İletişimin, insanları diğer canlılardan ayıran yegâne özellik olduğunu yıllardır biliriz. Derslerde öğrenir, ailelerimizden duyarız sık sık. Hepimizin bildiği bir gerçektir. Peki o zaman neden bütün insanlık olarak bu kadar farklıyız birbirimizden? Neden birimizin söylediğini diğeri anlamaz? Madem en farklı, en özel meziyetimiz, herkesin ortak dili olması gerekmez mi?
Küçük İskender’in Sacrifice şiirini her okuduğumda, bunu düşünürüm. İletişim denen aracın bu denli farklı, bu derece özel kullanıldığını, şiirin her satırında bir kere daha hatırlarım. Dili gereği her zaman farklıya yeltenen, 1980 kuşağı marjinal yazarlarından Küçük İskender bu şiirinde de günlük hayatta kullanmadığımız, aklımıza bile gelmeyen sözcükler ve metaforlara yer vermiş. Kendi yarattığı iletişim dilinin okurlar tarafından anlaşılmasını beklemiş. Belki hiçbirimiz, hiçbir zaman anlayamayacağız o abajurun kime alındığını, o kasetin neden sustuğunu. Belki de şiiri güzel yapan budur. Anlatamadığımız, anlatmaya çalışmadığımız ve sadece duygular işin içine girdiğinde anlam kazanan bir his seli oluşundandır özelliği. Çok şiir okudum, yalnızca söz dizesi olarak gördüğüm. Çok da şiir okudum, içimden parçaları hissettiğim. Bazılarında hayatımdan kesitler yakaladım, bazılarında ise bana çok uzak hayatlardaki duygularla harmanlandım. Sacrifice’ı okurken bazı zaman anlam veremedim cümlelere. Anlam vermek istemedim. Satırların içindeki vahşetin masumiyet ile bu kadar güzel harmanlanışı karşısında yalnızca gülümsedim çoğu zaman.
“Sana bugün bir kurban kestim
Hala ağrıyor ve kanıyor bileklerim” (s.16)
Kan… Vahşet… Kendine zarar verme… Bunlardan bahsediyor şair dizelerde. Nedense korkutmuyor. Ürkütmüyor. O kadar saf bir dille anlatıyor ki bunu, günlük hayatının bir parçası gibi bir alışılmışlıkla, okuyucu bu korkutucu satırları yüzünde istemsiz bir tebessümle okuyabiliyor. Kullandığı dilden belki de. Ya da doğası gereği her şiirselliğin yarattığı müzikaliteden. Dante Cehennemi okurken kullanılan terza rima sayesinde yazılan vahşetin yarattığı huzur gibi. İletişim yöntemlerinin bu denli farklı ve çok yönlü oluşunun fazileti.
Aradan birkaç satır geçmeden bambaşka bir duygu seline atıyor bu sefer şair kendini.
“Aynı dalda karşılaşan iki çocuk sincap
Dal, ağacına düşman, sincaplar birbirine küs” (s.16)
Sincaplar ve ağaçlardan bahseden bu kısa satırlar bir fabl’dan alıntı gibi duyuluyor ilk okuyuşta. O denli masum, o denli saf. Okurken istemsizce insanın içine işleyen huzur duygusu. Peki neden küs sincaplar birbirine? Sincapların bile küsebildiği bir dünyada kim sürdürebilir ki iletişimini sonsuza dek? Bu sefer de güzel satırların içindeki trajikliğe üzülüyor insan. Diyorum ya, garip bir şey iletişim. Korkmamız gereken şeylerde huzur, kucaklamamız gereken şeylerde hüzün bulabiliyoruz ifade ediliş şekline göre. Hayatın her anında karşılaştığımız bu iletişim ikileminin en güzel örneklerinden bence Küçük İskender ve şiirleri.
“Ben bugün sana öldüm başkasına değil” (s.16)
diyor şair, üstünde durmadan okumaya devam ediyoruz.
“Kaset sustu kapandı yeşil Chevrolet’in kapıları”(s.18)
diyor, belki de saatlerce düşünüyoruz susan kasetleri, kapısı kapanan Chevroletleri. Bizim susturduğumuz kasetleri, üzerimize kapatılan Chevrolet kaplarını.
Şiir bitiyor sonra. Satırlarda ağlıyor şair önce. En sonunda da utanıyor.
“Utandım.” (s.19)
Şiirin son dizesi. Geri kalan dizelerle bağlantısız, belki biraz da alakasız. Şair utanıyor. Biz de utanıyoruz. Neden bilmeden. Neden sorgulamadan. Öyle garip bir şey işte iletişim. Öyle de garip bir şair zaten Küçük İskender. O yüzden okuması güzel. Anlamadan, sadece hissederek. Biraz David Bowie şarkıları gibi, biraz ikinci yeni şiirleri, belki biraz da Neil Gaiman kitapları gibi. En çok da Elton John’dan Sacrifice gibi.
Kaynakça
İskender, Küçük. Periler Ölürken Özür Diler. Can, 2017.