Hallstatt, bir otobüs yolculuğuyla başlayıp bir tren yolculuğuyla devam eden ve bir feribot yolculuğuyla derinleşen tatlı bir uykunun vardığı güzel bir rüya. Aslında uykuyla uyanıklık arasında görülenlerden daha derin ve biraz daha sahici. Üşümek ve sonra ısınmak gibi belki de tıpkı yazarın dediği gibi. Hallstatt’ı tarif etmek için kapısını tıklatacağım söz oyunlarının ardı arkası kesilmez ama en çok da adına methiyeler düzmekten bir türlü içine giremediğim yazımın baş köşesine oturan bir Avusturya kasabası Hallstatt. O kapıları ne kadar tıklatırsam tıklatayım kelimelerin kifayetsiz, fotoğrafların biçare kaldığı bir güzelliğe sahip burası.
Bütün gezginlerin ve özellikle de fotoğrafçıların değişmez adresi haline gelmiş Hallstatt, öylesine etkileyici bir kasaba ki Çinliler bu kasanın aynısının yapayını Çin’e bile yapmışlar.
Her ne kadar yazımın başlangıcı bir rüya tasvirine giriş niteliğinde olsa da benim Hallstatt hikâyem sadece bu rüyayı değil aynı zamanda uykuya dalınan dakikaları, yani Salzburg’tan Hallstatt’a yaptığım yolculuğu da kapsıyor. Bu sebeple kasabanın gerçek güzelliğini karşılama noktasında oldukça yetersiz kalacak rüya betimlemelerini bir kenara bırakıp bu kasabaya nasıl ulaşacağınız kısmıyla başlayabilirim sanırım.
Hallstatt’a en kolay ulaşım sağlayabileceğiniz Avusturya şehri adı Mozart ile anılan Salzburg. Girişte de bahsettiğim gibi Salzburg’tan Hallstatt’a ulaşmak için öncelikle Salzburg Tren İstasyonu’ndan 150 numaralı otobüse biniyor ve Bad Ischl denen kasabaya varıyorsunuz. Sonrasında ise bir tren ve bir feribot yolculuğu ile Hallstätter Gölü kıyısındaki yaklaşık 1000 kişilik nüfusa sahip bu minik kasabaya varıyorsunuz. Böyle anlatılınca 3 vesaitle kat edilecek oldukça meşakkatli bir yolculuk gibi durduğuna bakmayın, aslında Hallstatt kadar bu yolculuklar da bahsettiğim rüyaya dahil. Harikulade manzaralar eşliğinde yapacağınız bu yolculuğun nasıl bittiğini anlamıyor, hatta bitmesin istiyorsunuz. Ta ki ufukta Hallstatt görünene kadar.
Öncelikle belirtmeliyim ki Hallstatt’ta görülmesi gereken yerleri görmek için 1 tam gün ayırmanız yeterli olacaktır. Ama bu asla Hallstatt için yalnızca 1 gün ayırmanız gerektiği anlamına gelmiyor çünkü buraya varmak değilse bile buradan ayrılmak oldukça meşakkatli bir iş. Şimdi gelelim Hallstatt’ta görülmesi gereken yerlere.
Bu listenin olmazsa olmazı feribottan indikten sonra sağ tarafa yönelip göl kenarı yürüyüş rotasını takip etmek ve meşhur Hallstatt karesini yakalayacağınız yere varmak. Hallstatt’ın her bir köşesi pek çok güzellik barındırsa da en iyi fotoğraf karesini buradan yakalayabileceğinizden emin olabilirsiniz. Hallsatt denince her yerde bu fotoğrafın karşınıza çıkması boşa değil.
Buradan sonra feribottan indiğiniz yöne doğru geri yürürken yol üstündeki merdivenlerle ulaşabileceğiniz Katolik Kilisesi ve Beinhaus ziyaret edebileceğiniz diğer yerlerden. “Kemik Evi” anlamına gelen Beinhaus, eski zamanlarda yeni mezar yerleri yaratmak için açılan mezarlardan çıkarılan kafataslarının sergilendiği yer. Kafatasları kimlik bilgileri yanında,çeşitli boya ve süslemelerle sergileniyor. 1970’lerde Katolik kilisesi ölülerin yakılmasına onay verince ise bu uygulama durdurulmuş.
Bir diğer olmazsa olmaz yer ise kasabanın ana meydanı olarak bilinen Market Square. Zaten içinizde bu muhteşem kasabanın her bir metrekaresini arşınlama arzusu kaçınılmazken bu meydana yolunuzun düşmeme ihtimali yok desem yerinde olur. Feribottan indiğiniz yeri geçtikten sonra 2 dakikada kendinizi bu meydanda bulabilir, meydandaki banklarda oturup avare avare bu kasabanın güzelliğini içinize çekebilirsiniz.
