Kudüs tarihi ve içinde barındırdığı üç büyük semavi dinin birbirleriyle uyum içinde yüzyıllarca yaşadığı kadim şehirlerden biriydi. Ta ki 1948 öfke günleri ile başlayan Siyonist Yahudilerin işgali ile karşılaşana kadar. Siyonistlerin bölge üzerinde kanunsuz hakimiyetinden önce Kudüs toprakları Osmanlı devleti hakimiyetinde, yüzyıllardır varlığını sürdüren bir otoriteye sahipken bölgede Siyonist Yahudilerin gösterdiği aktiviteler sonucunda şehir ilk olarak ikiye bölünmüş sonrasında ise pek çok haberden aşina olduğumuz sürgün, sömürgecilik ve asimilasyon hareketleri neticesinde eski barış elçiliği konumunu kaybetmiştir. Kudüs’ün son çeyrekte yaşadığı yıkım ve parçalanma sürecine değinmeden önce üç büyük semavi din için taşıdığı önemden bahsetmek istiyorum.

Kudüs’ün bilinen tarihi milattan önce 2000’lere değin varmaktadır. Tarih boyunca pek çok farklı devlet tarafından yıkım ve yağmaya tanıklık eden Kudüs, iki kez yok edilme tehlikesi geçirmiş, 23 işgal ve 52 saldırıya tarih boyunca göğüs germiştir. Bunca çalkantılar arasında Müslümanlık açısından içinde bulundurduğu ve İslam’ın ilk mescidi olarak bilinen Mescid-i Aksa’ya ev sahipliği yapmaktadır. İslami öneminin haricinde yine Kudüs şehrinde Kral Davud tarafından kurulan Süleyman tapınağı (Solomon Tapınağı) İncil’de ilk tapınak olarak anılır ve hem Museviler hem de Hristiyanlar için büyük bir dini önem taşır. Kudüs’ün yıkımlarla dolu olan tarihinde bu tapınakta pek çok kere yıkılıp yeniden yapılmış, günümüzde ise tapınaktan geriye yalnızca Ağlama duvarı olarak bilinen tek bir duvar kalmıştır. İsa’nın bu şehirde çarmıha gerilmesi ise Hristiyanlık açısından bu şehre ayrı bir önem katmaktadır.

Trump’ın Kudüs’ü Başkent ilan edişinin ardından BM kararı (Yeşil noktalar karara karşı olan devletler)

Peki, üç büyük semavi din içinde bu derece derin anlamlar taşıyan Kudüs şehri ne oldu da günümüzdeki devletlerin günlük politikalarının anahtar bileşenlerinden biri haline geldi? Aslında Kudüs’ün İsrail işgali son günlerde en çok konuşulan konulardan biri. Önceden Filistin topraklarında bulunan Kudüs’ün İsrail devleti tarafından bastırılması, Birleşmiş Devletler Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesinden çok daha eski.

Filistin bölgesinde İsrail yerleşiminin hızla yayılmasıyla beraber Filistin halkı yavaş yavaş bölgede olan toprak üstünlüğünü kaybetmeye başladı. Bunun sonucunda Filistin halkının önderi olan Yaser Arafat tarafından Cezayir’de sürgün bir Filistin devleti kuruldu. Kurulan bu devlet uzun mücadeleler sonucu birçok ülke tarafından tanındı. Filistin tarafından kaybedilen toprakların bölgede ne gibi gerilimler yarattığının ilk örneklerini ise öfke günleriyle başlayan bir dizi aktivist harekette bulabiliriz. Öfke günlerinin ardından İsrail devleti, Filistin üzerinde bir yeşil sınır çizdi. Bu yeşil sınır Kudüs’ü doğu ve batı olmak üzere ikiye ayırdı. Doğu sınırı kısa sürede arkasında Amerika’nın geri çekilmez desteğini bulmasıyla İsrail yönetiminin eline geçti. Fakat yalnızca askeri güçle bir darbe niteliğinde yapılan bu işgal, İsrail Devleti’nin Kudüs üzerinde bir hakimiyet sağlayabilmesi açısından yeterli değildi. Askeri müdahaleler ile gelen yasa ve yargı sistemlerinin değiştirilmesi ise yalnızca bir başlangıçtı.

İsrail’in Filistin’e karşı yürüttüğü birkaç önemli politika vardı. Bölgedeki Yahudi çoğunluğunu arttırırken, bölgede yaşayan Filistinlilerin sayısı giderek azaltıldı. Doğu Kudüs batı sınırından koparılarak izole edildi ve batı Şeria ikiye bölündü. İşgalci devletin yürüttüğü ırkçı ayrımcılık politikaları sonucunda yerleşim yerleri yeniden düzenlenerek, pek çok Kudüslünün oturma izinleri iptal edildi. Bu iptalin sonucu olarak da Filistinlilere ait “izinsiz!” yerleşim yerleri yıkıldı. Şehrin dört bir yanına yerleştirilen geçiş noktaları sayesinde Filistinlilerin şehir içindeki dolaşımı kontrol altına alındı. İnşa edilen yeni bağlantı yolları sayesinde İsrail’e ait yerleşim yerleri arasındaki ulaşım ağı şehri dört bir yandan kuşattı ve bu bağlantı yollarının yapımı sırasında pek çok tarihi ve kültürel miras tahrip edildi.

Bu yapılara 2001 yılında yapılan “Ayrım Duvarı” eşlik ederek tarihi geçmişi ve barındırdığı mozaik dokusuyla bugüne kadar birliğin sembolü olan şehir, artık bir ayrım duvarına sahip olmuş oldu.

Kudüs’ün yıkımlarla dolu olan tarihine, yakın tarihimizde, taş üstüne taş koyan devletler, ne yazık ki özgürlüğün ve birliğin temsili olan bu şehri, geri dönülmez bir şekilde tahrip etmiştir. Metnin yazarı olarak bana sorarsınız burada yaşanan sorunun asıl nedeni ne etnik köken uyuşmazlığı ne dinsel ön yargılar ne de insanların birbirine karşı yaptığı ayrımcılıktır. Her ne kadar devlet politikaları bazen bu ayırımların altını çizerek insanların farklılıklarını bir uyuşmazlık nedeni olarak ortaya koysa da aslında bizler birbirimizden o kadar da farklı olmadığımızı biliyoruz. Bana göre hem tarihi hem de mozaik dokusuyla dünya tarih miraslarından biri olarak anılması gereken Kudüs şehrinin böyle Siyonist politikalara dahil edilmesi son derece üzücü ve yanlıştır.

Kudüs yalnız olarak ne bir devlete ne bir millete ne de bir dine ait olmalı; Kudüs özgür olmalı.

 

Kaynakça

http://www.mfa.gov.tr/filistin-kunyesi.tr.mfa

http://www.tarihsayfasi.com/ulkeler-tarihi/filistinin-tarihi.html

The Secret of Solomon’s Temple; Süleyman Tapınağı’nın Sırrı -I

http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/bati-seria-neresidir-bati-seria-haritasi-ve-tarihi-2122039/

http://www.hurriyet.com.tr/kudus-nerede-ve-onemi-nedir-40669299

http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42248198

 

Leave a Reply