Gün geçmesin ki bir güne daha kadın cinayeti, kadına şiddet, taciz veya tecavüz haberleriyle uyanmayalım. Giydiği kıyafet yüzünden darp edilenler, eşleri veya sevgilileri tarafından katledilenler, kız başına(!) dışarı çıktığı için tecavüze uğrayanlar, iş yerinde patronları tarafından cinsel tacize maruz kalanlar… Şu gayet açık ki ülkemizde kadın olmak gerçekten zor zanaat; toplumun size uygun gördüğü şekilde giyineceksiniz, herkes içinde kahkaha atmayacaksınız, dışarı çıkacağınız saatler veya kimlerle görüştüğünüz onlar tarafından belirlenecek, kısaca onların size çizdiği hayatı yaşayacaksınız. Ancak ne yazık ki sadece ülkemizde değil tüm dünyada kadınlar bu tarz sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Bahsettiklerimiz ne kadar sosyolojik sorunlar olarak görünseler de bugünkü yazımızda bu sosyolojik sorunların aslında kadınların iş hayatına ve ekonomiye nasıl direkt etkide bulunduğunu ve bunun sonucunda sistemin onların özgürleşmesine nasıl engel olduğundan bahsedeceğiz.
Günümüzde bir işe başvururken veya işe girdikten sonraki süreçte cinsiyet eşitliğinden bahsetmek çok da mümkün değil. İşe giriş sürecinden başlayacak olursak yukarıda bahsettiğimiz sosyolojik sorunlar veya toplumsal normlar kadınların iş hayatına girmesindeki en büyük engellerden biri. Kadınlara biçilen katı toplumsal roller sebebiyle kadınların çalışmasına ailesi veya eşi tarafından izin verilmemesi hala dünya çapında büyük bir sorun, başka bir deyişle “eve ekmeği erkek getirir” veya “kır dizini, evinde otur” algısının yansıması diyebiliriz. Diğer bir sorun ise işveren tarafından evli olan veya evlenmeyi düşünen, çocuk sahibi olan veya olmayı düşünen kadınların daha az tercih edilmesi bunun sebebi ise kadınların ev işlerinden de sorumlu olduğu düşünülerek onların iki işi bir arada götüremeyeceğinin düşünülmesi. Burada bir virgül koymak gerekiyor çünkü aynı şartlarda olan bir erkek varsa işveren tarafından bunlar sorun edilmiyor hatta sorulmuyor bile. Toplumun kadına yüklediği ev işlerini yapma ve çocuk bakma görevleri nedeniyle aynı durumdaki bir kadının ve bir erkeğin o işe kabul edilme şansı ne yazık ki aynı olmuyor. Üzücü olan taraf ise doğumdan önce bir kadın işinden ayrılmışsa sonrasında yeni iş bulması pek kolay olmuyor:
Doğumdan sonra ayrıldınız ise tekrar iş bulmak ne kadar sürdü? (Yenibiris.com’un anne olan üyeleriyle yaptığı anket) | |
İş bulamadım | %35 |
2-3 yıl arası | %21 |
Yaklaşık 1 yıl | %18 |
1-6 ay arası | %18 |
1 yıldan fazla | %8 |
Devletin daha fazla ücretsiz kreş/bakım evi açması, iş yerlerinde emzirme odalarının zorunlu tutması, annelerin süt izinlerini kullanmasına izin verilmesi gibi atılacak adımlar kadınların doğum sonrası iş hayatına dönmesine yardımcı olup kadınları annelik – iş hayatı mı ikileminden kurtarabilir. Örnek olarak Finlandiya’da devlet cinsiyet eşitliğini sağlamak ve doğan bebeğin sorumluluğunu eşit bir şekilde paylaştırmak adına anneye verilen doğum izni süresi kadar babaya da doğum izni verme kararı aldı. Bu tarz atılacak adımlar kadınların gayet doğal olan annelik haklarının onlara iş hayatında dezavantaj yaratmaması adına son derece önem teşkil ediyor.
Kadınların iş hayatında karşılaştığı sorunlar ve eşitsizlikler, işe girme süreciyle bitmiyor, işe girdikten sonra da kadın olmanın ayrıcalıklarını(!) ne yazık ki yaşamak zorunda kalıyorlar. Neredeyse tüm dünyada kadınlar erkeklerden daha düşük ortalama ücretlerle çalışıyorlar. Genel olarak kadınlar üst düzey görevlere yani daha çok ücret kazanılan görevlere daha az getiriliyor. Bir başka deyişle niteliklerden ziyade ilk olarak kişinin cinsiyetine dikkat edilebiliyor. İstatistiklere göre ABD’de kadınlar erkeklere göre daha fazla lisans, yüksek lisans ve doktora derecesine sahip olmalarına karşın erkeklerin %80’i kadar ücret alabiliyorlar. Yine ev işleri ve çocuk bakımı, kadınları daha esnek ve daha az saat çalışmaya iterek daha düşük ücret almalarına sebep oluyor. Çocuk bakan ve part-time çalışmak isteyen bir anne, genellikle yüksek pozisyonlarda iş bulamıyor haliyle ve daha az kazanıyor. Cinsiyetler arası gelir farkında en başarısız ülke ise ilginç bir şekilde Asya Kaplanları’ndan Güney Kore. Güney Kore’de cinsiyetler arası ücret farkı oranı tamı tamına %36.60.
