Eylül ayında kapımızı çalan sonbahar, ekim ayında da sararan yaprakların bezediği büyüleyici elbisesiyle evlerimizin misafiri oldu bu yıl. Kasım ayı ile birlikte yolcu ettiğimiz bu misafir, hayatın koşturmacasından fırsat bulabilen herkesi, bir fincan kahve eşliğinde bir iki satır kitap okumaya davet etti adeta, her yıl olduğu gibi. Bu daveti geri çeviremeyenlerden biri olarak bir elimde Dorian Gray’in Portresi, öteki elimde ise bir fincan dumanı tüten kahve ile birlikte kutladım Oscar Wilde’ın 166. doğum gününü.
166 yıl önce, 16 Ekim 1854 tarihinde, Dublin’de dünyaya gelmiş Oscar Wilde. Cerrah olan babasının ve muhalif bir şair olan annesinin ikinci çocuğu olarak gözlerini açmış dünyaya. Eğitiminde gösterdiği sıra dışı olduğu kadar da başarılı bir çizgide ışıltılı günler geçirmiş hayatının ilk perdesinde. Ne yazık ki Wilde için günler, hayatının ikinci perdesinde, ilk perdedeki ışıltısını koruyamamış.
Wilde’ın hayatının ilk perdesini kapatıp ikinci perdesini başlatan, ilk ve tek romanı Dorian Gray’in Portresi olmuş aslında. Roman, getirdiği tüm “ilkler” ile birlikte tam bir şaheser olmasının yanı sıra yazıldığı dönem olan Victoria Dönemi için tam bir başkaldırı niteliği taşımış. Dahası bu şaheser, sanatçının felaketine giden yolun kapısını da aralamış usulca.
İlk romanı Dorian Gray’in Portresi yankılarını sürdürürken Wilde’ın hayat sahnesine bir de Lord Alfred Bruce Douglas girmiş. Bosie diye anacağımız Lord Douglas, Wilde için adeta Dorian Gray’in ve onun güzelliğinin vücut bulmuş hali olmuş ve aralarında çok özel bir bağ kurulmuş. Ne yazık ki aralarında kurulan bağ, hiç de kabul edilebilir olarak nitelendirilmemiş o zamanlarda.
Lord Douglas’ın babası; bir mahkeme salonunda Wilde’ın karşısına, Victoria Dönemi’nin ete kemiğe bürünmüş hali olarak dikilmiş ikilinin tanışmasını takip eden günlerde. Oscar Wilde, o mahkemeden 2 yıllık kürek cezasına çarptırılmış bir şekilde çıkmış. Mahkûmluğu ile birlikte yuvası da dağılan Wilde, mahkûmken yazmak için ulaşmayı arzuladığı kâğıt kaleme bile çok sonraları ulaşabilmiş maalesef.
Mahkûmluk sürecinin ardından özgürlüğüne kavuşan Wilde için hayat hiçbir zaman eskisi gibi de olmamış. Fransa’da sefalet içerisinde geçen son dönemlerinin ardından sanatçı, “Ya duvar kâğıdı gider, ya ben.” sözleri ile bir otel odasında hayatının ikinci ve son perdesini de tamamlamış ve veda etmiş bizlere.
Sadece hayat hikâyesiyle bile ardında unutulmayacak izler bırakan Oscar Wilde, yadigâr olarak gerisinde bıraktığı eserleri ile her daim kahvemizi yudumlarken bize arkadaşlık etmeye devam etmekte. Durum böyleyken her sonbaharda bu güzide sanatçının doğum gününü kutlayıp ona birkaç satır armağan etmek ise, bizim için bir arkadaşlık görevi olsa gerek öyleyse.
Kaynakça:
http://www.idildergisi.com/makale/pdf/1559070039.pdf
https://britishheritage.com/art-culture/life-oscar-wilde