Her ne kadar içi çok ihtişamlı olmasa da tüm Hallsatt fotoğraflarının baş köşesinde duran ve bu meydanda yer alan Evangelist Kilisesi‘ni ziyaret etmeden dönmek olmaz. Ayrıca bu meydanda gözünüze ilişmemesi imkansız olan bir Holy Trinity sütunu da mevcut.
Bu ziyaretinizden sonra aynı istikamette devam ederek göl kenarında güzel bir yürüyüş yapmak ve göldeki kuğuları beslemek de huzur verici bir alternatif.
Bu istikamette ilerlerken uğrayabileceğiniz bir diğer adres ise Hallstatt Kültür Mirası Müzesi. Bu müzeyi ziyaret ederek Hallstatt’ın 7000 yıllık tarihi ile ilgili ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz.
Şu ana kadar bahsetmemiş olmasam da bu kasaba tarihteki en eski tuz madenine sahip ve tuz üretimiyle nam salmış bir yerleşim yeri. Buraya kadar gelmişken harika bir füniküler yolculuğu ile ulaşabileceğiniz dünyanın en eski tuz madenini de es geçmemelisiniz. Böylelikle hem bu harika kasabanın panoramik görüntüsüne tanıklık edebilir hem de tuz madenlerini ziyaret edebilirsiniz. Bir taşla iki kuş!
Fünikülerden indikten sonra karşınıza çıkacak yerlerden biri Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Hallstatt’ı, Hallstätter See ve ardında sıralanan Alp dağları manzarasını panoramik olarak seyredebileceğiniz World Heritage Viewpoint
Fünikülerden indikten sonra karşınıza çıkacak yerlerden bir diğeri ise Rudolfsturm Tower. Bu kule zamanında madeni korumak amacıyla inşaa edilmiş bir ortaçağ savunma kulesi. Ayrıca burası size bir şeyler yiyip içme ve kısacık bir soluklanma imkanı da veriyor. Nefes kesen manzara eşliğindeki füniküler yolculuğu sonrası derince bir soluk almanız şart olacak.
Bu iki yeri geçip tuz madenine geldiğinizde özel bir kıyafet giyerek içeri girmek durumundasınız zira içerisi oldukça soğuk. Özel kıyafetinizi giydikten sonra rehberler eşliğinde tuz madeni turunuza başlayabilirsiniz.
Hallstatt’ta gezebileceğiniz yerlerden sonra gelelim yeme içme konusuna. Yeme içme tercihinizi deniz ürünü, şnitzel gibi klasik lezzetlerden yana kullanabileceğiniz gibi kasabadaki farklı yeme-içme seçeneklerini de değerlendirebilirsiiniz. Ama seçiminizi mutlaka göl kıyısında bir mekandan yana yapın derim.
Eğer uzun uzadıya bir şeyler yemek niyetinde değilseniz de kasabanın girişinde bulunan ve Türkler’in işlettiği büfede bir şeyler atıştırmanız mümkün.
Yemek sonrası ağzınızı tatlandırmak isterseniz kasabada Avusturya’ya özgü pastane ürünleri satan pek çok yer var. Yörenin en geleneksel yiyeceği ise “Salzburger Nockerl” olarak biliniyor. Yeme içme faslı sonrasında Hallstat Das Bier dedikleri meşhur Hallstatt biralarından bir tane alıp göl kenarında yudumlamak da güzel bir seçenek. Şehirden ayrılırken pek çok hediyelik eşya dükkanında rastlayacağınız meşhur aromalı tuzlardan almayı unutmayın.
Başta da bahsettiğim gibi burası öyle 1 günde gezip bitirmelik değil de avare avare keyfini çıkarmalık, aynı köşelere dönüp bir daha bakmalık bir kasaba. Buradan ayrılmaksa buz gibi bir havada sıcacık yatağınızı bırakmak kadar zor. Benim için kasabadan ayrılma vakti geldiğinde o güzel çehresini yeniden görmek ümidiyle hüzünlü bir ayrılık senfonisi eşliğinde buradan ayrılıyorum.
Eğer yolunuz yakınlara düşerse uğrayın demek sanırım bu kasabaya haksızlık olur. O yüzden Çinlilerin bile güzelliğine dayanamayıp kendi ülkelerinde bir kopyasını inşaa ettikleri bu rüya kasabaya ne yapıp edip yolunuzu düşürün derim, benden söylemesi!