Son yıllarda epey kullanılmaya başlanan “dark turizm (karanlık turizm)” terimini duymuş olanlarınız vardır. Karanlık turizm terimi geçmişte tüyler ürpertici olayların, felaketlerin yaşandığı yerlerin günümüzde müze haline dönüştürülüp turistik gezilere açılması anlamına kullanılıyor. Dünyadaki en bilinen örneği; Nazilerin Yahudilere akıl almaz işkenceler yaptığı, Polonya’daki Auschwitz Toplama Kampı olan karanlık turizm, ülkemizde de Sinop Tarihi Cezaevi ile devam ediyor.

Anadolu’nun Alcatraz’ı olarak geçen bu cezaevinde nem ve rutubet öylesine fazlaymış ki kibrit bile yanmazmış. Girenin çıkamadığı bu cezaevine zaten mahkumlar ölsünler ya da ölene kadar çürüsünler diye gönderilirmiş. Hasar almadan çıkan olmazmış zira bu cezaevinden; ya kötü koşullar yüzünden hayatlarını kaybederler, ya da en iyi ihtimalle solunum yolu hastalıklarına yakalanırlarmış.

Cezaevine varmadan önce bir zindan karşılıyor sizi. İçinde hala prangaları duran bu zindanın duvarları öylesine yüksek ki koyulan ışığa rağmen sonunu göremiyorsunuz. Hayatı o sonsuz karanlıkta prangalara bağlı olarak geçirmek bir yana, ziyaret amaçlı elini kolunu sallayarak girmek bile cesaret istiyor açıkçası. Çoğu ziyaretçi zindana bir adım atıp geri çekiliyor. Zindana girince yaşadığınız iç çekilme, kan donma duygusu size cezaevini gezerken neler hissedeceğinize dair ipucu veriyor aslında.

Zindanı geçip idari binaya giriyorsunuz. Daha cezaevinin kendisine varmadınız. İdari binadaki çoğu oda kilitli. Makam odasını, tabip odasını ve cezaevi arşivini kapıların ardından göz ucuyla görebiliyorsunuz sadece. İdari binanın balkonuna çıktığınız zaman ise tüm cezaevi ayaklarınızın altına seriliyor. Tüm o acıların yaşandığı binalara yukarıdan bakabiliyorsunuz.

Cezaevi üç kısımdan oluşuyor. Sabahattin Ali’nin koğuşu üçüncü kısımda bulunuyor. Koğuşun bulunduğu bina sizi “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” öyküsü ile karşılıyor. Binaya girdiğiniz anda duvarda asılı olan bu hikayeyi okuyarak geçmişe bir yolculuk yapıyorsunuz. Binayı gezmeye devam ederken Sabahattin Ali’nin şiirleri de eşlik ediyor sizlere; binadaki tüm duvarlar onun şiirleri ile süslenmiş. Kaldığı hücre en üst katta ve o katı cezaevinde yazdığı şiirlere ayırmışlar. “Hapishane Şarkısı” şiirinin beş kıtasını da en üst kata, hücresinin olduğu kata asmışlar. “Hapishane Şarkısı”nın en bilindik kısmı olan “Aldırma Gönül” şiiri ise hücrenin hem içine, hem de dışına asılmış. Hücre kilitli; bir zamanlar Sabahattin Ali nasıl hayata parmaklıklar ardından baktıysa şimdi biz de onun hücresine öyle bakıyoruz. Yattığı yatak, aynası, masası olduğu gibi duruyor.

Cezaevinin bu üçüncü kısmının avlusunda aynı zamanda bir hoparlör bulunuyor. Bu hoparlörden genellikle Sabahattin Ali’nin şarkıya dönüştürülen şiirleri olan “Leylim Ley” ve “Aldırma Gönül” gibi eserler çalıyor. Arka planda bu eserler çalarken, yıllar önce onları yazan kişinin hapis yattığı yerde bulunmak insana tarif edilmez duygular yaşatıyor.

Cezaevinin ikinci kısmı ise daha çok set olması ile öne çıkıyor. “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”, “Tatar Ramazan” ve “Parmaklıklar Ardında” gibi birçok ünlü dizi ve filme ev sahipliği yapmış olan Sinop Cezaevi’nin ikinci kısmına açılan kapılar yıkılma tehlikesi olduğu için kullanıma kapatılmış. Üçüncü kısmı kullanarak ikinci kısma geçiş yapılıyor. İkinci kısımda sizi William Shakespeare’in “Kan kan ile değil, su ile yıkanır. Öç almanın sonu yoktur.” sözü karşılıyor. O zamanlardaki çoğu davanın kan davası olduğunu, insanların kan davası uğruna ömür boyu hapis yattığını düşünürsek bu sözün neden ceza evine asıldığını anlamak zor değil. Ayrıca ceza evinde karşılaşacağınız tek alıntı bu değil. Gerek idari binada, gerek diğer kısımlarda Einstein’ın “Hatasız insan yoktur.” sözünü görebiliyorsunuz.

Shakespeare alıntısının altından geçip katları çıkınca sizi “Parmaklıklar Ardında” dizisinin seti karşılıyor. Dizinin setine neredeyse hiç dokunulmamış, ilk günkü hali ile sergileniyor.

Sizi tarihi bir gezintiye çıkaracak, tüylerinizi ürpertecek bu cezaevi Sinop’ta, merkeze çok yakın bir konumda bulunuyor. Merkezden aynı zamanda dolmuşlar kalkıyor ama ben size kesinlikle yürümenizi tavsiye ederim. Özellikle sahil kıyısından yürümenizi öneririm ki zamanında Sabahattin Ali’nin sesleri ile oyalandığı deli dalgaların seslerini dinleyerek yürüyün. Müze, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olduğu için Müzekart geçerli, eğer kartınız yoksa giriş ücreti 7 TL. Tarihe tanıklık etmek, Türk edebiyatının en önemli isimlerinden birinin ölümsüz eserlerini yazdığı yeri görmek isterseniz, kesinlikle bir gününüzü bu tüyler ürpertici ceza evine ayırmanızı öneririm.

Leave a Reply