Kadınların iş hayatında sıkça karşılaştığı bir diğer sorun ise az önce de belirttiğimiz gibi erkeklere oranla daha iyi eğitime sahip oldukları halde erkekler kadar terfi alamamak ve yüksek pozisyonlara erkekler kadar getirilmemeleri. Bunun sebebi olarak iş hayatındaki lider figürlü kadın rol modellerin çok olmaması gösteriliyor. Daha gerçekçi bir bakış açısı ise yine, kadınların anne olduğu süreçte daha az çalışmasına bağlı olarak terfi alamadığını söylüyor. Ancak yapılan araştırmaya göre kadınlar 40 yaşından sonra erkeklere oranla daha çok terfi alıyor sebebi ise çocuklarının onların bakımına ihtiyacı olmadıktan sonra işlerine daha fazla zaman ayırabilmeleri. Kısacası daha adil şartlarda olunca performanslarına bağlı olarak terfi almaları daha olası hale geliyor.
Yazının başında belirttiğimiz gibi her gün yeni bir cinsel taciz, tecavüz olayına şahit oluyoruz ki çoğunlukla da ağzımız açık kalıyor “babacan tavır” takınan cinsel tacizcinin serbest bırakılması gibi haberleri görünce. Hapis cezası almak için taciz eylemi başlı başına yeterli olmuyor demek ki diye düşünüyoruz. Tacizcinin tavrı da önemliymiş demek ki diyoruz… Bu yalnızca iş yerinde cinsel tacize uğrayan bir kadının başına gelenler, her gün belki de binlerce kadın iş ortamında tacize uğruyor. 2018’de yapılan bir araştırmaya katılan kadınların %38’i iş yerinde cinsel tacize uğradığını belirtmiş. Düşük ücret ve aile baskısı bir kadının iş hayatına girmesinde ne kadar büyük bir engelse, kadının kendini güvende hissetmediği bir çalışma ortamı da o kadar büyük bir engel olsa gerek.
Şimdiye kadar hep kadınların iş hayatında karşılaştığı sorunlar ve bunların sebepleri hakkında konuştuk. Ekonomi birimi yazarı olarak belki de kadınların iş dünyasına katılmasını makroekonomik fayda açısından değerlendirmem gerekiyor ama şu an ülke olarak ihtiyacımızın canlı bir ekonomiden daha çok öldürülmeyen, özgürce yaşayan, canlı kadınlar olduğunu düşünüyorum o nedenle yazımın son kısmında ekonomik özgürlüğün ve çalışmanın kadınlar için ne kadar hayati bir kavram olduğunu ve kadınların neden iş hayatında yer alması gerektiğini anlatmaya çalışacağım.
Kadına yönelik fiziksel şiddetten bahsetmeden önce ekonomik şiddet denen kavramı açıklamak istiyorum. Ekonomik şiddet; ekonomik kaynakların ve paranın bir kesim üzerinde bir yaptırım, tehdit ve kontrol etme aracı olarak kullanılmasıdır. Yukarıdaki tabloda da görebileceğimiz üzere ülkemizdeki kadınların iş gücüne katılım oranı %36, bu da demek oluyor ki ülkemizdeki kadınların yarısından çoğu ekonomik şiddet tehdidine karşı savunmasız, ekonomik anlamda çoğunlukla eşlerine veya ailelerine ailelerine bağımlı durumdalar. Yani kısacası yarın bir gün eşinizle kavga ettiğinizde, fiziksel veya sözlü şiddete maruz kaldığınızda, evi terk etmek isterseniz veya kaçmak isterseniz, çaresiz kalmanız oldukça olası. Ekonomik şiddet ne kadar en başta fiziksel olmasa da genel sinirlilik hali ve gerilim atmosferi yaratır bu da fiziksel şiddete yol açabilir. Türkiye’de bir psikiyatri polikliniğine başvuran 300 evli kadın üzerinde yapılan çalışmada; 16–29 yaş gurubundaki kadınların, %57’sinin fiziksel şiddete, %36’sının duygusal şiddete, %32’sinin ekonomik şiddete maruz kaldıkları belirlenmiş. Ülkemizde belki bugüne kadar onlarca defa eşinden şiddet gördüğü halde gidecek bir yeri ve ekonomik özgürlüğü olmadığından mecburen eşinin yanına geri dönen ve hatta öldürülen kadınlara haberlerde rastlamışızdır. Sanıyorum hepimiz hemfikiriz ki bu kadınların belki de çoğu bir iş sahibi olsa ve ekonomik özgürlükleri olsa böyle bir son yaşamayacaklardı… İş hayatındaki eşitsizlikleri gidermek, halihazırda çalışan bir kadına fayda sağlamasının yanında daha da önemlisi belki de hayatlarında hiç çalışmamış kadınların iş hayatına girmesini sağlayacak ve özgürce, kimseye muhtaç olmadan yaşamalarına kapı açacak…