlanda, Lüksemburg ve Kanada tarafından Washington Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla Soğuk Savaş’ın örgütlü askeri savunma bloğu olan “Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü” yani kısa ve bildiğimiz ismiyle NATO kuruldu.
Yukarıda da değindiğimiz üzere kurulan bu örgütün amacı batı ittifakı oluşturmak ve Rusya’yı çevreleme politikasıdır. Bunu sadece siyasi kanattan değil, ayrıca askeri bir oluşum kurmak ve bu oluşuma SSCB’ye karşı tehdit unsuru olarak kullanmaktı.
[box_light]Türkiye Neden NATO’ya Girme İhtiyacı Duydu[/box_light]
İsmet İnönü’nün İkinci Dünya Savaşı esnasında uyguladığı denge siyaseti doğru bir karardı ve amacına ulaştı. Türkiye bu savaştan hafif yaralar alarak sıyrıldı. 1940’lı yıllarda batıdan yaklaşan Hitler tehlikesinin yerini artık doğudan gelen SSCB tehlikesi almıştı. Bu denge siyaseti artık Türkiye’yi korumaya yetmiyordu. Demokrasi ile yönetilen Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduğu ilkelerin, komünist bir ideoloji altında sürdürülmesi imkansızdı. Işte bu sebeblerden ötürü, kutuplaşan yeni dünya düzeninde Türkiye’ye pek de seçim şansı kalmıyordu. Tüm bu olanların üstüne SSCB’nin Ardahan, Kars ve Boğazlar üzerinde hak iddaa etmesi ve bu konuda talepte bulunması, Türkiye’yi somut bir adım atmaya zorladı. Atılan bu somut adım ise şüphesiz NATO’ya başvurmaktı. Çünkü Türk Siyasileri biliyorlardı ki SSCB tehtidini bertaraf etmenin tek yolu NATO’nun şu maddesinden geçiyordu:
Washington Antlaşması’na göre NATO ülkelerine yönelik herhangi bir saldırıya karşı üye ülkeler beraber hareket edecek ve beraber mücadele edeceklerdi.
Ancak Türkiye yine istediklerini kolayca elde edemedi ve yaptığımız başvuru reddedildi. Tarih yine tekerrür ediyordu, Türkiye yine isteklerini elde etmek için bir bedel ödemek zorundaydı. Bu bedelde Soğuk Savaş’ın ilk sıcak teması olan Kore Savaşı’nda olacaktı.
[box_light]Türkiye’nin NATO’ya Girişi[/box_light]
1950 Seçimleri ile hükümeti devrelan Demokrat Parti, Türkiye’nin NATO’ya girmesini ülkedeki demokratik rejimin devamlılığı adına bir zorunluluk olarak görüyordu ve bunu ülkenin iç politikası haline getirmişlerdi. Demokrat Parti iktidara geldikten kısa bir süre sonra patlak veren Kore Savaşı, NATO’ya girmek için gereken bir fırsat ya da diğer bir deyişle ödenmesi gereken bir bedeldi. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in şu demecinden de anlaşılacağı gibi “NATO’ya kabul edilmemize de köprü olabilir” ibaresi Türkiye’nin adım adım savaşa sürüklendiğini gösteriyordu. Türkiye bu süreç devam ederken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yaptığı açıklamada yaşanan saldırıların barışı bozucu yönde seyrettiği ve barışın tesis edilmesi için Birleşmiş Milletler ordusunun kurulması gerektiğini kararlaştırmıştır. Türkiye bu isteğe kayıtsız kalmamış ve 4500 kişiden oluşan Şimal Yıldızı isimli tugayını Kore de kurulan Birleşmiş Milletler ordusu emrine vermiştir.
Beklenildiği gibi ödenmesi gereken bedel ödenmiş, Kore Savaşı Türkiye’nin NATO’ya giriş yolundaki engelleri birer birer kaldırmıştır. Kore Savaşı tüm hızıyla devam ederken, 20 Eylül 1951’de Ottowa’da gerçekleşen NATO Konferansı’nda, ABD’nin teklifi üzerine Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya üyeliği masaya yatırılmıştır. Kısa bir süre içinde 12 NATO ülkesinin onayıyla 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan bu örgüte kabul edilmiştir.
[box_light]Türkiye’nin Ödediği Bedeller ve Yansımaları[/box_light]
Kore Savaşı’nın yani Türkiye’nin NATO’ya girmek için ödediği en büyük bedel;
- 721 şehit
- 175 kayıp
- 2147 yaralı
- 234 esir
- 346 hasta ile sonuçlanmıştır.
Bunların yanı sıra 1954 yılından itibaren, Amerika’nın NATO çatısı altında Türkiye sınırları içinde üs kurmasına ve asker bulundurmasına izin verilmiştir. 1960’lı yıllarda bu üslerin sayısı 100′ ü geçmiştir.
1922 yılında Kurtuluş Savaşı’yla kovduğumuz emperyalizm, bu dönemdem sonra Türkiye’yi yeniden sarmaya başlamıştır.
layla
başarılı bir yazı
ecem
çok teşekkürler ödevime çok yardımı oldu çok iyi bir yazı olmuşş :)