Geçtiğimiz hafta nispeten yeni sayılabilecek yerli yapımlardan olan İftarlık Gazoz filmine gittim. Önceki filmlerini çok beğenmemem ve film vizyona girmeden Cem Yılmaz’ın popülerliği üzerinden yürütülen tanıtım faaliyetleri nedeniyle filme biraz önyargılı gittiğimi söyleyebilirim. Ancak uzun zamandır bir film hakkında bu kadar yanılmamış ve bir yerli yapımdan bu kadar keyif almamıştım. Özellikle film sonrası aklımı kurcalayan birkaç noktayı sizlerle paylaşmak istedim.

Elbette ki teknik bir sinema eleştirisi yapma ehliyetinde değilim ve böyle bir niyetim de yok; ancak filmin düşünsel olarak izleyiciye sunduğu bir takım unsurları değerlendirebileceğimizi düşünüyorum. Ana başlıklara bölmek gerekirse dinin yerel ve pratik yansımalarının küçük bir çocuğun zihnindeki sorgulamalara konu olmasının ve sosyalist ideolojinin işçilerin pratiğinde edinmeye çalıştığı yerin filmde ustalıkla irdelendiği söylenebilir. Film, henüz vizyonda olduğu için çok da fazla ayrıntıya girmeden eleştirileri sunmak istiyorum.

Din konusuyla başlayacak olursak öncelikle şunu söylemek isterim ki birçok insanın kendi çocukluğuyla bağlantı kurması mümkün. Allah’a yakarma refleksinin farkında olmadan yaşamımıza girdiği ilkokul öncesi ve ilkokul döneminde zihnimizde yaşadığımız en büyük çelişkilerden biri oruç meselesinde karşımıza çıkıyordu. Tam da filmde aktarıldığı gibi çoğu aile büyüğü sağlığı ve gelişimi, o yaştaki bir çocuk için, kötü etkilediği gerekçesiyle orucun çocuklara farz olmadığını öne sürüyor; fakat çocuğun ısrarı ile sonradan tekne orucu veya yarım oruç gibi yerel adetlerle kısmî bir izin veriyordu. Büyükşehirlerin kozmopolit yapısından sıyrılacak olunursa taşrada imamların kanaat önderliği ve toplum büyüklüğü onların davranışlarına bir rehber niteliği kazandırıyordu. Dolayısıyla bölgede yaşayan tüm insanların sözüne değer verdiği imamların çocuklara verdiği dinî eğitimde söyledikleri tam bir üst akıl olarak etkisini doğuruyor ve sözleri çoğu zaman ebeveynlerinkinden daha çok uyulması gereken sözler oluyordu (belki hala öyledir). İşte tam da bu noktada İslâm’ın yasakladığı davranış biçimlerinin ve öngörülen cezaların çocuklara aktarım şekli büyük önem taşıyordu. Pedagojik eğitim bilgileri tartışmaya açık olan din âlimlerinin sözleri kimi zaman beklenenden daha travmatik etkiler doğurabiliyordu. Hangimiz yaptığımız küçücük bir hatadan sonra Allah’a affetmesi için gözyaşları içinde yalvarmadık ki?

hd-iftarlik-114158OJ

Olmayan hiçbir şey anlatılmıyor

Yüksel Aksu, Adem karakterinin zihnini öyle bir kurgulamış ki çoğu insan kendi çocukluğundan parçalar bulabiliyor. Özellikle de aşk pratiği ile ibadeti paralel kıldığı sahnelerde ancak bir çocuğun sahip olabileceği mükemmel saflığı görmek mümkün oluyor.

