Günümüzde çoğumuz tarafından bir ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyi ile o ülkelerin mutluluk oranı arasında pozitif bir ilişki olduğu düşünülebilir. Aslında bu çok da yanlış bir düşünce de sayılmaz, Dünya Mutluluk Raporu verilerine baktığımızda en üst sıralarda, aynı zamanda kişi başına düşen gelir bakımından da gayet iyi durumdaki İskandinav ülkelerini görmemiz bunun bir nevi kanıtı diyebiliriz. Ancak bu durumun her ekonomisi gelişmiş olan ülke için geçerli olduğunu söylemek zor. Bu yazımızda da bu istisnai ülkelerden biri olan Güney Kore’den bahsedeceğiz.
Asya Kaplanları olarak adlandırılan ülkelerden biri olan Güney Kore’yi daha çok Samsung gibi dünyaca ünlü teknoloji markaları veya Hyundai gibi otomobil markalarıyla tanıyoruz, yani kısacası endüstriyel olarak çok gelişmiş bir ülke olduğu ve buna bağlı olarak da gayet güçlü bir ekonomiye sahip olduğu hepimizin malumu. Güney Kore’nin bu gelişimi Kore Savaşı’ndan(1950-1953) sonra çok ciddi yapısal değişimlerle birlikte başladı. Komünist rejimle birlikte Kuzey Kore kapalı ekonomiyi benimserken, Güney Kore ihracata yönelik politikalar benimsiyordu ve ülkeyi dış pazara açmak ana hedefti. Hızla endüstriyelleşen Güney Kore bu hedeflerine ulaştı ve kapitalist ekonomik düzene ayak uydurmayı başardı, bugün de Güney Kore’nin dünyanın 12.en büyük ekonomisi olması bu başarının kanıtı diyebiliriz.
Ekonomik başarı hikayesi kısmından daha dramatik olan “mutluluk” kısmına gelecek olursak durum Güney Kore için hiç de iç açıcı değil. Güney Kore yukarıda bahsettiğimiz Dünya Mutluluk Raporu’nda 54.sırada ancak esas korkutucu olan nokta ülkenin dünyada en yüksek intihar oranına sahip 10.ülke olmasıyla birlikte genç ölümlerin çoğunu da intiharların oluşturması ve bu oranın da gittikçe artıyor olması. Bu durumun sebeplerine gelecek olursak, öğrencilerin üzerindeki çok büyük başarı baskısı buna en büyük sebep olarak gösteriliyor. Güney Koreli gençler uluslararası sınavlarda en yüksek notları almalarına karşın aynı zamanda çok fazla şeyden feragat ediyor, herhangi bir hobiye veya arkadaşlarına ayıracak zamanları kalmıyor, bu durum da ciddi depresyonlara yol açabiliyor. Ülkedeki genel algı, öğrencilerin üniversite sınavında başarılı olup ülkenin en iyi 3 üniversitesinden birine girmeleri gerektiği. Üniversite sınavına verilen önemi daha da somutlaştırmak istersek şunları söyleyebiliriz; ülkede dershane ve özel ders sektörü tamı tamına 20 milyar dolar büyüklüğünde ve ülkede üniversite sınavının (‘Suneung’) yapıldığı gün dükkanlar, yollar kapatılıyor hatta uçaklar bile kalkmıyor.
Belki burada tam da şu soruyu sormamız gerekiyor: Gençlerin omzuna bu kadar yük yükleyerek hatta onların yaşamlarına son vermelerini göze alarak sırf “başarıya” ulaşıyorlar diye bu sistemi savunmalı mıyız? Belki de burada başarının tanımını doğru yapmamız gerekiyor, sırf ekonomik olarak fayda sağlıyor diye insanları mutsuz eden, canlarına mâl olan bir sistem başarılı olarak nitelendirilmeli mi? Bu sorunun cevabı tamamıyla kapitalistleşmiş olan dünyada büyük ihtimalle “evet” olacak ancak “Keşke uykuya dalabilsem ve kimse beni uyandırmasa” diyen Güney Koreli bir öğrenci gibi hissedenler için “hayır” olacak…