Gül, Bilinç Akışı, Kelimeler

Kelimelerin ne kadar önemli, ne kadar anlamlı, ne kadar anlamsız veya ne kadar kafa karıştırıcı olabileceğini hepimiz biliriz, değil mi? Bir kelime çoğu zaman kast ettiği şey her ne ise o değildir, kelimeler bir araya geldiklerinde insanın yaratımı olmaktan çıkıp da canlanırlar; aynı kelimeler öbeği farklı zamanlarda kullanılır, aynı sözler bambaşka duygular ifade eder. Düşünceleri ifade etmek için kelimeler çoğu zaman yeterli değildir, hatta sıklıkla kafa karıştırıcı olurlar. Bu yüzden belki de, bir gül yalnızca bir gül değildir.

Oysa Nilgün Marmara ne güzel demiş, “Bir gül bir güldür bir güldür bir gül” diye, insanın emin olası geliyor: bir gül, sahiden de bir gülden ötesi olmamalıdır. Ancak, bir gülün ötesine geçemediği gül nedir? Bir kavramı nasıl canlandırırız, ya da bir kavram nasıl canlanır bize ihtiyaç dahi duymadan? Bazı zamanlar, bir gül bir gül değildir ve bazı zamanlarda okunduğunda yukarıdaki cümle demeye dahi dilinizin varamayabileceği söz öbeği, “gül” kavramıyla yakından uzaktan ilgili değildir. Zaten, bilinç akışının en önemli unusuru da budur: bu akışın sahibi olmadığınız sürece, hangi imge neyi temsil eder bilemezsiniz. Eğer ki ben, sürekli olarak kendime “bir gül bir güldür bir güldür bir gül” diyorsam, size bana gülden bahsedip bahsetmediğimi sorduğunuzda alacağınız muhtemel “evet” cevabı bile yeterli değildir, olmamalıdır. Düşüncelerim yalnızca “gül” kelimesinden oluşmaz çünkü, onun içerisinde bulunduğu bir bağlam vardır ve bu bağlam yalnızca bana aittir.

Cuno Amiet, Die Wahrheit, 1913

Bu konununsa, aslında benim gerçekten bir gülden bahsediyor olmamla (ya da olmamamla) hiçbir ilgisi yoktur. Burada önemli olan nokta, bu cümleyi çoğu kişinin “gülmek” fiilinden bahsediyormuş gibi yorumlamasıdır. Oysa ben, bugün “gül”den, yarın “gülmek”ten bahsederim, çünkü bu benim iç dünyamdır. Benim bilincimdir, bana söylenen kelimelerin aynı fakat tonlamalarının farklı olmalarıyla ilgilidir. Benim çağrışımlarımdır, çünkü bilinç akışındaki kilit nokta çağrışımlardır. Bu aslında el örgüsü bir kazağa bakmaya benzer, nereden başladığını hiçbir zaman göremezsiniz. Kazak birçok renkten oluşuyorsa hangi ip nasıl kullanılmıştır sökmeden bilemezsiniz. Bilinç akışının bundan tek farkı sökülememesidir. Parçalarına ayrırarak incelemek imkansızdır, bütününden içindeki parçalara ulaşılmaz. Kimse de bir kazağı sökmez zaten.

Kazakların sökülmediği gibi, kelimeler benim bilincimin akışından koparılıp bir başlarına var edilmeye çalışılamazlar. Kelimelerin düşünceleri ifade etmede yetersiz olması bundandır, hiçbiri duyguları konuşan kişinin yaşadığı şekilde ifade edebilecek güce sahip değildir. Zaten bu yüzden bilinç akışında, karakter kendini öyle bir yerde bulur ki düşüncelerinde nasıl bir yolculuk yaptığını ne kendisi, ne de okuyucu çözebilir. Hepimiz de birer karakter olduğumuza göre, düşüncelerimizin cetvelle çizilmiş düz çizgilerdense birer karalama olması, zaman zaman dairesel ilerleyip zaman zaman yalnızca anlamsız küçük çizgilere dönüşmesi bana kalırsa pek de şaşırtıcı değildir. Bugün konuşuyorsam, bir gül benim için bir güldür; ancak yarın konuştuğumda gülmek eyleminden bahsediyor olacağım. Bunun sebebi ise, bugün gülleri sevmem ve yarın gülmek istiyor olmam olacaktır.

Leave a Reply