Bunun yanı sıra filmde İslam’ın yerel pratikte yozlaşması da homojen bir şekilde aktarılmış. Bu konuda Milliyet yazarı Nagehan Alçı, 07.02.2016 tarihli yazısında* filme ağır ve bir o kadar tuhaf eleştiriler getirmiş. Filmin inceden inceye İslâm’ı ötekileştirmeyi ve hatta öcüleştirmeyi hedeflediğini öne süren Alçı, bunun açıkça yapılsa ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceğini fakat gizlice ve riyakarca yapılmasının kabul edilemez olduğu iddiasını ortaya atıyor. İfade özgürlüğünün kapsamına daha önce görülmemiş şeklî bir yorum getiren Alçı, umuyorum ki bir sinema filminden köşe yazısı açıklığı bekleyerek estetiği ve kurguyu da dışta bırakma çabasına soyunmuyordur. Ayrıca aynı yazıda Alçı, filmin ülkenin dindar çoğunluğunu hizaya getirmeye çalıştığını da ekliyor.

Son derece dayanaksız ve anlaşılması zor bir mantık kurgusuyla yapılmış olan bu eleştirinin haksızlığını kanıtlama çabasına girmeden şunu söylemek yeterli olacaktır: Yüksel Aksu, olmayan bir durumu aktararak hipotetik bir önerme ortaya koymuyor. Aksine, çocukluğunu taşrada geçirmiş çoğu insana tanıdık gelen yaşanmış ve yaşanmakta olan hayat kesitlerini sunuyor izleyiciye. Şu kabul edilebilir ki filmde dinî uygulamaların taşradaki yozlaşmasına ince bir gönderme var, ancak bu gönderme olabilecek en zarif ve esprili yolla yapılarak kimseyi incitmeyecek şekilde gerçekleştirilmiş.

Filmde en çok şaşırdığım ve aynı zamanda hayranlık duyduğum bir başka nokta da sosyalist ideolojinin ince bir eleştiriye tabi tutulması ve aynı zamanda da insanî yönünün ortaya konmasıdır. Ekonomik temelde yerel burjuvazinin desteklenmesi ile işveren veya diğer bir deyişle sermayenin dağılımı ile mücadele etme amacının mikro düzeyde birbirine girme olasılığı değerlendiriliyor. İlçede kendi gazozunu üretip satan ve Coca-Cola ile rekabet etmeye çalışan Cibar Kemal’in bir sosyalist tarafından yerel burjuva olarak değerlendirilirken, bir sosyalist tarafından ise yanına çırak diye aldığı küçük çocuğun emeğini sömüren sermaye sahibi olarak değerlendirilmesinden yola çıkarak belki günlerce konuşulabilir.

Bir diğer sosyalizm sorunsalı ise toprak ağasının sosyalist oğlu (yani gerçek anlamda proleter olmayan bir birey) ile babasının topraklarında çalışan tütün işçileri arasında geçen diyalogda ortaya konuyor. Tütün işçilerine emek bilincini en basit şekilde kazandırmaya çalışan Hasan karakteri işçilerin pratik ihtiyaçlarına karşılık veremeyince ikna edici bir söylemde bulunamıyor. Burada devrimci mantığın söylem üretkenliği ve siyaset bilinci çok basit şekilde sorgulanıyor. Oysa emek bilincinin kazanılmasının ne kadar insani bir ihtiyaç olduğu her tütün işçisi tarafından anlaşılıyor aynı sahnede.

La Fontaine’in sömürgeci yaklaşımının bir ilkokul çocuğunun zihnindeki yansımaları da filmde dikkat çeken sahneler arasına giriyor.

Özetle, son zamanlarda izlediğim en iyi yerli yapımlardan olan İftarlık Gazoz çok katmanlı göndermelerini mizahi bir sinema estetiği ile yapıyor ve izleyiciye hem duygusal hem de düşünsel anlamda çok farklı kapılar açıyor. Günümüzün bayağılaşmış ve tozlanmış siyasi ortamından uzaklaşıp tanıdık bir bakış açısına göz atmak için iyi bir seçenek.

* Nagehan Alçı’nın sözü geçen yazısı için bkz:

http://www.milliyet.com.tr/riyakar-bir-film-iftarlik-gazoz/siyaset/ydetay/2190556/default.htm

 

 

Leave a Reply